ATASOY MÜFTÜOĞLU: GÜNÜMÜZ MİLLİYETÇİLİKLER ´DİN´ ARACILIĞI İLE KUTSALLAŞTIRILIYOR

İsrail´in her alanda nihai güvenliğini sağlamak, Amerika´nın Ortadoğu´daki bütün ideolojik ve ekonomik çıkarlarını korumak adına, bölge halklarının varoluş/özgürlük ve hayat haklarını bütünüyle yok sayan emperyalist/Siyonist terörün gözü dönmüş hükümranlı

ATASOY MÜFTÜOĞLU: GÜNÜMÜZ MİLLİYETÇİLİKLER ´DİN´ ARACILIĞI İLE KUTSALLAŞTIRILIYOR

Toplumlarımızda propagandanın dili, kitleselleştirme ve türdeşleştirme girişimleri, toplumlarımızın fikir üretme yeteneğini yok ediyor. İslam dünyası toplumlarında fikir üretme yeteneğinin kaybı, çok derin, çok hayati bir tartışma konusu olmalı iken, ne yazık ki bugün bir sorun olarak görülmüyor.

Gerçekliğin ideolojiler yoluyla maskelendiği, maskelenebildiği bir dünyada yaşıyoruz. Kendi gerçekliklerini üretemeyen toplumlar ve kültürler, her alanda çok aşağılayıcı bir bağımlılık içerisindeler. Bizler, Müslümanlar olarak, ontolojik ve epistemolojik bağımsızlığımızı kaybettiğimiz için, dünyanın / hayatın / tarihin/siyasetin, bilginin ve bilimin İslami anlamda nasıl bilinmesi, anlaşılması ve yorumlanması gerektiği konusunda inisiyatif sahibi değiliz. Zaman içerisinde yaşanan değişim, dönüşüm ve oluşumları, bunların mahiyet ve niteliklerini çözümleyemeyen, çözümlemeye çalışmayan, tarihin farkında olmayan, bütünüyle romantize edilmiş tarih dışı bir dil, söylem ve kültürle bütünleştiğimiz için, kolaylıkla ötekileştirilebiliyor, aşağı niteliklerle etiketlenebiliyor ve iktidarsızlaştırılabiliyoruz.

SORUMSUZ İYİMSERLİKLERİN MALİYETİ

Günümüzde İslam dünyası toplumları/kültürleri, bu defa, neokolonyalizme özgü iktidar söylemi tarafından kontrol ediliyor, yargılanıyor, nesneleştiriliyor, kolonileştirilmeye çalışılıyor. Varoluşsal sıkıntılar, sorunlar, baskılarla karşı karşıya bulunduğumuz halde, bu noktada, İslami bir irade ortaya koymak yerine, bu sıkıntıların, sorunların, popülizmlerle aşılabileceğini düşünüyoruz, düşünebiliyoruz. Aziz İslam, bilinç konusu olmaktan, ilke, amaç, irade ve sorumluluk konusu olmaktan çıkarılarak, bir nostalji konusu, istismar konusu ve keyfilik haline dönüştürülüyor. Günümüzde, Türkiye de dahil olmak üzere, İslam ülkesi olarak tanımlanan her ülkede, milliyetçilikler ?din? aracılığıyla kutsallaştırılıyor. Her milliyetçiliğin büyük bir dargörüşlülük olduğu, her nasılsa düşünülmüyor. Milliyetçiliklerin kitlelere sorumsuz iyimserlikler telkin ettiğini gereği gibi görmüyoruz. Yüzlerce yıldır ürettiğimiz sorumsuz iyimserliklerin İslam toplumlarına ne kadar pahalıya mal olduğunu anlamak istemiyoruz. Sorumsuz iyimserliklerin neden olabileceği toplumsal patolojiler üzerinde düşünme ihtiyacı duymuyoruz.

Dijital hakimiyet ve bilişim diktatörlüğü, bugün, panoptizmi somut-etkili bir gerçekliğe dönüştürüyor. Bireylerin bilgi özerkliği hakları tanınmadığı gibi, özel hayat hakları da tanınmıyor. Bütün toplumlar ve kültürler, gönüllü köleler halinde, bilişim diktatörlüğüne büyük bir heyecanla hizmet veriyor, sessiz topluluğa katılmak için şevk ile çabalıyor. Böyle bir dünyada, herkes kendi çıkarları doğrultusunda, kendilerine özgü bir insan hakları yorumu üretiyor. Enformasyonun metalaştırıldığı ve özelleştirildiği bir dönemde, İslami bünyenin çok daha derin, çok daha yoğun bir dikkate sahip olması gerekirken, popülizmler ve milliyetçilikler yönünde tercihler yapması, Müslümanları küresel faşizm ve küresel eşkıyalık karşısında çok daha edilgen bir konuma sürüklüyor.

ORTAK BİLİNÇ KAYBI

İsrail´in her alanda nihai güvenliğini sağlamak, Amerika´nın Ortadoğu´daki bütün ideolojik ve ekonomik çıkarlarını korumak adına, bölge halklarının varoluş/özgürlük ve hayat haklarını bütünüyle yok sayan emperyalist/Siyonist terörün gözü dönmüş hükümranlığı, İslam ülkeleri arasında yaşanan milliyetçi/mezhepçi bölünme, rekabet/karşıtlık nedeniyle kolaylıkla sürdürülebiliyor. Maruz kaldığımız ortak bilinç kaybı, ortak umutların kaybına neden oluyor. Hangi toplumda ve kültürde olursa olsun, dayanışma, başkalarına değer-önem vermekle, başkalarını dikkate almakla başlar. Gerçek böyleyken, her milliyetçi yaklaşım ya da politika, başkalarını değersizleştirmeye çalışır.

Müslümanlar olarak, ancak bir araya geldiğimizde tarihin öznesi olabileceğimizi hatırlamalıyız.

Tarihsel, siyasal, ahlaki altüst oluşların yoğunlaştığı, sosyal-toplumsal bozulmanın-çürümenin derinleştiği, iletişimin yerine manipülasyonun geçtiği bir toplumda ya da toplumlarda, düşünsel-kültürel-ahlaki imkanlar ve öneriler üretmek, gerçeklerle yüzleşmek yerine, kitlelere propaganda yoluyla görüş dayatmak, kitleleri her zaman bir şekilde manipüle edilebilecek nesneler gibi görmek, Müslümanlar olarak duygusal varoluşları, özlemleri, ilişkileri ve bağlılıkları ısrarla sürdürdüğümüzü gösterir.

FİKİR ÜRETME YETENEĞİ KAYBOLUYOR

Aziz İslam´ı bir bütünlük bilinci içerisinde temsil etmediğimiz için, paramparça olan İslami bünyenin bütünleştirilmesi gerekirken, milliyetçilikler ve mezhepçilikler yoluyla yeni parçalar icat ediyor, parçaları çoğaltıyoruz. Bir Müslümanın parçaları çoğaltmaya katkıda bulunması kadar büyük bir yanlışlık olamaz. Hangi toplumda olursa olsun, propagandanın sesi, düşüncenin ve ahlakın sesini bastırıyor. Kendilerini düşünsel ve ahlaki planda ifade edemeyenler, propaganda yoluyla ifade etmeye çalışıyor. Servet yoğunlaşmaları, siyasal güç yoğunlaşmaları, güç ve ayrıcalık peşinde sürüklenmek, niteliksel, ahlaki, düşünsel, kültürel yoğunlaşmalara izin vermiyor. Politik amaçlar adına sürdürülen kitleselleştirme ve türdeşleştirme süreçleri, düşünsel/kültürel yoğunlaşmaları imkansız hale getiriyor.

Toplumlarımızda propagandanın dili, kitleselleştirme ve türdeşleştirme girişimleri, toplumlarımızın fikir üretme yeteneğini yok ediyor. İslam dünyası toplumlarında fikir üretme yeteneğinin kaybı, çok derin, çok hayati bir tartışma konusu olmalı iken, ne yazık ki bugün bir sorun olarak görülmüyor. Partizanlığın bir değer ölçütü haline geldiği bir zamanda/dönemde, ahlaki alana yabancılaşıyoruz. Propagandanın dili, bilincin diline geçit vermiyor. Müslümanlar olarak, bilincin gerileyişi karşısında, sessizliğimizi koruyoruz. Hangi alana ilişkin olursa olsun, çıkar ilişkilerinin belirleyici olduğu bir toplumda, iyilik, kardeşlik ve barış çabalarından söz edemeyiz. Her tür çıkar ilişkisi ve yaklaşımı, bütün bayağılıkları sıradanlaştırıyor, normalleştiriyor. Bayağılık, toplumsallaşıyor.

Ahlaki alandan kopmamak, uzaklaşmamak için, çıkar yaklaşımlarını reddetmemiz gerekir. Nihilizmin altüst ettiği bir dünyada, ne pahasına olursa olsun, ahlaki alana tutunmaya devam edebilmeliyiz. Ahlaki alandan koptuktan-ayrıldıktan sonra gidebileceğimiz daha iyi bir yer yoktur.