Tarih: 04.12.2019 19:11

ASYA-PASİFİK'TE NATO'NUN HEDEFLERİ

Facebook Twitter Linked-in

NATO’nun 70. yılında Avrupa’daki rolü tartışılırken, gelişmekte olan jeo-politik değişimlere bağlı olarak yeni roller üstlenmesi ve farklı coğrafyalarda yeni ülkelerle/birliklerle yoluna devam etmesi söylemi gündeme geliyor. Aslında bunun yeni bir şey olmadığı da hem teorik hem pratik olarak bugüne kadarki örnekleriyle ortada. 

Bu noktada, Güneydoğu Asya Ülkeleri İşbirliği (ASEAN) ile Avrupa Birliği arasındaki “Asya-Avrupa Buluşması” (Asia-Europe Meeting-ASEM) adı verilen yapı; tek tek ülkeler bazında Avustralya, Yeni Zelanda ve Singapur’un Afganistan’daki Uluslararası Güvenlik Gücüne destek veren ülkeler arasında bulunması ile Japonya ve Güney Kore’nin NATO ile dirsek teması  dikkat çekicidir. 

Eğitimden ekonomiye kadar farklı alanlarda karşılıklı işbirliğini öngören bu yapının faaliyetlerinin güvenlik boyutu çerçevesinde gizli/açık NATO’ya eklemlendiği ve ASEAN-NATO arasında bir tür yeni yapılaşmaya kapı aralayacak zemini içinde barındırdığı ileri sürülebilir. Bununla birlikte, ASEAN’ın dış güçlerin müdahalesine kolay kolay izin vermeyen bir yapısı olduğunu da unutmamak gerekir. 

Bugün NATO içerisinde aralarında Asya-Pasifik bölgesinin de olduğu farklı coğrafyalarla askeri işbirliklerinin gündeme taşınması şaşırtıcı değil. Temelde bu tür söylemlerin giderek güçlü bir şekilde ortaya çıkması, yeni stratejik konsept çerçevesinde siyasi diyalog, eylem işbirliği gibi alanların geliştirilmesine olanak tanıyan 30. Maddesi’ne dayanıyor. 

Böylesi bir sürecin ortaya çıkmasında ayrıca, gerek ABD’de Donald Trump yönetiminin gerekse yeni bölgesel ve küresel tehdit unsurlarının varlıklarının belirleyici olduğuna dikkat çekilmelidir.
Bu noktada, NATO’nun Asya-Pasifik bölgesiyle olan ilişkilerinin hazırlık dönemlerinin yakın geçmişteki temaslarla ortaya konulduğu görülmektedir. Burada bölgesel-küresel tehditlere aynı ve/ya benzer şekilde muhatap olmanın getirdiği zorunluluktan kaynaklanan işbirliği kadar, NATO’nun Batı Avrupa ülkelerinin kaldıramayacağı denli bir ekonomik maliyetinin olmasının da payı olduğu ileri sürülebilir.  

Öyle ki, 2016 yılındaki seçimlerin ardından ABD’de Trump yönetiminin, Asya-Pasifik bölgesinde stratejik ve askeri ortağı Japonya, Güney Kore’ye karşı ekonomik maliyetler nedeniyle geliştirdiği askeri harcamaların daha eşitlikçi bir şekilde paylaşılması konusunda geliştirdiği politika buna örnek teşkil etmektedir.

Burada ABD’yi örnek gösterilmesinin nedeni NATO içerisinde bu devletin ağırlığı ve Asya-Pasifik bölgesinde kurumsal olarak NATO’dan önce ABD’nin varlığıdır. Dolayısıyla, şayet NATO kurumsal olarak bölge ile işbirliklerini geliştirmeyi hedefliyorsa -ki bunun ipuçları olduğunu söyledik- kendine model olarak ABD politikalarını alacağını düşünmek yanlış olmayacaktır. 

NATO ve bölgesel meşruiyet 

NATO’nun konvansiyonel alanı kabul edilen Avrupa sınırları dışında daha önce Irak ve Afganistan savaşları ile gündeme gelmiş ve NATO adı bu coğrafyalardaki askeri harekatlarda meşruiyet kaynağı olarak hizmet etmişti. 

NATO’nun benzer şekilde Asya-Pasifik bölgesinde bir yapılanma içine girecekse bunun alt yapısı ne olacaktır sorusu üzerinde durmakta fayda var. 

Bu noktada, bölgenin örneğin sınırlı bir bölgesinde varlık sürdüren terör yapılanmaları, deniz ticaretini etkileyen kaçakçılık ve korsanlık faaliyetleri vb süreçler kadar, bütün bir bölgeyi hatta küresel ölçekte ilişkileri etkileyebilecek güvenlik tehdidi varlığına işaret eden gelişmeler söz konusudur. NATO, kurumsal bir yapı olarak, işte bu gerçeklik karşısında yeni tavırlar geliştirme hedefiyle Asya-Pasifik bölgesine ilgi göstermektedir. 
Barack Obama döneminde ABD dış politikası çerçevesinde Asya’daki varlığını güncelleme ihtiyacını derinden hissederken bu yönde önemli adımlar atmıştı. Askeri varlığının ötesinde, bölge halklarının ABD’ye yönelik algılarının yeniden yapılandırılması gibi sosyo-kültürel boyutları da içeren bu politikanın, aslında o dönem bölgede kabul gördüğünü söylemek mümkün. 

Bunun temel nedeni, 20. yüzyıl ikinci yarısı boyunca bölge ülkelerinin bazılarının ABD müttefiki olması, ekonomik ve askeri yardımlar ve kültürel yapılaşmanın domine edici etkisiyle açıklanabilir. 
Bir diğer husus, ABD’de akademik çevreler ve strateji uzmanlarının, daha 1990’lardan itibaren Asya Yüzyılı söylemi ve bunun Hillary Clinton gibi siyasetçiler tarafından yüksek sesle ortaya konulması, ABD’nin yeni yüzyılda Asya ilişkilerini ve özellikle de Asya-Pasifik ilişkilerini nasıl şekillendirecekleri sorusunu gündeme getiriyordu. 

Ekonomik kalkınma süreçlerine 1980’lerden itibaren adapte olmaya başlayan ve bu anlamda kapılarını dış dünyaya açan Çin Halk Cumhuriyeti’nin, 21. yüzyılın başına gelindiğinde önce ekonomik ardından askeri varlığındaki gelişme ve Şi Cinping yönetimi ile bu yönde giderek daha agresif bir çaba içine girmesi, bugün Asya-Pasifik’te Çin’in birincil güvenlik sorunu haline gelmesinde rol oynamaktadır. 
Çin’in ekonomide liberal yapılaşmayı benimsemesine karşılık, siyasette hâlâ komünist ideolojinin varlığı ve hatta bunu giderek güçlendiren politikaları, ortada bir çelişkinin olduğuna işaret etmektedir. Bu çelişkili durum, Çin’in başta bölge ülkeleri olmak üzere Batılı ülkeler nezdinde bir tehdit unsuru olarak görülmesinde başat rol oynamaktadır. 

Yaklaşık son kırk yıl boyunca Çin’in dışa açılma politikalarının liberal model üzerinden ekonomik modernleşme çabalarının ülkeyi liberal demokratik bir rejime dönüştüreceği konusundaki tahminler ve beklentiler bugüne kadar gerçekleşmiş değil. Bu çerçevede, tehdit unsurunun yakın ve hatta orta vadede varlığını sürdürecek olması yeni bir güvenlik anlayışını gündeme getiriyor ki, bu noktada NATO kayda değer bir yapı olarak ortaya çıkıyor. 

Devamı >>>




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —