Son haftalarda erken seçim iddiaları giderek yükselmeye başladı. Gözler Kasım ayına çevrilmiş durumda. Siz bir erken seçim öngörüyor musunuz? Erken seçim kararı alması iktidar açısından ne tür sonuçlar doğurur?
Öncelikle bir dizi tespitle başlayalım. Gündemden hiçbir şekilde düşmüyor. Çokça haber çıkıyor bu konuyla ilgili, en son 15 Temmuz’da Tayyip Erdoğan’ın erken seçim ilan edeceği ile ilgili bir haber çıktı hatta. Bu haberler kulis bilgilerine mi dayanıyor, çok emin değilim. Her ne kadar kimi gazeteci arkadaşlar özellikle son 15 Temmuz duyumunun bir kulis bilgisi olduğunu söyleseler de bunların daha çok analitik okumanın sonucu olduğunu düşünüyorum.
Bunun da üç nedeni var.
Bir tanesi, geleneksel olarak Türk siyasetinde seçim tarihini belirleme gücüne sahip iktidarların seçim tarihleriyle oynamayı bir siyasi araç olarak görmeleridir. Pek çok kez de böyle olmuştur. En uygun zamanda erken seçime gitmek bütün siyasi iktidarların yapmaya çalıştığı şeydir. Bunun en tipik örneklerinden biri herhalde 1974 Kıbrıs Harekatı’ndan sonra yaşanan süreçti. Erbakan-Ecevit koalisyonu o dönem CHP tarafından bir erken seçim arzusuyla bozulmuştu, harekât üzerine daha çok oy alacağı beklentisi ile. Koşullar farklı olsa da erken seçim ihtimali bugün de bu mantıkla dillendiriliyor.
İkincisi, bir beklenti boyutu var. Muhalefet tarafından arzu edilen bir şey erken seçim. Bir an önce erken seçim olması ve bir an önce iktidarın el değiştirmesi isteniyor. Bu sebeple, bu ihtimal üzerinden pek çok analiz ve okuma yapılıyor.
Üçüncü unsur da bu beklenti üzerinden yapılan analizlerde siyasi iktidarın alanının çok daraldığı ve erken seçimin karşısında bir mecburiyet olarak durduğu kanısının egemen olması… Bu, insanların kendilerini iktidarın yerine koyarak, ama kendi mantıklarıyla düşünmeleri üzerine kurulu bir analiz tarzı tabii. Buna göre: Ekonomik kriz bir süreklilik halinde karşımızda kalacak. Sonbaharda çok ağır faturalar çıkartacak. Çok daha yüksek enflasyon ve doların kontrol edilemez bir seviyeye yükselme ihtimali var. Bu koşullarda, iktidarın şimdiye kadar aldığı palyatif tedbirlerin ya da beka üzerine kurulu milli güvenlikleştirilmiş ekonomik anlatının pek işe yaramayacağı, krizin, büyümesi halinde ülkeyi gerçekten kavuracağı ve bunun seçimlerde çok ağır bir bedele döneceği kanısı var analistlerde. Sonuç olarak AK Parti’nin bir erken seçim yaparak kriz bu denli büyümeden, seçime gidebileceği yönünde bir ihtimal dillendiriliyor.
Dikkat edecek olursak bunların hepsi dolaylı analizler, tahminler, beklentiler üzerine kurulu.
Ancak siyasal hayatın gerçekleri farklı. Kişilerin analizleri kendi mantıklarından hareketle başka aktörlere giydirilen bir akıl olduğu zaman tahminler genel olarak tutmuyor. Oy tahminleri de tutmuyor, bu tarz tahminler de.
Ben erken seçim olacağı kanaatinde değilim. İki nedenle değilim. İlk neden, Erdoğan ve arkadaşlarının, hâlâ yaşanan krizi yönetebileceklerine dair bir inanç taşıyor olmaları. Ekonomik krizin yarattığı tahribatı savuşturmada, bertaraf etmede bu krize dair söylemin işe yarayacağı kanaati de hâlâ baskın iktidarda.
İkinci neden olarak, ekonomik gündemi başka türlü gündemlerle ikame etme, değiştirme çabasının da işe yaradığı düşüncesindeler. Gerek dış politik hamlelerde, gerek de iç politik hamlelerde güvenlikçi çıkışların üzerine kurulu bir milliyetçilik yükseltilmesi politikasının temel anlamı bu.
Siyasi iktidar bunlar üzerinden yol almaya devam edecektir diye düşünüyorum.
İnsanlara rasyonel ya da irrasyonel gelebilir, sonuç alır ya da almaz, ancak Erdoğan, seçimlere giden yolda bunlardan çok taviz verecek gibi durmuyor ve atacağı adımların krizin üstünü örtecek yeterlilikte olacağını düşünüyor.
Benim gözlemim bu…
Dolayısıyla erken seçim iddiaları bir muhalif beklentidir denebilir.
Ancak tedbirli olalım. Zira bu da bir tahmin. AK Parti’nin içerisinde ne tür tartışmalar, ne tür hesaplar yapılıyor bilmiyoruz. Zira AK Parti dediğimiz şey Tayyip Erdoğan’ın zihni aslında. Ayrıca pragmatik bir lider söz konusu. Her ne kadar bugüne kadar hiç erken seçim olmayacağı angajmanı varsa da bir anda çok sert bir hamleyle, şu veya bu gerekçeyle erken seçim ilan edebilir.
Ama dediğim gibi benim okumama göre ortada pek bir erken seçim görüntüsü yok. Bu tartışmalar biraz yaz aylarının hoş tartışmaları ama aynı zamanda boş tartışmaları.
Yaz aylarının tartışmaları demişken, bir başka tartışma da AK Parti içerisinde devam ediyor. Eski TBMM Başkanı ve AK Parti kurucularından Bülent Arınç geçtiğimiz hafta CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun da katılımcıları arasında yer aldığı Türk Demokrasi Vakfı’nın yeniden açılışında konuştu. Arınç buradaki konuşmasında iktidar medyasını eleştirdi ve ‘Kral çıplak demenin vaktidir’ dedi. Daha sonra Arınç’a parti içinden eleştiriler geldi başta Mehmet Metiner olmak üzere. Kimileri bu tartışmayı iktidarın artık gidici olduğu ve herkesin de bir yolunu bulup buradan kaçmaya çalıştığı şeklinde yorumladı. Siz bu tartışmayı ve bu yorumları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu yorumları çok gerçekçi bulmuyorum. Yine az önce dediğim gibi bunlar analizden çok beklentilerle ilgili. Bu tür tartışmalar AK Parti’de pek çok kez oldu. Özellikle Mehmet Metiner ve onun gibi birkaç isim daha var, onların etrafında dönen tartışmalardı bunlar. Bu isimler Tayyip Erdoğan’a ya da iktidara yönelik içeriden ya da yakından gelen herhangi bir eleştiriyi ihanet vurgusuyla karşılayan, çok sert çıkışlarla tepki gösterip, Tayyip Erdoğan’ın safında daha cengaver olma, görünme arayışı olan isimler.
Bu noktada görmemiz gereken şey şu; Erdoğan’ın kurmuş olduğu bir yeni AK Parti düzeni var. Bu yeni AK Parti düzeni kuruluş dönemindeki AK Parti ile tamamen zıt. Kolektif aklın ölmesi ve hatta öldürülmesi üzerine kurulu ve kişi iktidarına dönüşmüş bir yapı bugün AK Parti. Dolayısıyla eleştirilere verilen karşı tepkiler, yanıtlar o kişi nezdinde önemli olmak, ona giden merdivenlerden yukarı doğru tırmanmak tarzı politik faaliyetler olarak çıkıyor karşımıza. Bu çok dar alan siyasetidir. Büyük anlam taşımaz.
Tartışmalardaki diğer kanada, eleştiri yapan kesime gelince…
Tayyip Erdoğan, Gezi olaylarından itibaren partinin kurucularının büyük bir kısmını tasfiye veya pasifize etti. İlk grup tasfiye edilip, bugün tamamen muhalif olanlar ve dışarıda kalanlar; Abdullah Gül, Ali Babacan, Ahmet Davutoğlu gibi isimler… Bunlar AK Parti’nin açılım dönemlerinin önemli isimleri oldular. Hepsi Gezi olaylarından sonra şu veya bu şekilde tasfiye edildi. Ve bugün açık muhalefet yapıyorlar. İkinci grup ise etkisizleştirilerek partinin geniş çevresi içerisinde kalmaya devam etti. Mesela Erdoğan bir konsey kurdu ve eski Meclis başkanlarını bunun içine aldı. Cemil Çiçek var orada, Bülent Arınç var örneğin. Eleştiriler daha çok bu kişilerden geliyor. Cemil Çiçek gibi, Bülent Arınç gibi isimler zaman zaman eleştirel ifadelerle kamuoyunun karşısına çıkıyorlar. Bu da aslında anlamlı bir siyaset yapma biçimi değil. Siyasi parti içinde bir karşılığı yok. Daha çok bu kişilerin kendileriyle ilgili, ‘ceketin üzerindeki kepeği temizleme’ gayreti. Çünkü gerçekten siyaset yapma faaliyeti olsa partinin içerisinde olmazlar, öyle olsa çok daha sert eleştirilerde bulunurlar.
Örneğin hem ‘kral çıplak demenin vakti’ deyip hem de hiçbir şey yapmadan orada durmak pek bir anlam ifade etmiyor.
Cemil Çiçek de kimi çıkışlar yapıyor. O da böyle bir ‘bilge akıl veriş’ tarzı benimsiyor ve küçük uyarılarda bulunuyor. Siyasi nitelik taşımıyor bu da. Hatta zaman zaman AK Parti içerisinde farklı fikirlerin, farklı renklerin, farklı çiçeklerin yeşerebileceğine dair de yanlış bir zan oluşturuyor.
Dolayısıyla Metiner ve Arınç arasındaki tartışmaya bir bütün olarak baktığınız zaman bunları görüyoruz.
Konu ile ilgili videonun linki: https://youtu.be/_Zzb7-j-OoE