Antisemitizm

Süleyman Seyfi Öğün yazdı;

Antisemitizm

Hâfıza dünyâmız hakikâten de son derecede ilginç niteliklere sâhip. Aslında hatırladıklarımız ve unuttuklarımızla yaşıyoruz. Ne hatırlamak, ne de unutmak mutlak. Mutlak hâfıza kaybının yol açabileceği muhtemel durumlar üzerine çevrilmiş çok hoş filmler vardır. Christopher Nolan’ın 2000 yapımı Memento filmi bunun en çarpıcı olanlarından birisidir. Bunun aksine, her şeyini ‘hatırlamak’ üzerine kuran insanlar da vardır. Sâdece hatırladıklarıyla yaşarlar. O kadar ki, güncelden ve gelecekten büyük ölçüde koparlar. Uç durumlardır bunlar. İnsanların kâhir ekseriyeti hatırlamak ve unutmak istediklerini bir araya getirdikleri ara durumlar üzerinden hayâtlarını inşâ eder. Doğrusu şahsen, ihtiraslı unutmalarla hatırlamaların insan hayâtını zorlaştırdığını düşünürüm. Evet, hatırlanması ve unutulması işleri zorlaştıran durumlar çoktur…

Bir de hatırlamanın tarzları vardır. Bu da çok sorunlu bir alandır insan hayâtında. Aslında tarzlar denince unutmak ve hatırlamak arasındaki diyalektik ilişkiler aydınlanmış oluyor. Gâliba unutmak ve hatırlamak iki zıt kutup değil. Aslında hatırlarken de birçok şeyi unutmuş oluyoruz. Belki de unutmak için hatırlıyoruz. Zihin dünyâmızdaki metcezir manzaraları bunlar…

Son günlerde Kudüs’te, Gazze’de yaşananları; daha çok da insanlığın verdiği tepkileri tâkip ederken aklıma gelen de bu diyalektikti. İsrâil devletinin “icraatlarını” eleştirenler, tıpkı İsrâil semâlarını koruyan “Demir Kafes”e benzeyen, lâkin zihinlerde konuşlanmış başka bir demir kafese çarptıklarını hissediyor. Derhâl antisemitist olmakla suçlanıyor. Bu suçlamalar karşısında, eleştirilerinin antisiyonizmi hedeflediğini, antisemitizm ile antisiyonizmin farklı şeyler olduğunu, asla antisemitist olmadıklarını ispatlamak için ne kadar dil dökseler de işe yaramıyor. Külyutmaz edâyla söylenen, antisiyonizmin aslında antisemitizmi gizlemek için bir paravan olduğu cevâbını alıyorlar. Tabii ki gâyeleri antisemitizm üzerinden bir dokunulmazlık kazanmak. Ama haklarını verelim, bunda da başarılı oluyorlar.

Bu “başarı” aslında aşağı yukarı 70 senelik akıllıca yatırımların hediyesi onlara. II. Genel Savaş sonrası, her sene düzenli olarak dünyâ kültür hayâtında -piyasası desek daha doğru olur herhâlde- Yahudilerin uğradığı soykırıma dâir, farklı kalitelerde sayısız ürün üretilmiştir. Sayısız film, tiyatro oyunu, edebî eser, sergiden bahsediyorum. Norman G. Finkelstein’ın ifâdesiyle bu, artık başlı başına bir “Soykırım Endüstrisi” vücûda getirmiştir. Pekiyi ne için? Cevap çok bellidir: Holocaust’u unutturmamak için. İnsanlık bu korkunç vahşeti unutmamalıdır ki, tekrârı yaşanmasın.. Ne kadar güzel değil mi? Holocaust o kadar eşsiz ki, İsrâil ne kadar Filistinli öldürürse öldürsün bu soykırım olmayacak…

Gelin işin iç yüzüne bir bakalım. Bir defâ şu çok berrak anlaşılıyor ki, Holocaust’a sebebiyet veren antisemitizm eşsizleştirilip, Hitler Nazizmi’ne inhisar ettirilirken bu düşmanlığın derin târihsel kökleri unutturulmak isteniyor. Meselâ Edward devrinde 1290’da İngiltere’de yaşanan Yahudi sürgünü; İspanya’da 1492’de yaşananlar; haydi daha yakınlara gelelim 1902-1905 arasındaki Kişinev Pogromları, Rusya’da yaşanmış çok sayıda Yahudî kıyımından, sürgününden bahis geçmiyor. Geçse bile üstünkörü geçiştiriliyor. Bütün fatura Hitler’e kesiliyor. Hâlbuki, Hitler bu büyük antisemitist dalganın en yıkıcı aşamasını; belki de kıyıyı dövdüğü aşamayı ifâde ediyor. Ama bunlar bir kenâra itiliyor. varsa yoksa Naziler ve Holocaust.. Anlaşılıyor ki bu hatırlatılırken pek çok şey, belki de işin aslı unutturulmak isteniyor.

Büyük târihçi Werner Sombart, Katolik Kilisesi’nin engellerine takılan kapitalist iş ve işlemlerin Weber’in iddia ettiği gibi ona karşı çıkan Kalvinist Püritanların elinde değil, Yahudilerin elinde yükseldiğini iddia etmiştir. Bu, bana daha doğru geliyor. Bir bakıma Kalvinizm, Hristiyanların bu açıdan Yahudilikle yeni ekonomik aklı üzerinden uyumlulaşmasını ifâde ediyor. Katolik dünyâ ise bu gidişâtın kenarına düşüyor. (Hoş, onlar da kendilerini ne yapıp edip sonunda kapitalizmle uyumlulaştırdı). Ama tortular hüküm sürmeye devam ediyor. Biden’ın İsrâil’e görece mesâfeli duruşu, İsrâil’in operasyonlarına Katolik İrlanda’dan bir protestonun yükselmesi bu durumu anlatıyor. Daha derinde ise Evangelizm’de olduğu gibi köklü bir Yahudi-Hristiyan ittifak, bu defâ sâdece ekonomik akıl üzerinden değil, siyâsal-ideolojik düzlemde de oluşmuş görünüyor. Hatırlarken unutturmanın ardında bu bağın olduğunu düşünüyorum..

1980’lerden başlayarak yükselen İslâm karşıtlığı ise unutturmanın ve yeni bir ittifâk oluşturmanın “müthiş” imkân ve “fırsatlarını” veriyor. Burada Yahudi-Püritan ve Katolik enerjiler birleşik bir yapıya kavuşuyor. Dahası var; Papa’nın pürtelâş Irak’a yaptığı ziyâret, geleneksel Katolik-Şia bağını canlandırarak cepheyi büyütmek ve bu resimde etkinlik arttırma teşebbüsünden başka bir şey değil. Filistin konusunda bir zamanlar mangalda kül bırakmayan İran’ın sessizliği ne kadar dikkât çekici. Yazıklar olsun…