Türkiye´de çıkmış müzikle ilgili en önemli süreli yayınlardan birisi olan Roll müzik dergisinin 8. sayısında (2005) romanımızın 1980 sonrası özgün isimlerinden Latife Tekin ile yapılan söyleşi farklı açılardan tarihsel nitelikler taşımakta. Ülkenin özellikle 1970´lerden itibaren geçirdiği toplumsal değişim ile ilgili Latife HanımınKayseri Bünyan Karacafenk köyünde geçen çocukluğundan başlayıp günümüze uzanan çözümlemeleri, bir dönem içerisinde aktif biçimde yer aldığı politik ortama dair eleştirileri, yazdıklarından hareketle roman ve genel anlamda edebiyatımızın mevcut durumuna yönelik gözlemleri, altını çizerek okuyabileceğimiz bir metin çıkartıyor ortaya.
Ancak benim için asıl tarihsel nitelik taşıyan mesele, kendisine yöneltilen sorulardan ?arabesk? ile ilgili olanlara verdiği cevaplar. Orhan Gencebay´ın ?Hatasız Kul Olmaz? isimli şarkısı üzerinden gelişen ve giderek çözümleyici analizlere ulaşan sohbet, dikkate alacağımız sosyolojik tespitlerin ötesinde bizatihi Türk solunun arabesk ile kurduğu sorunlu ilişki hakkında önemli tespitler sunuyor.
Çok yakından tanıdığı, bildiği, adeta içerisinde bir özne olarak bulunduğu kenar mahallelerden çıkan ve gerek maddi gerek manevi yoksulluk zeminine oturan romanları ile bu mekanların öykülerini anlatan, 1980 sonrası edebiyatımızın en özgün dilini yakalamış isimlerin başında gelen Tekin´in sadece ?Berci Kristin Çöp Masalları? kitabı bile başlı başına arabeskin masalsı yanını anlamaya yeter. Dolayısıyla onun ?içeriden birisi? olması, benzer değerlendirmeler yapan çoğu isimden ayrışarak, hakikate dokunması, gerçeklik taşıması yönü ile önem kazanmakta.
Bunu şu yüzden söylüyorum. Arabesk müziği olumlayan ve bu müziği ne kadar kıymetli bulduğunu belirten bir sürü sosyolojik çözümlemeler okuyoruz zaman zaman. Oysa ömrü boyunca gidip Ferdi Tayfur´un, Müslüm Gürses´in, Esengül´ün, Bergen´in kasetini almamış, evlerinde bulundurmamış ve dinlememiş entellerin gerçeklikten uzak, samimi olmayan cafcaflı sözlerine şahit olduk yıllardır. Bu da bilgi ve etik arasında olması gereken irtibatı flulaştırıp, hakikati görmemizi engelliyor her şeyden evvel.
Kenar mahallelere marş dinletmek
Latife Tekin´in arabesk ve Gencebay´ın kült eserinden hareketle gerçekleştirdiği yorumlar mühim ama asıl önemli olan, 1970´li yıllarda propaganda amacıyla -ya da örgüt çalışması diyelim- kenar mahallelere giden solcuların buradaki insanlara marş dinletmeye kalkmaları ama bunun hiç etki yapmadığının gözlenmesidir (s.31). Çünkü kenar mahalle arabesk dinlemektedir. Oysa arabesk özellikle ortodoks sol için toplumu uyuşturan, onun direnmeye dair gizil gücünü manipüle eden ve sosyalist öğreti doğrultusunda geliştirilecek kültürel düzeyini aşağı doğru çeken bir yozlaşma enstrümanıdır! Bu yüzden insanlara arabeskin ne kadar kötü olduğunun bir toplumsal mühendislik becerisi ile anlatılması gerekmektedir! Kabaca Türkiye´de ortodoks solun arabeske yüklediği olumsuz anlam bu cümleler etrafında dönüp durmaktadır diyebiliriz.
Marş dediğimiz Batılı form ise Anadolu´da varolan birçok sesi es geçip, yok sayar ve hamasetle tamamlanan militer bir coşkuyu karşılar. Marşlar ekseninde toplanabilecek bu üslubun aslında sadece Türk solu ve hatta resmi ideoloji ile sınırlı olmadığını da hemen belirtelim. Çünkü marş, Osmanlı modernleşme tecrübesinin en önemli göstergelerinden birisidir ve Batılılaşmaya eşlik eden saray tarafından özellikle kurumsallaştırılmaya çalışılan bir türdür. Dolayısı ile bu marş macerası Türk sağının önem atfettiği Osmanlı´nın, Batılılaşma öyküsü ile birlikte başlıyor (Abdülhamid´in Türk müziğinden hoşlanmadığını da ekleyelim). İlginç bir şekilde 1980´lerin ikinci yarısından itibaren İslamcı siyasal akımın da benzer bir pratiği ortaya koyduğunu ve İran, Filistin marşları adı altında tıpkı tercüme metinlerde yapılan ithal zihni işleyiş gibi müzik üzerinde de aynı üretimlerin sunulduğunu hatırlamak gerekli. O yüzden müzikal anlamda sınırlı, kısır ve Anadolu´nun duygu tonuyla, toplumun en az bin yıldır hikâyesinin içerisinde yer aldığı seslerle örtüşmeyen marş formu üzerinden Türk solunun 1970´lerde yaptığı yanlışı, 1980´lerin sonuna doğru Türkiye´deki siyasal İslamcı akıl da bilinçli-bilinçsiz şekilde tekrarlayıp durdu.
Söyleşiye dönersek, orada Latife Tekin şu cümleyi de kuruyor: ?70´lerde rock dinleyebilmek için kolejli olmak gerekiyordu Türkiye´de. Solcu arkadaşlarımızla bir araya geldiğimizde biz türkü söylerdik, kolejli arkadaşlarımız da Cohen´den falan şarkılar söylerdi. Simon&Garfunkel, Bob Dylan, Joan Baez, Cat Stevens dinlendiğini hatırlıyorum? (s.37). Bu cümle de yine, Türkiye´de solun rock müzikle kurduğu ilişki biçimiyle, dünyada solu besleyen sosyolojinin rock müziğini besleyen ilişki biçimini açıklaması bakımından dikkate değerdir. Rock netice itibariyle kentli ve mekanı kent olan ve bütün estetik, kültürel, müzikal kaynağını kentin doğurduğu modern bir form. Hem modernleşme hem de kentleşme süreci üzerinden açıklanabilecek bir müzik. Oysa Türkiye´de belki 2000´li yıllara kadar kenar mahalleleri dolduran toplumsal katman/?ezilen sınıf? kır, taşra ve Anadolu´dur ve henüz kentleşme meselesi ortada durmaktadır. Bir manada Türkiye´de ezilen sınıfların öyküsünü, direnişini arabesk söylemektedir.Batı´da ezilen sınıfların, protestosunu ise rock müzik ile yaptığını biliyoruz. Bizde rock Latife Hanımın belirttiği gibi ancak kolejli solcu çocukların yaptığı ve dinlediği bir müzikti uzun yıllar boyunca.
Solun sosyalist gerçekti bir zihinle ?köylü? nitelikler taşıyan bu mahallerde yaşayan insanların ideolojik bilgilendirilme ile bir sınıf olduklarının ve adına işçi denildiklerinin farkına vardırılmalarını öneren toplumsal mühendisliği (marşlarla mesela) netice itibariyle Latife Tekin´in söyleşisinde belirtiği gibi işe yaramadı. Çünküarabesk daha gerçekçi bir öyküye sahipti ve o mahallede bizatihi kendi kendisini doğurmuştu. Oysamarş bu öyküyü taşımadığı gibi müzikal formu da duygu dünyalarındaki parçalanmayı anlatabilecek bileşenlere sahip değildi. Yabancıydı her şeyden öte. İran ya da Filistin marşlarının da bize yabancı olması gibi.
Türk sağına göre arabesk
Peki sağın arabeske yönelik bakış açısı nedir diye sorduğumuzda orada da pek farklı bir tutum bulamayız. Sol kentli bir sosyolojiye yaslandığı için Türkiye´de doğal olarak modernleşmenin enstrümanlarını kullandı. Sağın toplumsal karşılık bulduğu katman ise on yıllar boyutaşra merkezli bir fotoğraf sunduğu için modernleşme ile açıklanabilecek müzikal form üretememiştir. Yani 1970´lerde Cem Karaca´nın yaptığı müzikle benzer teknik ve tematik nitelikler taşıyan bir form sağda çıkamamıştır. Orada ozan ancak kente gelmiş ve sadece karşılaştığı yeni duruma politik cevaplar verebilmiştir (Ozan Arif). Modernleşmenin Batıcı yüzünün, sağı temsil eden sosyolojinin sembolik alanlarında korunma güdüsü ile içe kapanmayı ve muhafazakarlaşmayı doğurduğunu söyleyebiliriz.
Bu muhafazakarlaşma, müziği de toplumsal damarlarından, dışarıda akıp giden hayattan kopardı bir bakıma. Sağcı entelektüel, sanatsal ve kültürel çevrelerin de arabeske Türk müziğini yozlaştıran, düzeysizleştiren, hastalıklı bir form olarak baktığını iddia etmek mümkün. Türk sağının çıkmış en itibarlı dergilerinden birisi olan Türkiye Günlüğü´nün arabesk müziğini özel sayı yaptığı (Ağustos 1989, Sayı 5) yayınında bu bahsettiğimiz meseleye değinen bir söyleşi buluruz.
Bu müzik türünü anlamaya dair olumlu yaklaşımların da yer aldığı derginin bahsettiğimiz sayısında sağcı dünya görüşünün popüler tarihçisi Yılmaz Öztuna´nın yaklaşımı adeta Ziya Gökalp´i tekrarlar niteliktedir. Arabesk müzik üzerine kendisi ile gerçekleştirilen söyleşide şöyle diyor Öztuna: ?Arabesk´in arkasında Asala, bölücü güçler ve bunların destekleyicisi yabancı mihraklar vardır (s.51)?.
Durum böyle. Sağı ve solu ile arabesk müzik uzun yıllar ya görmezden gelindi, ya yasaklandı ya da hastalıklı biçiminde tanımlandı. Ve kenar mahallelerden akıp gelmekte olan öykü çok geç anlaşılabildi maalesef.