Bazen bir konu çıkar karşınıza, 'İşte bunu filanca yazmalıydı' dersiniz.
“Anıtkabir’deki Erdoğan sloganları”nı duyduğumda Roland Barthes geldi benim de aklıma. “Tam da Mitolojiler yazarının kalemi bu iş” dedim. Barthes günlük hayatın sıradan araçlarından çok bilinen fotoğraflara, kült figürlere, popüler sanat eserlerine kadar birçok nesneye bir başka gözle bakmanın, buralarda bizim hiç farketmediğimiz anlamlar ve hatta okuyamadığımız mesajlar bulmanın ustasıydı. Ayasofya’yı, Anıtkabir’i böyle bir kalemden okumak ne ilginç olurdu!
Ama tabii bunun için bir “Türk Roland Barthes” lazım. Yani toplumsal sembollerin/anlatıların oluşum ve işleyiş kurallarından haberdar olduğu kadar, Türk kültürünün inceliklerine hâkim, bugünkü toplum yapımızın köşe bucağını bilen bir Barthes.
Peki, Barthes olsaydı -veya bizim bir Barthes’ımız olsaydı- “Anıtkabir’deki Erdoğan sloganları”nı nasıl yorumlardı? Herhalde önce Türk toplumunun ayrışık yapısının son yıllarda iyice iki -veya daha fazla- parçaya bölünmüş olduğunu hatırlatır, sonra bu toplum kesitlerinin kendilerine ait mitolojiler üzerinden bir diğerinin anlatısına muhalefet ettiklerini gösterirdi.
Ayasofya/Anıtkabir, Abdülhamit/ Atatürk, Necip Fazıl/Nazım Hikmet, İmam Hatip Okulu/Köy Enstitüsü ilah… karşıtlıklarının temsil ettiği “değerler çatışması”nın temellerine bakardı en sonra...
Bu iki ayrı -ve karşıt- anlatıyı sosyolojik dinamikleri ve yapısal rolleri itibarıyla çözümler, bu iki ayrı -gibi görünen- anlatının aslında birbirinin izdüşümleri olduğunu, burada bir değer çatışmasının sözkonusu olmadığını, tam aksine aynı değer sisteminin ürettiği tek bir anlatının iki ayrı varyasyonundan bahsettiğimizi ortaya koyardı.
***
Üstadımız, devamla, şu tespitleri de yapabilirdi: Türkiye’de belirli bir kesimin Ayasofya’yı “egemenlik sembolü” olması itibarıyla cami olarak görmek istemelerine benzer şekilde Anıtkabir de başka bir kesimin “egemenlik sembolü” durumunda. Siyasi iktidarın “üzerindeki” kültürel/ideolojik iktidarın sembol mekânı. Seçim kazanıp Başbakan da olsanız, Cumhurbaşkanı da olsanız gelip “kurucu ilkelere” bağlılığınızı göstermeniz gereken yer burası.
Buna karşılık, seçimle kazanılmış olan siyasi iktidarı seçimle değişmeyen kültürel/ideolojik iktidarın egemenliğinden azat etme arzusu var bir kesimde. Ne var ki iktidar yapısını değiştirme/ dönüştürme arzusu değil bu. Daha ziyade isimlerin değişmesine yönelik bir istek.
***
Önceki gün 30 Ağustos kutlamaları çerçevesinde devlet erkanının Anıtkabir ziyaretinde yaşanan olay siyasi iktidar çevresinin ideolojik iktidar çevresine karşı bir meydan okuması, bir güç gösterisi gibi görülebilir. Ama bunu, muhalefetin ileri sürdüğü gibi, Atatürk’e hakaret olarak değil, belki “Atatürk’ün temellükü” isteğinin tezahürü olarak düşünmek lazım. Atatürk adının hâlâ millet çoğunluğu nezdinde yaygın kabul gören bir milli sembol vasfı taşıyor olması Atatürk’ü sahiplenmeyi siyasi/ ideolojik bir hedef haline getirmiş görünüyor. Zaman zaman “Atatürk’ü filancaların elinden almak” diye ifade edilen bu hedef aslında “ideolojik iktidar”ın yapısal karakterine yönelik bir itirazın sözkonusu olmadığını, daha açıkçası alternatif bir ideolojik tutuma sahip olunmadığını gösteriyor olmalı.
Çünkü Türk toplumu her ne kadar kültürel çatlakları derinleştirilerek siyasi anlamda kutuplaşmış olsa da “ortak” toplumsal zihniyet bakımından “kaynaşmış bir kitle” özelliğine sahip. Ki mevcut kutuplaşmanın da temelinde zaten ortak toplumsal arızalarımız yer alıyor.
Dolayısıyla siyasi iktidar çevresinin Atatürk’e sahip çıkma veya Anıtkabir’i fethetme şeklindeki arzularının ortaya koyduğu realite aslında Abdülhamitçiliğin de Atatürkçülüğün de Erdoğancılığın da aynı “hikaye”nin farklı varyasyonları olduğudur.
Haddizatında bugün “Kemalist” siyaset dilinin ve ideolojik söylemin “Muhafazakâr” kadrolarca devralınmış görünmesi -ve bunun yadırganmıyor oluşu- toplumsal zihniyetin homojen yapısının göstergesi olsa gerektir.
İyimser yorumla buradan çıkarılabilecek “olumlu sonuç” ise o kadar şikayetçi olduğumuz toplumsal kutuplaşmanın aslında sahici temellerinin bulunmadığı olabilir. Kötümser yorumu şimdilik saklı tutalım...