Dün ?1 Mayıs İşçi ve Emekçi Bayramı´ idi. Gene bildik olaylar, gene bildik manzaralar; öyle değil mi? Yürüyüş ve eylem yapmak isteyenler, engelleyenler. 1 Mayıs´ta Taksim´de eylem yapma arzusu ve buna engel olan yönetim. Pankartlarını ellerine alanların yürüyüş yaptıklarını gördük. Sendikalar da artık kulvarlarını iyice keskinleştirdiler ve görüşlere göre kurulmuş sendikalarımız var.
Haberlere baktığımızda seviniyoruz. Coşku havasında kutlanan bir 1 Mayıs. Şarkılarla, halaylarla, festival tadında bir 1 Mayıs.
İşçi, emekçi olarak çalışanların bayramı 1 Mayıs. Bu yüzden de işçi ve emekçi olmayanlar, sendikalara üye olmayanlar sadece izleyici durumundalar. Çünkü işçi diye tanımlanan grubun içinde değiller.
İşçilik nasıl ortaya çıkmıştır?
Sanayi Devrimi ile birlikte yapılan büyük makinalar küçük mekanlara sığmayınca büyük binalar inşa edildi ve çalışanlar buralara gelerek çalışmaya başladılar. Çok zor şartlarda çalıştı işçiler. Ne zaman seslerini yükseltmeye başladılar, o zaman daha fazla hak elde ettiler. Eskiden 16 saat çalışıyorlardı, daha sonra 12 saate, daha sonra 10 saate indi. En son haliyle de 8 saat olarak karar kılındı.
İşçi olarak tanımlanan bu insanlar kendilerini biliyorlar, evet işçiler. Bundan dolayı da haklarını arama gününde daha fazla hak taleplerini sokaklarda arıyorlar.
Peki işçi tanımlamasına girmeyen diğer milyonlarca kişinin durumu ne?
Aslında hepimiz işçiyiz.
Devlette çalışan peroneller, öğretmenler, doktorlar, hemşireler, mühendisler ve daha sayamadığım diğer meslek sahibi kişiler.
Özel sektörde çalışan doktorlar, öğretmenler, hemşireler, mühendisler ve diğerleri de.
Sadece onlara verilen isim işçi değil ama aynı şekilde 8 saat çalışmak zorundalar ve belki de o kadar zahmetlerine karşılık çok daha kötü şartlarda çalışmaktalar.