Askerî seferberlikler üzerine

Süleyman Seyfi Öğün, Putin’in ilan ettiği seferberlik olgusunun, konunun mahiyetine dair, işin içerisine üretim kapitalizminin yerini alan tüketici kapitalizmin yapısına olan uygunluğuna işaret ediyor.

Askerî seferberlikler üzerine

Rusya, Ukrayna’da yaşananlar üzerinden yeni bir sayfa açtı. Kelime oyunları medeniyetin ayrılmaz bir parçasıdır. İsimlendirmeler, muvakkaten çok defâ hayâtın önüne geçer. Ama nihâi hükmü veren hayâtın gerçekleridir. Ukrayna’da yaşananlar, başından beri bal gibi bir savaştır. Ama Rusya burada bir kelime oyunu yaparak operasyon, müdahale gibi kelimeleri kullanageldi. Son seferberlik karârıyla manzara tamâmen değişti. Artık apaçık olarak savaştan bahsediyoruz.

Askerî seferberlik (military mobilization) aslında istisnâî bir durumdur. Mutad olan sivil seferberliklerdir. İnsanlar ömürlerinin ekseriyetini sivil seferberlikler içinde geçirirler. Tahsil görmek, iş güç sâhibi olmak, evlenmek, barklanmak, çoluk çocuğa karışmak sivil hayâtın ana seferberlik çizgilerini meydana getirir. Bu çizgiler, onları mânâlandıran kültürel kodlar üzerinden şekillenir.

Askerî mobilizasyon ise iki türlü işler. İlk sütunda, barış zamânında muhtemel savaşa hazırlık olarak. Cemiyetler dış tehlikelere karşı ordu besler. Askerlik mesleğine tâlip olup ve bunu meslek olarak tercih edenler vardır. Buradaki maddî sıkıntı, bu mesleğin icrâsında yaşanan eksikliktir. Bir hekim veyâ mühendis, tahsili esnâsında öğrendiklerinin pratik karşılıklarını hayâta atıldığında derhâl bulacaktır. Askerliğin işlevi savaştır. Savaşın olmadığı zamanlar bir işlev eksikliğidir aslında. Bu eksiklik, savaş kaabiliyetlerini köreltebileceğinden, onları diri tutmak adına devamlı olarak bir teyakkuz durumunda yaşamayı gerektirir. Muhtemel veyâ muhayyel bir düşmana karşı ayık kalmayı sağlayacak her nev’i endoktrinasyon, savaş oyunları ve tatbikatlar bunun açılımlarıdır. Askerî mobilizasyonlar, barış zamânında bunlarla sınırlı kalır.

Modernlik târihinde, bilhassa Napolyon ve Bismarck gibi figürlerle özdeşleşen, sivil mobilizasyonlarla askerî mobilizasyonlar arasında sıkı bir örtüştürmeyi güden bir eğilim ortaya çıkmıştır. Bu örtüştürmenin kavramsal çatısı “ordu millet”, zemini ise ulustur. Ordu millet, sivil mobilizasyon sâhalarından askerî mobilizasyon sâhalarına geçişi kısaltan, kayganlaştıran ve hızlandıran bir kavramdır. Bunun bir yakınlaştırmadan daha ileri gidip bir özdeşliğe dönüşmesinin karşılığı ise militarizmdir. Mezkûr örtüştürme kaçınılmaz olarak bir kısa devre oluşturmuş, sivil-asker gerilimleri olarak kavramlaştırılan sorunlara bel vermiştir.

Aslında iki mobilizasyon alanının yakınlaştırılması Napolyonik bir fantazi değildir. Bu, bizzat kapitalist ekonomipolitikten beslenir. Kapitalizm, sınıfsal bir işbölümü temelinde bir toplumlaşma (societation) doğurdu. Buna ulus dendi. Kapitalist üst sınıflar, orta sınıflar ve yaygın, kalabalık proleter tabakalardan oluşan bir işbölümünün adıdır ulus. Ulus, Ernest Gellner’ın çok yerinde olan tespitiyle, sanayi temelli bir üretim ve tüketim sâhasıdır. Sanayi kapitalizmi, her ne kadar zamân içinde, sivil düzlemlerdeki demokratik-özgürlükçü yumuşatıcılarla görece farklı kılsa da, özünde bir üretim disiplinidir. Püritan âile, okul, işyeri disiplinleri, fazilet yüklü söylemleri yedeğine alarak sivil toplumlaşma (societation) ve toplumsallaşmaları (socialization) bütünlüklü bir şekilde sağlar.

Tuhaf olan husus bu disiplini kuranın da, bozanın da bizzat kapitalizmin kendisinin olmasıdır. Kapitalist krizler kurdukları düzenleri aşındırır. O zaman, neredeyse şaşmaz bir düzenlilik içinde militarist bir mâhiyet kazanır. Ordu millet bir kriz çözücüdür. Tulumlar çıkarılır, askerî libaslar kuşanılır. Dispilinli sanayi toplumlarında yaşanan ve tulum-üniforma arasında sarkaçlanan bir mobilizasyonun yaşanması anlaşılması zor bir şey değildir.

Mesele, sanayi toplumlarının aşınmasıdır. Bu aşınma, üretim kapitalizminin, tüketim kapitalizmiyle yer değiştirmesinde daha belirgin bir hâle gelmiştir. Tüketen, benmerkezcil (egoist), bentapınımcı (narsisist), fırsatçı (oportunist) tüketici insanın (homo consumens), perhizkâr, zahmetçi, çileci (ascetic) diğerkâmcı (alturist) olarak târif edilen üretken insanın (homo faber) yerini almasıdır bu. Son yarım asırda yavaş yavaş gelişen, ama son çeyrek asırda zirve yapan bir kültürel-ahlâkî dönüşümdür bu. Üretim tutkusu faziletlere bir şekilde oda açıyordu. Tüketim toplumunda fazilet iddiası, olsa olsa sitcom satirizminin konusudur. Bu geçişe, zihin(intelligence) ve beden (body) emeği arasında giderek açılan bir uçurum da eşlik etmiştir. Zihin dünyâsı tekno bir sanallaşmada kendisini her türlü endişeden âzâde, ama bir o kadar ihtirasla yeniden üretmiş, bedenler ise boşluğa düşmüştür. Bu boşluğu ise bedenlere dönük bir fetiş doldurmuştur. Antiaging, beslenme titizliği, fitness, moda, estetik operasyonlara dayalı endüstriler doldurmuştur.

Üretim toplumlarının çözülmesini özgürleşme zannettik. Bu yanılsamayı bize kapitalizmin krizleri yaşattı. Krizi kurtuluş bildik. Şimdi kriz olanca ağırlığıyla dört bir tarafımızı kuşattı. Durgunluk, enflasyon eşlendi. Geri dönüş yok. Kapitalizm bildik yollara başvuruyor, militarizmi tırmandırıyor. Gelin görün ki artık üretken disiplin toplumundan eser kalmadı. Tüketmeye alışmış,hazcı, benmerkezci insanları nasıl silâh altına alacak ve savaştıracaksınız? Perde Rusya’da açıldı. Ama eğer savaş çapını büyütür, Avrupa, hele de Atlantik ve Pasifik’e sıçrarsa oralarda da yaşanacaklar, bugün Rusya’da yaşanacaklardan farklı olmayacaktır.