TARİHİ DİLENENLER DEĞİL DİRENENLER YAZAR
Türkiye’nin 55 yıllık girdisinin/çıktısının yeminli, canlı bir şahidi…
Hem yalnız şahidi mi?
Sanığı mahkûmu Musa Anter….
Kımıl Şiiri şairi :
‘Dağa tırmandım amca, zavallı dağ mahzunlaştı /
Arpa olgunlaştı amca, buğday un ufak oldu biçare /
Kımıl geldi amca, kafile halen de zavallı /
Buğdayı yedi, geride samanı bıraktı zavallı…”
Bu şiiri 1959’da yayınladıktan sonra artan çilesi son anına kadar hiç bitmedi.
Ta ki bir Eylül günü Diyarbakır ortasında vurulana dek.
Musa Anter’in katledilmesinden bu yana tam 28 yıl geçti. 72 yaşındaydı öldürüldüğünde…
Katledilmese 100. Yaşını görür müydü bilinmez fakat 1920 doğumlu Ape Musa’nın doğumunun da 100. Yılındayız.
Kürtçe gazete çıkardığı için hakim karşısına çıktığında kendini şöyle savunur:
“Hâkim Bey, İstanbul’da Yahudiler, Rumlar ve Ermeniler gazete çıkarıyorlar. Ayrıca İngilizce ve Fransızca gazetelerde çıkıyor. Ben Kürtçe yazıyorum diye ne olacak?”
Hâkimin cevabı :
“Efendim onlar azınlıktır” olur.
Dürüst bir insanın olanca saflığıyla karşılık verir:
“Hâkim Bey, yani bir memlekette azınlık çoğunluktan daha mı avantajlıdır? Eğer biz azınlık kadar hakkım yoksa ben böyle çoğunluğu ne yapayım? Lütfen karar verin ve beni azınlık kabul edin”
Hâkim ise sözü bağlar “Musa, ne diyorsun? Bu iş kararımla hallolacak mıdır?” dedi.
Kendisi de Kürt bağları olan Kars’lı Hakimle bu diyalogu tarihin sayfalarına acı bir gülümseme ile düşer.
Bugün ölümünden 28 doğumundan 100 yıl sonra devlet Kürtçe Gazeteyi değil, Kürtçe Televizyonu çıkarmakla övünüyor.
TRT Kürdi’de görünüşte Kürtçe konuşulsa da asıl lisan devletin dili.
Ece Ayhan’ın şiirindeki Devlet Dersinin lisanı bu.
Musa Anter’i öldüreni hem biliyoruz hem bilmiyoruz.
Savaş Buldan’ı bilmediğimiz, Tahir Elçi’yi bilmediğimiz, Behçet Cantürk’ü bilmediğimiz gibi.
Attila İlhan’ın söylediği üzere :
“cinayeti kör bir kayıkçı gördü
ben gördüm kulaklarım gördü”
Komünizmin ekmeğini onyıllarca yiyen Türk Faşist sağcılığının, komünizmin esamesi kalmayan bu günlerde HDP parantezinde siyaseti şeytanlaştırma faaliyetleri bırakın geçmiş cinayetlerin aydınlanmasını, nefes almayı bile zorlaştırıyor.
Uzun soluklu bir siyasi geleneğin, diline, kültürüne sahip çıkan bir namusun siyaset yapma kanalları hunharca kısıtlanıyor.
Musa Anter’in; “Yazmakla zulmün hatıraları bitmez ki!” dediği üzre, gerçekler hala bir kocaman demir kapının ardına sıkıştırılmaya devam ediyor.
“Biz hürriyet istiyoruz, onlar bizi zindana tıkıyor ama üzülme bir şey olmaz” diyen Musa Anter’in anısı ışıtıyor, hapse atılmış pek çok siyasetçinin daracık hapishane odasını.
12 Eylül faşizminin dışkı yedirerek büyüttüğü şiddet ateşine karşı barışı, siyaseti, ovada konuşmayı dillendirenlere göz açtırmayan bir ceberrutluktan söz ediyoruz.
Yine kendi sözüyle :
“Ehmedê Xani’nin dediği gibi, doğuştan mahkum olan Kürtler yedisinden yetmişine kadar bir araya geliyor”
Tabi ki bir araya gelinen yer kaçınılmaz olarak hapishane oluyor.
İnsanlar seni görünce akıllarına “Kürtçülük” geliyor diyen hakime “Ne yapayım çarşafa mı gireyim“ diyerek sitem eden ve aslında sorunun sistemden kaynaklandığını aşikar eden, asasız Musa’dan söz ediyoruz.
Musa Anter’in kendinden sonra gelenlere “Beni mezarımda rahat ettirsinler” vasiyetinin hakkını vererek, ülkede anti demokratik koalisyonun yerle yeksan olmasına verilen katkı ile biraz olsun huzur bulduğunu düşünüyorum.
Dünyadaki örneklerinin yolundan giderek kollektif bir bakış ve anlayışla çözüm adına yol alan bir cephenin en güçlü bileşenleri Musa Anter’in yolundan gidenler oldu.
Musa Anter aynı davanın bir diğer mağduru Ahmet Kaya’nın dediği gibi “bir sakin göl kuğusuydu. Olmasaydı sonumuz böyle” diyenlerden oldu.
Ama tarihin yargısı kesindir.
“Tarihi dilenenler değil, Direnenler yazar.”
Not : Babam Mehmet Salih Dündar hemşerisi ve arkadaşı (tabii ki yaş itibariyle kardeş statüsünden) Musa Anter’in Akarsu köyündeki evinde misafir olmuş. Evin girilmeyen (envai çeşit anı eşyalarla dolu , özel odası) odasına misafir edilmiş. Geçmişi beraber yad etmişler. Bu sebepten Musa Anter’in benim için yeri bir kat daha özeldir.