Hangi toplumda olursa olsun, ideolojik temelde yapılan siyaset örneğind eolduğu gibi, hamaset temelinde yapılan siyaset de, ilgili toplumları hakikate yabancılaştırır. Bu tür toplumlarda, nitelikli ve çok boyutlu tartışma-muhakeme-muzakere ortamlarına hayat hakkı tanınmadığı için, eleştirel çözümlemeler ve üretim de yapılamaz. İdeolojik siyasetin ve hamaset siyasetinin belirleyici olduğu toplumlarda, tek adam kültü tayin edicidir.
Tek adam kültü´nün belirlyeciliği, dar görüşlü, duygusal, ufuksuz bağlılıklara işaret eder. Tek adam kültü´nün belirleyici olduğu toplumlarda, kolektif-eleştirel seslere, kadrolara, çabalara-çözümlelemelere ihtiyaç duyulmaz. Bu tür toplumları itaat merkezli ilişkiler şekillendirir. İtaat merkezli ilişkilerin gelenek halini aldığı toplumlar, her zaman, her durumda algı zaafları, algı çarpıklıkları ve algı eksiklikleri ile malûl´dür. Algı zaafları, çarpıklıkları sebebiyle bireyler, toplumlar, hakikate yabancılaştıkları için, ancak faydacı/pragmatik konjonktürü seçerler.
İdeolojik ya da hamaset siyasetinin mutlak hakikat gibi sunulması, derin insanlık sorunlarını, tarihsel/toplumsal/kültürel sorunları görmemize mani olur. İdelolojik ya da hamaset siyasetinin vesayeti altında olmak, zihinsel-entelektüel özgürlüğü yok ettiği gibi, ahlaki özgürlükleri de yok eder. Ahlaki özgürlüğümüzü kaybettiğimiz için, bugün, içerisinde yaşadığımız dönemde, faydacı konjonktür adına, hamaset siyaseti adına, aziz İslamın sınırsız bir biçimde hırpalandığını, örselendiğini, istismar edildiğini görüyoruz.
Faydacı/pragmatist körlük derinleşiyor.
İdeolojik siyaset ve hamaset siyaseti temelinde konuşmayı gelenek haline getiren toplumlar ve kültürlerde gerçeklik temelinde konuşmak ve yazmak ancak risk almak suretiyle mümkün olabiliyor. İdeolojik dile, hamaset diline sığınmak her zaman gerçeklerden kaçmak anlamı taşır.
Bizler, Müslümanlar olarak, gerçeklerden kaçtığımız, gerçeklerin ontolojik/politik baskısını, kültürel baskısını aşamadığımız için bugün, aziz İslamın ontolojik otoritesini-meşruiyetini gerçekleştirmek üzere bir özgürlük dili ve mücadelesini hiçbir şekilde gündeme getiremiyoruz. Bağımsız bir tercih yapma iradesi gösteremediğimizde, bu tür bir iradeye sahip olamadığımızda hep edilgenleştirici uzlaşı yollarını seçiyoruz. İslam toplumlarında uzlaşı´nın sürekli kılınması, kalıcı bir yönteme dönüştürülmesi, her alnda, her tür bağımlılığın bir kader haline gelmesi sonucunu doğuruyor, böylece bağımsızlık mücadelesi toplumlarımızın gündeminden çıkarılıyor.
Hangi alanda olursa olsun, uzlaşıların bir geleneğe dönüşmesi, yeni bir başlangıç yapılamayacağı, bağımsız inisiyatifler ve vizyon gerçekleştirilemeyeceği anlamı taşır. İslami anlamda bağımsızlık ve özgürlüğe giden yolun, entelektüel, siyasal ve eleştirel, derin-kapsamlı bir farkındalıkla açılabileceğini bilmek-anlamak gerekir. Sömürgeci/kolonyalist bilgi imparatorluğunun belirleyiciliğini farketmeyen bir toplumun/kültürün, özgürlüğe istihkakı olamaz.
Bugün, toplumlarımızda sınırsız ve ölçüsüz hamaset istismarı, çok kirli, çok bayağı bir mugalata dili/söylemi oluşturuyor. Mugalatanın farkına vararak, mugalata dili ve söylemini sorgulayabilecek kültürel niteliklerden yoksun olan toplumlar için, bireyler için özgür bir fail olma imkanı yoktur.
İslami düşünce-kültür-ilahiyat hayatının hamaset dilinin, söyleminin, siyasetinin, İslam toplumlarının genel edilgenliğini kronik hale getirdiğini farketmeleri ve bu dili/söylemi/siyaseti mahkûm etmeleri gerekkir. Hakikat söz konusu olduğunda faydacı/tarafsız/duygusal/konjontürel duruş söz konusu olamaz. Konjontürel uzlaşmaların meşrulaştırılabildiği toplumlarda, kültürlerde hiçbir zaman, günümüzde de yaşandığı gibi etkin/bağımsız bir İslami rol üstlenilemez. Etnik ve mezhepçi perspektiflerin ötesine geçen, derin-etkin-bilinçli bir aidiyet ve bağımlılık duygusu taşımadan hiçbir şekilde kalıcı mücadele yürütülemez. Kolonyal bilginin, dilin, kültürün aşağılayıcı, kategorize edici hegemonyası aşışamaz. Milliyetçi-mezhepç i tarih yaklaşımının büyük bir sorumsuzluğun ifadesi olduğunu hatırlatmak gerekir.
Din´i ya da politik popülizmin, hamaset dili-söylemi ve siyasetinin hakim olduğu, bireysel düşüncenin-bilincin, farklı ve bağımsız yorumun gelişmesine/oluşumuna hayat hakkı tanımayan, birörnekleştirilen, tek boyuta, tek akla, tek ufka kapatılarak taşralılaştırılan toplumlarda etkili düşünürler, fikir adamları, filozoflar yetişmez, yetiştirilemez. Bağımsız, özgün, eleştirel ve üretken aydınları, alimleri, düşünürleri ve fikir adamları olmayan toplumların, bir medeniyet tasavvuru geliştirmeleri söz konusu olamaz, bu tür bir tasavvur ancak romantik bir tasavvur olabilir. Bu tür toplumlarda sözünü ettiğimiz birörnekleştirme sebebiyle herkes, her şeyi devlet aklıyla algılamak, düşünmek ve yorumlamak zorunda olduğu için, eleştirl dil/düşünce/tavır/duruş/tercih gerçekleştirilemez. İslam toplumlarında, bu toplumların tarihi boyunca, resmi yaklaşıma/akla/yoruma muhalefet eden alimlerin, aydınların, entelektüellerin iktidarlar tarafından dışlandıkları, etiketlendikleri, terörize edildikleri, ihanetle suçlandıkları bilinen tarihsel bir gerçektir.
İdeolojik ya da hamaset siyaseti yoluyla kontrol altında tutulan toplumlarda, zihinsel dünyalar da kontrol altında tutulduğu için zihinsel karanlık-çölleşme kaçınılmaz hale gelir, hiç kimse bağımsız bir tercihte bulunma ayrıcalığı yaşayamaz, farklı alanlarda nitelikli bir üretim yapamaz. Özellikle günümüzde, gerçek dünyada varolmak için gereken niteliklere sahip olmayan bireyler, sanal dünyada var olmaya, olmaya çalışmak yerine, teşhitcilik yoluyla görünmeye çalışıyor. İslami sorumluluklar, ancak her tür ön yargıdan, bencillikten, benmerkezcilikten arınmış zihinlerle yerine getirilebilir. Bencilliklere hapsedilen zihinlerle İslami bütüne hitap edilemez. Her tür bencillik/önyargı ve benmerkezcilik hakikate, adalete ve iyiliğe gölge düşürür.