Mısır ve Cezayir gibi ülkeler, diğer Arap ülkeleriyle karşılaştırıldığında kurumsal yapısı ve bürokratik meşruiyet bakımından birbiriyle benzeşirken diğer Arap ülkelerinden ayrışıyor. Her iki ülkede de teamülleri olan, uluslararası arenada göreli olarak belirli saygınlığı olan devlet denebilecek bir olgunun varlığından bahsetmek mümkün. Aynı şeyi Sudan ve diğer Arap ülkeleri için söyleyemiyoruz.
Önce Cezayir arkasından Sudan’da meydana gelen olaylar Arap isyanlarının artçı sarsıntıları olarak görülürken buna bir de Mısır’daki gösteriler eklenince hatalarından ders çıkaran halkların bu kez daha aklı başında ve olgun bir şekilde alana dönme ihtimalinden söz edilmeye başlandı. Arap isyanları, -Tunus hariç- iktidarları devirme konusunda kısmen başarılı olsa da iki konuda başarısız olmuştu: Tükenmiş Arap rejimlerinin yerine yenisini ikame etmek, yeni bir bölgesel sistem kurmak.
Birkaç Arap ülkesinde yaşananlar yeni bir dalga olarak değil, artçı sarsıntılar olarak kabul edilse bile adalet, özgürlük, eşitlik temelinde yeni bir politik sistem ve yeni bir iktidar yapısının inşa edilmesinin gerekliliğinde kuşku yok. Bu yüzden tekil ülkeler düzeyinde de olsa bu isyanların süreceği ve yeni bir bölgesel düzen kurulana kadar bu sürecin devam edeceği kuşkusuz. Zira sistematik zulüm ve ihlaller üreten siyasi yapıların mevcut haliyle sürdürülebilmesi imkânsız görünüyor.
Bu üç ülkede İslamcıların mevcut sistemle ilişkilenme biçimi, birbirlerinden oldukça farklı. Bu üç isyanın bağlamına bakıldığında Sudan’daki ayaklanmaların İslamcıların isyanların yaşandığı diğer ülkelerdeki pozisyonunu da büyük ölçüde zayıflattığını gösteriyor. Artık İslami hareketlerin iktidara geldiklerinde kendilerinden önceki yolsuzlukçu ve dejenere rejimlerin pratiklerinden bütünüyle beri olduklarını iddia etmeleri eskisine göre oldukça zor görünüyor. Zira Sudan rejiminin başındaki Ömer el Beşir’in mahkemede S. Arabistan veliahdı Muhammed bin Selman’dan 25 milyon dolar aldığını ve diğer yolsuzluklarını ikrar etmesiyle birlikte Sudan’ın İslamcı yönetiminin de aslında otoriterlik ve yolsuzluklar bakımından diğer Arap rejimlerinden pek de farklı olmadığını gösteriyor. Bu, Mısır’da ya da başka ülkelerde İslamcıların kuracağı sistemin Sudan’daki gibi yolsuzlukçu ve otoriter olacağını kanıtlamasa da İslamcıların elini zayıflatır cinsten.
Öte yandan Arap ve İslam dünyasına model olarak gösterilen AKP’nin yönetme tarzı bakımından Sudan’daki otoriter ve yolsuzlukçu yönetimle büyük ölçüde benzeştiği de artık yavaş yavaş kabul edilen bir durum. Arap dünyasında İslamcı yönetimler haricinde bütün ideolojiler iktidarda test edilmiş, sadece İslamcılık test edilmemişti. Ancak Sudan ve Türkiye deneyiminden sonra İslamcılar, Ortadoğu ülkelerinde meydanlara çıkıp İslami bir yönetim talebini eski rahatlıklarıyla gündeme getiremeyebilirler.
Sonuç olarak isyanlara katılsın ya da katılmasın insanlar artık ideolojilerin yer değiştirmesinin çözüm olamayacağını, hatta mevcut otoriterliği üreten şeyin bizzat bu ideolojiler olduğunu düşünmeye başladı. Tam da bu yüzden artık sokaklarda İslami, Arapçı ya da sosyalist bir yönetim talebinin çok da fazla karşılık bulmadığını daha çok adalet ve özgürlük taleplerine vurgu yapıldığı, isyanlara yolsuzluk karşıtı bir söylemin hakim olduğu görülüyor.
Bu ve başka nedenlerle İslamcıların her üç ayaklanmada da gösterilerle aralarına mesafe koydukları, katılsalar bile kendi renklerini vermekten imtina ettikleri görülüyor. Zira bir gösterinin İslamcılar tarafından organize ya da domine edilmesi, belirli kesimlerin gözünde o gösterilerin doğrudan vahşi bir şiddetle bastırılmasını temize çıkaran bir şey olarak görülüyor. Arap dünyasında yaşanan katliamlar nedeniyle duyar eşiği çoktan aşıldığı için şiddet yüklü bir müdahaleye ne yerel aktörlerin ne de uluslararası toplumun duyarlılık göstereceğini kimse beklememekte.
Öte yandan bu üç ayaklanma her ne kadar birçok konuda birbirinden farklılık arz etse de sosyal adaletsizlik, özgür ve adil bir sistemin olmayışı, hukuk devleti yokluğu gibi konularda ortak bir zemine sahip. Mısır ve Cezayir gibi ülkeler, diğer Arap ülkeleriyle karşılaştırıldığında kurumsal yapısı ve bürokratik meşruiyet bakımından birbiriyle benzeşirken diğer Arap ülkelerinden ayrışıyor. Her iki ülkede de teamülleri olan, uluslararası arenada göreli olarak belirli saygınlığı olan devlet denebilecek bir olgunun varlığından bahsetmek mümkün. Aynı şeyi Sudan ve diğer Arap ülkeleri için söyleyemiyoruz.
Peki bu kurumsallaşma neden önemli? Çünkü bir devlet ve özellikle de ordu ne kadar kurumsallaştıysa bu durum, güvenlik güçlerinin şiddet uygulama kapasitesini düşürürken aynı ölçüde o yönetimin devrilmesini de zorlaştıran bir şey. Örneğin Arap isyanlarını inceleyen Eva Bellin, rejim değişimi talepleri karşısında devletin pozisyonunu belirleyen dört temel öğe olduğunu; bunların malî durum, uluslararası destek, ordunun kurumsallaşma derecesi ve rejime yönelik muhalif hareketlerin büyüklüğü olduğunu belirtmekte.
Arap dünyasının önde gelen entelektüellerinden Hayruddin Hasib bir Arap ülkesinde isyanın başarıya ulaşabilmesinin yolunun dört unsurdan geçtiğini belirtiyor: 1. Korku eşiğinin aşılması. 2. Gösterilerin barışçıl ve şiddetten uzak olması. 3. Orduların mevcut siyasal çatışmada tarafsız ya da halktan yana taraf olması 4. Halk arasında rejimin yıkılması ya da değiştirilmesi gerektiği yönünde tam bir konsensüs bulunması. (Mezhebi ve etnik fay hatlarının bu konsensusa halel getirmemesi).
Son olarak Sudan ve Cezayir ayaklanmalarının toplumsal yapıyı temelinden sarsacak ve Arap rejimlerine daha büyük bir şiddetle karşılık vermesine gerekçe sağlayacak biçimde, ülkeyi kontrolsüz bir şiddet döngüsüne sürükleyecek hareketlerden kaçınmalarının bu isyanları değerli kılan en önemli unsurlar olduğunu ifade etmek gerekiyor.
Sudan’daki ayaklanma Beşir yönetimini devirdikten sonra Mısır’da askerlerin kurduğu tuzağın bir benzerine düşmedi ve sivil yönetimde ısrar etti. Öte yandan Cezayir’de halk, ordu ve devletin bütün manipülasyon ve manevralarına rağmen yolsuzlukçu rejimin sembol isimlerinin yargılanması taleplerinden vazgeçmeyerek halkın mallarını yağmalayanların hesap vermelerini sağladı. Bu noktada Sudan ve Cezayir deneyimlerinden öğrenecek çok şey olduğu kesin.
İslam Özkan kimdir?
İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. Gazeteciliğe Selam gazetesinde başladı. Bir dönem kitap yayıncılığı alanında faaliyet gösterdi. Ardından Filistinhaber, Time Türk, Dünya Bülteni, Birleşik Basın gibi internet sitelerinde editörlük, TRT Arapça, Kanal On4, Kudüs TV gibi televizyonlarda haber müdürlüğü ve TV 5'te program moderatörlüğü, bazı Arap televizyon kanallarının Türkiye temsilciliğini yaptı. Halen Marmara Üniversitesi Ortadoğu ve İslam Ülkeleri Araştırmaları Enstitüsü Ortadoğu Sosyoloji ve Antropolojisi'nde doktora eğitimini sürdürmektedir.