T24'ten Murat Sabuncu yazdı;
Son dönemin en önemli siyasi figürlerinden birisi Mansur Yavaş. Parti ayırmadan her kesime hizmet götürmek için yaptığı çalışmalarla Ankara’da hatta Türkiye’nin genelinde de pek çok kişinin saygısını kazanmış bir isim. Yapılan anketler bu durumu saptıyor zaten. Yavaş’ın ‘belediyecilik siyasi bir hareket alanı değildir’ diye bir demeci de var. Bunu; ister gerçekten sadece hizmeti düşünen bir cümle ister diğer belediye başkanlarına bir gönderme isterseniz de ‘belediyelerden iktidara gelişin ülkedeki ve dünyadaki tarihini bilme ama bilmiyormuş gibi yapma’ deyin…
Bu cümlesinden hareketle Mansur Yavaş’a ‘Boğaziçi’ne atanan Rektör Melih Bulu’ya neden açık mektup yazdınız?’ sorusu yöneltiliyor. Önce Yavaş’ın Bulu’yu istifaya çağırdığı mektubundan bir cümle: "İsminiz kamplaşmanın bir öznesi değil, ülkesi ve milleti için makamından fedakarlık yapabilen bir bilim adamı olarak anılsın. Bu tarihi olgunluğu kendinizden ve milletimizden esirgemeyin"
Yavaş; sanki bu ismin; doktora tezinde intihal yaptığı ortaya çıkmamış ya da iktidardaki AKP ile geçmişte kurduğu siyasi bağlantı (ilçe teşkilatı kurma, milletvekili aday adaylığı) nedeniyle buraya atanmamış gibi, bunları bilmiyor, bunlardan habersiz gibi sözde siyaset yapıyor. Kamplaşmanın ‘öznesini’ Melih Bulu’da ararken akademisyenlerinden öğrencilerine bileşenlerin itiraz ettiği temel noktayı atlayıveriyor: Dışarıdan tamamen siyasi amaçla yapılan atama.
Mansur Yavaş, Habertürk’ten Nagehan Alçı’ya da bir söyleşi verdi.
Şöyle diyor Yavaş: "Bakın devlet kimseyle inatlaşmaz. Burada öğrenciler ile rektör arasında bir inatlaşma var. Bunun daha çok uzaması hepimize kaybettirir. Bizim ciddi sorunlarımız var. Açlık var, pandemi var. Bunlarla uğraşmamız, böyle gerginliklerle vakit kaybetmememiz lazım. O nedenle Rektör Bulu’ya seslenmek istedim. Şu aşamada istifa ederse Türkiye'ye çok büyük bir iyilik yapmış olacak."
Şaka gibi değil mi? Rektör ile öğrenciler arasında bir inatlaşma varmış. Boğaziçi’ndeki öğretim üyelerinin tepkisini de yok sayan bu cümlede gerçek inatlaşmanın, her türlü yetkiyi elinde bulunduran, üniversitelerden yargıya, Melih Bulu’dan İrfan Fidan’a gerektiği zaman tüm gelenek ve kuralları da yok sayarak atamalar yapan dayatmacı bir zihniyetin olduğunu görmezden geliyor.
Nagehan Alçı sormuş: Melih Bulu’nun istifası diğer üniversitelerde de bir ayaklanmaya, bir başkaldırıya yol açmaz mı Sayın Yavaş"…
Yanıtı şöyle:
"Hayır bence bir başkaldırıya yol açmaz. Hem okullar kapalı hem de konjonktür buna müsait değil Nagehan Hanım. Mesela bakın dün ODTÜ’de küçük bir grup da kendi rektörlerini protesto etmek istedi ama o tutmaz, zira rektör yeni göreve başlamamış, artık yapay olur. Diğer üniversiteler ile ilgili böyle bir zemin mevcut değil. Bakın Nagehan Hanım ben ne öğrencilere ne polislere olumsuz bir şey diyorum. Ben ortada bir kriz var, bunu çözelim. Bunu çözmek de Rektör Bey’in elinde diyorum" …
Mansur Yavaş öğrenciye de polise de bir şey demiyormuş. Ne büyük bir olgunluk! 35 gündür büyük bir sükûnet ve kararlılıkla, hiçbir şiddet eylemine bulaşmadan ‘hakkını arayan öğrencilere’ ne diyeceksiniz? Peki polisin gençleri yerlerde sürüklemesi, itip kakması, ters kelepçeyle yüz üstü yere yatırması, üniversitenin giriş kapısının karşısına keskin nişancı yerleşmesi buna söyleyecek bir çift lafınız yok mu?
Alçı’nın yazısından öğreniyoruz ki Mansur Yavaş ikinci bir mektubu Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerine yazmış. Şöyle diyormuş:
"Rektör sorumluluğu almadı, hadi gençler siz alın, PKK’ya ve başka terör örgütlerine fırsat vermeyin"…
İktidar tarafından her türlü eylemin ‘terör’ ile eylemcilerin ya da iktidardan farklı düşünenlerin ‘terörist, vatan haini, bölücü, iltisaklı, irtibatlı’ diye iftiraya uğradığı, hedef gösterildiğini bilmezden gelen bir muhalefette yer alan siyasetçi olabilir mi?
Anlaşılan Mansur Yavaş mektup yazmayı çok sevmiş. Belki birkaç mektup da iktidardakilere yazar. ‘Başı ezilmesi istenen zehirli yılanlar olarak tarif edilen ‘evlatlar’ konusunu, terörist diye hedef gösterilen gençlerin durumunu, akademinin siyasetin belirlediği çizginin değil özgür düşüncenin mekanı olduğunu unutanların memlekete en büyük kötülüğü yaptıklarını…’
Muhalefet; memleketi gerçekten sevmenin; demokrasinin tüm kurum ve kurallarıyla işlediği, içselleştirildiği, hukuksal alan içinde bir arada, ayrımsız, özgürce, barış içinde yaşamak olduğunu ‘mış’ gibi yapmadan doğrudan ifade etmediği sürece, güvenlik-din-milliyet ekseninin -söyleminin sahibi olan Erdoğan’ı asla seçimde yenemeyecek.