Yaşamak, yaşadığının farkında olmak, yaşamı anlamlı ve değerli kılmak, yaşamaktan keyif almak ve dahi yaşamınla başkalarının keyif almasını sağlamak zor sanattır.
Ama Arapların deyişi ile; "Her şey bilindikten sonra kolaydır" kaidesi mucibince, yaşamayı öğrendikten sonra, yaşamı anlamlı ve güzel kılmak kolaylaşıyor.
Ne yazık ki insanoğlu kendi imkan ve kabiliyetleri ile anlamlı bir yaşamı bulamıyor. Bunun için bir iş adamının bankadan kredi alması gibi başka birinden kredili destek alması gerekiyor. Çünkü insanoğlunun ömrünü ortalama 75 yıl olarak hesaplarsak; bu 900 ay, yani 3857 hafta bu da 27000 gün, bu da 648000 saat ediyor. Bu inananlar için bizi yaratan Allah, inanmayanlar için doğa tarafından insana verilmiş zaman adlı kredidir.
Zaman yeryüzünde bulunabilen en değerli madenden bile daha değerli bir madendir. Bu madenden düzenli, sağlıklı bir şekilde istifade ettiğinizde anlamlı bir yaşamınız oluyor. Zamanı doğru kullanmadığınızda ise anlamsız ve değersiz bir yaşamı geçirip Hakk'ın emri vaki olduğunda ise bir ot gibi geçiyorsunuz bu dünyadan.
Zamanın kıymetini bilmek, çok eski zamanlardan beri insanoğlu için bir sorun olduğundan İslam Peygamberi Hz. Muhammed S. şöyle buyurmuştur; " İki günü eşit olan zarardadır." Lakin ne yazık ki ben gözleyebildiğim kadarı ile Müslümanlar bir çok konuda olduğu gibi bu konuda da Peygamberi duymamışlar.
Kudema "Vakit nakittir" demiş ise de onları da duyan insanımız çok az.
Zamanın ne kadar değerli olduğunun farkına bazen zamanınızın sonsuz olduğunu sandığınız bir mekanda anlayabilirsiniz. Böyle bir mekan var mı, diye sorabilirsiniz. Ama eğer başınıza gelmediyse bilmeyebilirsiniz, lakin 10 yıl gibi uzun bir ceza almış ve cezanız onaylanmışsa, bu 10 yıl size hiç bitmeyecekmiş gibi görünebilir. Esasen de gelecek zaman olarak 10 yıl çok uzun bir süre fakat geçmiş zaman olarak ise dün gibi gelmiyor mu size de? Mesela bundan on yıl önceki onlarca olayı yeni olmuş gibi hatırlayabilir insan. Ama gelecek zaman olarak, en kısa ve kestirme yoldan "kim öle kim kala" der geçeriz.
İnsanın hem kendisini ve hem de başkasını yeniden keşfettiği bir yerdir hapishane. Bu benim içinde böyle oldu. Ben hapishanedeki sonsuz gibi gelen zamanın sisli ortamında öğrendim zamanın kıymetini.
Benim, kendimin insan olduğunu, insan olarak imkan ve kabiliyetimin sınırlı olduğunu, başımı taşa betona vurarak cezamın bitmeyeceğini, ancak ve ancak zamanımı verimli ve düzenli bir şekilde kullandığımda bu cendereden kurtulabileceğimi öğreten yer de hapishane idi.
Hapishanelerde dört mevsim olmaz. Orada sadece iki mevsim vardır. Sıcak olan her gün yaz, soğuk olan günlerde kıştır. Ne baharın rengarenk çiçeklerini görebilirsiniz orada ne de yaz ve sonbaharın bereketli meyvelerini.
İşte umutsuz bir karanlığın girdabında debelendiğim böyle bir zamanda tanıştım bir kaç gün önce vefat eden, çok değerli ve aynı zamanda sevimli Doğan Cüceloğlu hocanın kitaplarıyla.
Ben Allah'ın şanslı kullarından biri olmalıyım ki ilk olarak onun şaheseri olarak nitelendirebileceğim "İnsan ve Davranışı" adlı kitabı geçti elime. Bu kitap her çağdaş insanın bilmesi gereken psikolojinin temel kavramlarını bizim toplum yapımızın özellikleriyle kaynaştırarak anlattığı için, bir insanın hem kendisini hem başkasını, hem zaafını ve hem de gücünün farkına varabildiği son derece önemli ve değerli bir kitaptır. O kitabı anlamak için çok uğraştım. Çünkü benim idimden benliğime, nevrozlarımdan ketlerime, alt egomdan üst egoma kadar beni anlatıyordu. Ve fakat ben kabul edemiyordum. Sonra şapkamı önüme koyduğumda anladım ki bütün bu afra tafralarıma rağmen ben aslında normal bir insan değilmişim. Ve normal bir insan olmadığımı anladığım gün insan olmaya da başladım. Halihazırda normal bir insan olmuş muyum olmamış mıyım buna karar verebilecek durumda değilim. Bunu aileme, iş arkadaşlarıma ve dostlarıma sormalıyız. Lakin bu günkü konu ben değilim Doğan Hoca'dır.
O zaman bakalım kimmiş bu hoca...
"Doğan Cüceloğlu 1938 yılında Mersin’in Silifke ilçesinde doğmuştur. Kalabalık bir ailede büyüyen Doğan Cüceloğlu ailenin 11. çocuğudur. İlk ve ortaokul eğitimini Mersin’de tamamladıktan sonra Ankara’ya gitmiş ve liseyi burada bitirmiştir. Kalabalık ve insanla iç içe bir ailede büyümesi sebebiyle çocukluğundan beri insanları incelemeyi ve gözlemlemeyi seven Doğan Cüceloğlu, İstanbul Üniversitesi Psikoloji bölümüne girmiş ve psikolog olmuştur. Mezuniyetinin ardından Illinois Üniversitesi Bilişsel Psikoloji alanında doktora yapan Cüceloğlu, ülkeye döndükten sonra Hacettepe Üniversitesi ve Boğaziçi Üniversitesinde çalışmıştır. Ayrıca Kaliforniya Üniversitesi ve California Eyalet Üniversitesi’nde görev alan Cüceloğlu burada psikoloji alanına ilişkin önemli çalışmalara katılmıştır. Amerika’nın ardından Türkiye’ye dönen başarılı psikolog çalışmalarına devam etmiş ve psikolojinin önemli konularına ilişkin çeşitli üniversitelerde, konferanslarda ve seminerlerde sunumlar gerçekleştirmiştir." (Bu alıntı internet üzerinden alındı)
Doğan Cüceloğlu'nun kitapları; insanın psikolojisi, bakış açısı ve yaklaşımına yönelik eserlerdendir. Günümüzde de insana, topluma ve hayata yönelik çalışmalarını sürdüren Doğan Cüceloğlu kitapları kişisel gelişim konusunda Türkiye'nin en çok bilinen ve satılan kitaplarındandır. Lakin cevval, muzip, hoşgörülü ve gerçekten bir yaşam üstadı olan Doğan hoca bir kaç gün önce hayat gözlerini yumdu. Ardında 37 kitap, binlerce seminer ve konferans, binlerce tv ve radyo programı bırakaran Doğan hoca sanırım bundan sonrada yolumuzu aydınlatmaya devam edecektir.
Benim hocadan öğrendiğim en önemli üç şey; her halükarda kendin olmak, kar odaklı değil iş odaklı olmak ve mutlu olabilmek için başkasını mutlu etmektir.
Doğan hocadan aklımda kalan onlarca hikayesinden iki tanesi de benim için bir deniz feneri olmuş. Bunlardan biri Amerika'ya gidişi ve orada kalması için yapılacak imtihan kitabı ile ilgili imtihanıdır.
Hoca 1960 yılların başında bir burs kazanarak Amerika'ya gider. Bursu 6 aylıktır ve bu 6 aydan sonra yapılacak imtihanı kazanırsa doktora eğitimine devam edecektir. Bunun içinde ona ve arkadaşlarına kalın bir kitap verilir ve imtihanın bu kitaptan yapılacağı söylenir.
Arkadaşları kitabı karıştırarak bir ön bölümlerden bir orta ve son bölümlerden okumaya çalışırken o "nasıl olsa 6 ay bursum var ve ne olursa olsun beni buradan çıkarmayacaklar. Bu kitabın tamamını okuyup anlamam ve imtihanı kazanmam da mümkün olmadığına göre ben bu 6 ayı en iyi bir şekilde değerlendireyim. Bu kitabında okuyup anlayacağım kadar bölümlerini iyice hazmedeyim. Bu arada pratik de yapayım. Sonra da memleketime gideyim." diye düşünür ve öyle yapar.
6 ay sonra imtihana girer ve bütün soruların çalıştığı bölümlerden geldiğini görür. Sonuç o Amerika'da kalır önden ortadan ve sondan her bölümü okuyan arkadaşları geri gelir.
Anlayarak, hazmederek ve iş odaklı okumanın faydasını daha ilk denemesinde görür ve hayatı boyunca bunu uygular. Herkese de bunu tavsiye eder.
İkinci hikayesini de bu eğitimi esnasında başına gelen bir hoşluktan derlemiş. Bir gün bir hocasını görmek için odasına girer. Hoca odadır ve burnunun üstüne inen gözlüğünün üzerinden yan tarafta kanepeye tırmanmaya çalışan ve fakat bir türlü başarılı olamayan 1,5-2 yaşındaki çocuğunu izlemektedir. Lakin gelen öğrencisini görmezlikten gelmekte ve onunla ilgilenmemektedir.
Doğan bey, genç cevval ve son derece yardımsever bir insandır. Çocuğun olağanüstü çabasını, babasının da yine olağanüstü ilgisizliğine dayanamaz ve çocuğu kaptığı gibi kanepeye çıkarır. Hocası "Aferin, işte gerçek bir Türk; yardımsever ve nazik bir insan." diyerek istihza ile onunla dalga geçer. Onun bozulduğunu gören hocası; " Ben çocuğun çabasını görmüyor muyum? Onu oraya çıkaramaz mıyım sanıyorsun? Ama benim oğlum hayatında ilk defa bir mücadele yürütüyordu. Oraya çıkmak istiyordu. Eğer sen engel olmasaydın ve oraya kendi imkanları ile çıkabilseydi. Gülerek bana dönecek ve "nasıl da başardım" anlamında bana hava atacaktı. Bende ona aferin anlamında başparmağımı kaldıracak ve hayatındaki bu ilk zaferinden duyduğum memnuniyeti bildirecektim. Ama sen ey yardımsever insan çocuğumun ilk zaferini kazanmasına engel oldun. Şimdi söyle ne istiyorsun?" Elbette ki Doğan hoca gevelenir ve mahcup bir şekilde çıkar oradan. Ama bu hikayeyi asla unutmaz ve hemen her fırsatta da anlatırdı.
Doğan hoca, hayatı boyunca 37 adet kitap yazdı. Ama bütün bu kitapları İnsan ve Davranışı adlı kitabının yeni içtihadlarla yaptığı tefsiri gibidir.
O hayatı boyunca insana, insan olarak yaşamanın basitliğini tavsiye etti. O bütün dinlerin, bütün filozofların ortak değerleri olan; ölçü ve tartıda doğruluk, verdiğin sözde durmak ve yalan söylememek, kendin için istediğini başkası içinde istemek, kendine yapıldığında doğru olmayanı başkasına yapmamak, üstünlük taslamamak, çünkü yeryüzünde yaşayan her birey bir dostun veciz söylemi ile " ya hilkatte eşin yada dinde kardeşindir" kime bu afra tafra vb. gibi beşerden insan olmaya giden yolun temel prensiplerini va'az etti. O gerçek bir vaizdi.
Bu yazı daha fazla uzamasın diye ona Allahtan rahmet diliyorum. Ve bu yazıyı da onun bir öğrencisi olan Üstün Dökmenin küçük bir şiiriyle noktalayalım.
"yola çıkınca her sabah,
bulutlara selam ver.
taşlara, kuşlara,
atlara, otlara,
insanlara selam ver.
ne görürsen selam ver.
sonra çıkarıp cebinden aynanı,
bir selamda kendine ver.
hatırın kalmasın el gün yanında.
bu dünyada sen de varsın!
üleştir dostluğunu varlığa,
bir kısmı seni de sarsın..."
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.