ASIL ALARM DURUMU SEÇİMDEN SONRA

ABD´nin Illinois Üniversitesi Ekonomi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Ali Akarca seçim ekonomisini alnında yapılan çalışmaları değerlendirdi. Akarca, mali disiplin bozulduğu için sandıktan kim çıkarsa çıksın alarm veren bir ekonomi ile mücadele edeceğini belir

ASIL ALARM DURUMU SEÇİMDEN SONRA

Seçim ekonomisi alanında çalışmalarıyla bilinen ABD´nin Illinois Üniversitesi Ekonomi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Ali Akarca ile 24 Haziran sürecinde ekonominin durumunu konuştuk. Dolar kurundaki artış, faiz politikası ve enflasyon beklentisinde seçim harcamalarının dengeleri etkileyeceğini belirten Akarca, mali disiplin bozulduğu için sandıktan kim çıkarsa çıksın alarm veren bir ekonomi ile mücadele edeceğini söylüyor.

18-06/11/ekran-resmi-2018-06-11-203106.png

Dolardaki artışın ardından Merkez Bankası´nın faizleri artırarak yükselişe müdahale etmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Uzun vadede bu dengeyi yürütmek mümkün mü?

Aslında Merkez Bankası faizleri arttırdı demek yanlış olur.  Artan faizleri teyid etti demek daha doğru. Bu, bakan Şimşek´in de dediği gibi, çok gecikmiş bir karardı. Merkez Bankası piyasanın gerisinde kalmıştı. Devletin bile yüzde 17.5´ten borçlandığı bir ortamda bankalara yüzde 13.5´ten borç vermek sadece bankalara daha çok kâr sağlıyordu. Bankaların ucuza para bulduk diye müşterilerine devletin ödediğinin ve piyasanın altında faizle kredi açmalarını beklemek naiflikti. Tabii, bazı kesimlere ucuz kredi vermekle, bazı faiz borçlarını silmekle görevlendirilen devlet bankalarını bunun dışında tutuyorum. Onlar kâr yerine görev zararı yapıp, hazineye yük oluyorlar.

PARA POLİTİKASIYLA OLMAZ

Doların artışını doğuran temel sebep, mali politikanın gevşetilmesi sonucunda artan reel faizin yatırımları olumsuz etkilememesi için, Merkez Bankası tarafından düşürülmesinin beklenmesi. Yatırımları, tasarruf oranını, dolar kurunu ve dolayısıyla ihracatı ve ithalatı belirleyen nominal faiz değil, reel faiz. Reel faizi de enflasyondan arındırılmış faiz olarak değil de, enflasyon beklentisinden arındırılmış faiz olarak tanımlamak lazım. Yani geçmiş enflasyondan ziyade gelecekteki enflasyon önemli.  Uzun vadede reel faizin para politikası ile düşürebilme imkânı yok. Bu iktisatın en az elli yıldır bilinen bir kuralı. Bunu yapmaya çalışmak belki çok kısa bir süre için istenen sonucu veriyor gibi gözükebilir ama uzun vadede enflasyonu arttırıp, nominal faizi ve kuru yükseltir.     

SEÇİM YATIRIMLARI YÜKSELTİYOR

Peki politik riskler gibi Türkiye´ye özgü koşulların etkisi nedir?

Türkiye´de beklenen enflasyon ve reel faiz oranlarının ABD´dekilerle farkı ve politik riskler TL/Dolar kurunu belirliyor. Bunlar arttıkça dolar değerleniyor. Aksi olduğunda düşüyor. Tabii bunlar durup dururken değişmiyor. Sebepleri var. Mali disiplin gevşetildi. Neredeyse her gün yeni bir popülist harcama açıklanıyor. Emeklilere iki bayram ikramiye verildi, yaşlı ve emekli maaşlarına zam yapıldı, çiftçilere, genç ve kadın girişimcilere vergi muafiyetleri, ucuz krediler ve başka destekler veriliyor, vergi borçlarına, birçok cezaya, konut KDV´sine, tapu harçlarına, SSK prim faizlerine af ve indirimler getirildi. Binlerce yeni kadro açıldı. Şimdi, furyaya muhalefet de katıldı. Onlar da emeklilere zam vermekten, asgari ücreti arttırmaktan, yoksul ailelere ve işsizlere maaş bağlamaktan, KOBİ´lere sıfır faizli kredi vermekten, borç silmekten bahsediyorlar. Bunlar bütçe açığını daha da büyüterek, devletin daha çok borçlanmasını ve dolayısıyla da reel faizlerin yükselmesini gerektirecek şeyler. Reel faiz yükseldiğinde yatırımlar düşer. GSYH içinde hükümetin payı yatırımlar aleyhine genişler. Yani devlet, kaşıkla yedirirken sapıyla göz çıkarmış olur. Şayet, yatırımlar düşmesin ve hükümet borçlanmasını düşük faizle yapabilsin diye faizleri indirmek için Merkez Bankası bankalara piyasanın altında borç vermeye ve doğrudan veya dolaylı olarak açık piyasadan hazine bonolarını almaya zorlanırsa, bu sadece para arzını arttırıp, enflasyonu azdırır. Reel faizler düşmez, nominal faizler artar. Dolar kuru artar. Basitçe şimdiye kadar olan buydu. Ancak ara sıra ABD´de açıklanan göstergelerin oradaki faizlere muhtemel etkilerine göre bizdeki faizler ve kur da inip çıkıyordu. Merkez Bankası da bazen dolar satarak kısa süreler için kuru biraz aşağı çekiyordu veya yukarı çıkışını yavaşlatıyordu. Tabii bu uzun vadeli bir çözüm olamaz zira bunun uzun bir süre yapılması döviz rezervlerini eritir.

BAĞIMSIZ MB İLE ÇÖZÜLÜR

Merkez Bankası uzun vadede dolar kuru ve faizleri düşürmek için ne yapmalı? Bu kısır döngüye nasıl bir çözüm getirmeli?

Merkez Bankası, reel faizi değiştiremeyeceğine göre, doların ateşinin düşürülmesi konusunda yapabileceği, enflasyonu düşürecek tedbirler almak. Yani, açık piyasa işlemleri, bankalara verdiği krediler gibi araçlarını kullanarak para arzı artış hızını kesmek. Yalnız enflasyon beklentilerini değiştirebilmek için piyasa oyuncularını bu tedbirlerin kalıcı olacağına inandırmak lazım. Bunun için de TCMB bağımsızlığının tescil edilmesi gerekiyor. Merkez Bankasının son kararları ve bunu başbakan ve ekonomi bakanının desteklemesi, bağımsızlığını geriye aldığı ve artık enflasyonist bir politika izlemeyebileceği hususunda bir parça ümit yarattı. Buna bağlı olarak dolar geldiği çok yüksek noktalardan bir miktar indi. Ancak Cumhurbaşkanından böyle bir destek, en azından Merkez Bankasının serbest bırakılacağı konusunda bir söz gelmediği için kur ve devletin borçlanma faizi tekrar yükselmeye başladı. Mali disiplin tekrar ihdas edilinceye kadar, TCMB üzerindeki siyasi baskının kalkmasını beklememek lazım. Mali disiplin kurulabilse yabancılar için de riskler azalır. Daha az faiz ile daha çok yabancı para gelir. Kısacası, döviz kurlarının kontrolü konusunda asıl iş para politikasından çok mali politikada.

24 HAZİRAN´DAN ZAM

Yani çözüm siyasi iradede... Merkez Bankası´nın tam bağımsız olmamasının dışında politik riskler de özellikle seçim sürecinde belirleyici değil mi?

Evet. Merkez Bankası´nın güvenilir olmaması yanında, yüksek enflasyon besleyen en önemli etken politik belirsizlik. Şimdi uygulamaya konan popülist harcamaların enflasyonist olmamaları için 24 Haziran´dan sonra ya vergilerin artırılması ya da başka harcamaların azaltılması gerekiyor. Ancak bunun yapılmasının olasılığı oldukça düşük zira arkasından yerel seçim geliyor. Bir de, seçim sonucunun, 2015´de olduğu gibi, bir erken seçime yol açmayacağından emin değiliz. Ayrıca ortaya iki veya daha çok partili koalisyon çıkması ihtimali de var. Başkanlık sisteminde koalisyon olmaz deniyor ama Cumhurbaşkanlığını kazanan partinin mecliste sandalyelerin çoğunluğunu alamaması durumunda fiili olarak bir nevi koalisyon olacak.  Bütçesini ve istediği kanunları çıkarabilmek için Cumhurbaşkanı başka partilerin desteğine de muhtaç kalacak. Cumhurbaşkanlığını Akşener veya İnce´nin kazanması durumunda bunun olması hemen hemen kesin. Erdoğan kazanır ama partisi meclisin kontrolünü ele geçiremezse, en az iki partili bir koalisyon olacak. O da Cumhur ittifakının 300´ün üzerinde milletvekili çıkarmasına bağlı. Bu olmazsa başka partilerin de desteğine ihtiyaç duyulacak. Geçmiş tecrübelerimizden biliyoruz ki koalisyonlar altında enflasyon çok daha yüksek oluyor.             

Peki hem 24 Haziran hem de yerel seçimler için ekonomideki tablo, enflasyon oranı, büyüme rakamları oy tercihini nasıl etkiler?

Döviz kurunu etkileyen faktörler oyları da etkiler. Beklenen enflasyonun kuru arttıran ana sebeplerden biri olduğunu belirtmiştim. Kur artışı da enflasyonu biraz daha yukarı çeker çünkü kur artışı ithal edilen malların ve ithal girdi kullanan yerli üretimin fiyatlarını arttırır. 1950´den bu yana yapılan, yerel, senato, milletvekili genel ve ara seçimlerini, ekonometrik metotlarla incelediğimizde görüyoruz ki enflasyonda meydana gelen her yüzde birlik artış iktidar partisinden 0,15 puan oy götürüyor. Ne var ki, enflasyonu doğuran harcamaların kişi başına reel gelirde yarattığı her yüzde birlik büyüme, sürdürebilir olmasa da, iktidara bir puan ilave oy getiriyor  Yani, bir puanlık bir büyüme için ekonomiye verilen uyarı 6-7 puandan az bir enflasyon doğuracaksa, politik bakımdan hükümet için değecek bir hareket oluyor. Zaten enflasyonun etkisi hemen görülmeyeceği için biraz daha fazla enflasyon bile göze alınabilinir. Politikacıları seçim ekonomisi uygulamaya özendiren seçmenlerin büyümeye enflasyonun 6-7 katı ağırlık vermeleri ve ekonomiyi değerlendirirken, sadece son bir yıla bakmaları. O yüzden seçimden önce gaza basıp, seçimden sonra fren yapmak avantajlı oluyor.

Geçmiş seçimlerde benzer durumlar yaşandı mı?

Bazılarında yaşandı, bazılarında yaşanmadı. Seçim ekonomisi için potansiyel var demek, illa da seçim ekonomisi uygulanacak demek değil. Çünkü seçim ekonomisi konjoktürel dalganmalar yaratıyor. İhtiyaç yoksa, boş yere istikrarsızlık yaratmanın manası yok. Ayrıca, seçimden hemen sonra, şimdi olduğu gibi başka bir seçim geliyorsa, frene basmayı geciktirmek zorunda kalıyorsunuz. O zaman enflasyon daha da azıyor. Tüpten çıkan macunu tekrar tüpe sokamıyorsunuz. O yüzden, partiler iktidarda kalmaları tehlike altında değilse seçim ekonomisi uygulamayı tercih etmiyorlar. AK Parti için böyle bir durum 2015´e kadar söz konusu değildi ve seçim ekonomisi uygulamadı. İktidarların birkaç puanla el değiştirdiği 1990´larda bu önlemler çok kullanılmıştı. Şimdi iktidar olma çıtası yüzde 50+1 olunca önemi daha da arttı.