Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Astana ve Erdoğan-Putin zirvesi

Süleyman Seyfi Öğün, Türkiye ile Libya arasında imzalanan “Doğu Akdeniz’de karbon varlıklarının çıkarılması” konusunda, gerek bölge ve gerekse de ABD gibi güçlerinin, anlaşmaya yönelik tepkilerini değerlendiriyor.

Astana ve Erdoğan-Putin zirvesi

Türkiye, Libya’daki “meşrû” hükümet ile Doğu Akdeniz’de karbon varlıklarının çıkarılması konusunda kapsamlı bir anlaşma imzâladı. Son yazımda bunun, Türkiye’nin târihsel geçmişinin de hakkettirdiği istikamette bir Akdeniz gücü olarak kendisini ortaya koyması olarak değerlendirmiştim. Buna tepkiler gecikmedi. Yunanistan Dışişleri Bakanı Dendias apar topar Mısır’a gitti. Dendias ve meslektaşı Semih Şükrü, Türkiye’yi kınayan ve bu anlaşmanın geçersiz olduğunu bildiren açıklamalarda bulundular. Seçimleri başaramayan Trablus hükûmetinin meşrûiyetini kaybettiğini, böyle bir anlaşmayı yapamayacağını ileri sürdüler. Bu değerlendirme, yakın zamanda ABD-Fransa-Almanya ve İtalya’nın biraraya gelerek yaptıkları açıklamayla da uyumluydu. Onlar da, Libya’da taraf olan Dibeybe ve Hafter güçlerinin miadını doldurduğunu, Libya’nın istikbâlinde yer alamayacaklarını ifâde ediyorlardı. Buna binâen yeni bir hükümet kurulmasının en doğrusu olduğunu ileri sürüyorlardı. Anlaşılıyor ki, Doğu Akdeniz’de Türk varlığını ve bilhassa da Türkiye-Libya ilişkilerinin derinleşmesini reddeden bloke bir bakış ile karşı karşıyayız. Mısır ve Yunanistan bu bloke bakışı aşırı bir yorumun mevzuu hâline getiriyor.

Diyelim ki bu tez doğru; bir geçiş yaşanacak. Öyle de olsa, bu gerçekleşinceye kadar BM’nin de tasdiki ile meşrû olan hükümet Dibeybe hükûmeti değil midir? Siyâset yer yer kesinti yaşayabilir; ama boşluk kabûl etmez. Bu muhayyel, ne idüğü belirsiz geçiş olsa bile, gerçekleşinceye kadar Dieybe hükûmeti meşrûiyetini kaybetmez. Aldığı kararlar geçerlidir. Kaldı ki, geçiş meselesi, Libyâ’daki güç dengeleri itibârıyla henüz kabûl görmüş, tarafların üzerinde ittifâk etmiş olduğu bir durum olmaktan çok uzaktadır. Ortada karmaşık bir denklemin olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Dibeybe hükûmetinin seçimler yapılamadı diye meşrûiyetini kaybettiğini söyleyen Batı bloku, bu denkleme Hafter’i de dâhil ediyor. Gûya tarafsızlık adına tepeden inmeci, penisilinci bir yaklaşım bu. İyi de, cârî durum Libya’nın siyâsal kültürü açısından rastgele bir durum değildir. Her iki güç yığılmasının arkasında çok hassas kabile destekleri mevcût. Onları yok sayarak, Libya’yı temize çekmek gibi câhilce bir bakış ve değerlendirme bu. Kim gelecek? Bu soru da karşılıksız. Mevcut güç ayrışmalarını bertaraf edebilecek ve hepsini ortak bir irâdeye bağlayabilecek sihirli kuvvet acaba kimin elinde? Tobruk fırsatçılık peşinde. Hafter kanadı, seçimler yapılamadı diye Dibeybe hükûmetinin kadük olduğunu, meşrûiyetin kendilerine geçtiğini iddia eden ucuz bir yaklaşım sergiliyor. Batı bloku ise, durumdan vazife çıkararak, ona “sen de kaybol” diyor. Mısır ve Yunanistan ise bu kaostan kendilerine göre bir netice çıkararak, Türkiye’nin Libya’dan dışlanmasını sağlayacak bir aşırı yorumun peşinde gidiyor.

Mısır ile anlaşmanın hiçbir zemini olmadığını peşinen ifâde ettim. Mısır, en az Yunanistan kadar Türkiye’nin Akdeniz’de gücünü büyütmesini, nüfûzunu Afrika içlerine doğru geliştirmesini istemiyor. Buna istinâden, Yunanistan ile yaptığı deniz anlaşmalarında kaybettiği su havzaları hiç de umurunda değil. “Eğer Türkiye ile anlaşsa şu kadar daha sâha kazanır” diyenler yanılıyorlar. Mısır geri adım atmayacak, Yunanistan ile saf tutmaktan asla vazgeçmeyecektir. Başta Fransa ve hemen yanında Almanya olmak üzere AB devletleri ve BAE - İsrâil ikilisi de bu denklemin içindedir. Başat meşgûliyeti Karadeniz ve Montreaux olan ABD de Akdeniz’de Türkiye’nin sıkıştırılmasını destekleyecektir.

Türkiye için çıkış yolu, elbette duruşunu keskinleştirmekten geçiyor. Ama en az bunun kadar mühim olan kendisine bir destek bulmaktır. Kendisi de sıkışmış olan Rusya ile Libya’da anlaşmak bunun ilk adımı olabilir. Rusya’nın Türkiye’ye başka bir açıdan bakması artık kendisi için elzem. Afrika’da Rusya’nın başının dertte olduğu başat güç, Türkiye ile de çekişen Fransa. Mali’de, Çad’da Rusya nüfûzu artıyor. Fransa’yı alarma geçiren, Rusya ve Türkiye’nin kendi dâirelerinde başlattığı Afrika açılımı. Rusya’nın Hafter’in yanında ve Türkiye’nin karşısında olması en fazla Fransa’yı rahatlatıyor. Tersi olsa ne olur acaba?

Yunanistan ile Türkiye’nin savaşması Rusya’nın en son isteyeceği bir durumdur. Ama, Rusya’ya karşı Ukrayna’yı destekleyen ve Rusya karşıtı kampanyalara gövdesiyle destek veren, bu sebeple de Rusya’nın kara listesine giren Yunanistan azgınlaşır ve Rusya-Ukrayna savaşına paralel bir Türk-Yunan savaşı çıkar, NATO ve AB ağırlığını Yunanistan’dan yana koyarsa Rusya ne yapacaktır?

İçine girdiği savaş Rusya’yı bildiğini okumaktan artık alıkoyuyor. Türkiye olmaksızın işlerin kendisi için daha kötü olduğunu herhâlde Rus siyaset ve asker sınıfı görüyor. Rusya tekmil Akdeniz ve Afrika siyâsetlerini dönüştürmek zorunda. Bunu Türkistan dünyâsı üzerinden Asya siyâsetleri de dâhil. Bu manzarayı tersten Türkiye için de tekrarlamak mümkün. Akdeniz’de karşı saflarda duran Türkiye ve Rusya, ne yapıp ne edip ortak bir zemin yakalamak zorunda. Değilse, tablo her ikisi içinde kararacak. Kimbilir, Astana’da yapılacak olan Erdoğan-Putin zirvesi bunun milâdıdır.



Anahtar Kelimeler: Astana Erdoğan-Putin zirvesi

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER