İbrahim Kiras yazdı;
Danıştay’ın yeni kararıyla yeniden gündemimize giren “Andımız” konusu toplumsal zaaflarımızın nerdeyse hepsini topluca sergilediği için önemli ve yine aynı sebepten dolayı üzüntü verici bir konu.
Otoriter rejimlerin uygulamalarını andıracak şekilde çocuklara sabah akşam hamasi bir metnin okutulmasını öteden beri doğru bulmayanlardanım. Ama okullarda andımızın okunmasına böylesi bir pedagojik gerekçeyle son verilmedi. PKK ile yürütülen çözüm süreci kapsamında “Kürt çocuklarına Türküm dedirtiliyor” şikayetlerini dile getiren karşı tarafa bir “jest” olarak yapıldı bu iş. Konunun siyasi bir tartışmaya ve toplumsal bir probleme dönüşmesinin sebeplerinden biri bu.
Aslına bakarsanız Kürt etnik milliyetçiliğinin bu husustaki -sosyalist grupların, liberal aydın kesiminin ve bir kısım İslamcıların da desteklediği- “Bizim kendi etnik kimliğimiz var, sizinkini bize dayatmayın” itirazına verilmesi gereken cevap “Milli kimlik başka şey, etnik kimlik başka şey” olmalıydı.
Ne var ki Türk kimliğini etnik kimlik olarak anlayanlar PKK taraftarlarından ibaret değil. Toplumun ciddi bölümü, hatta devleti yönetenler de Türk adlandırmasını etnik kimliğe indirgeyen bir yaklaşım içindeler çoğunlukla. Kendilerini milliyetçi diye tanımlayanlarımızın ciddi bir kısmı da millet derken bir kültüre (“töre”ye) değil, bir soya aidiyeti düşünüyor. Bu bizim toplumsal zihniyetimizin çalışma tarzının ürünü.
***
Türkiye’de sosyoloji biliminin kurucusu olan Ziya Gökalp aynı zamanda Türk milliyetçiliğinin de en büyük teorisyenidir. Gökalp “ırk atlarda olur” diyerek, millet kimliğini bırakın, etnik kimliğin bile soy değil kültür esaslı olduğunu açıklamıştı. Ama Gökalp sonrası dönemde -birtakım konjonktürel sebeplerle- kafatası ölçmeye varan sağlıksız bir anlayış kısa bir süre için de olsa devlet yönetimine egemen oldu. Ondan sonra ise 1950’li yıllarda başlayan iç göçün ve çarpık şehirleşmenin imparatorluk bakıyesi bir toplumdaki millet bilinci oluşumunu çok olumsuz etkileyen toplumsal sonuçları devreye girdi.
Netice itibarıyla bugün Türk toplumunun ciddi bölümü etnik kimlik/milli kimlik ayrımı yapamıyor. Türk kimliğinden söz edildiğinde bunu çoğunlukla soy birliğine dayalı bir aidiyet olarak anlıyor. Bu anlayışın eğitimle veya egemen söylemle ilgili bir boyutu var muhakkak. Ancak şu da var ki toplumumuzun ezici çoğunluğu sosyolojik şartlar itibarıyla milli kimlik kavramını anlama aşamasında değil. Tıpkı küçük yaştaki çocukların henüz soyutlama kabiliyetine sahip olmamaları gibi.
Küçük bir çocuğun sözgelimi tanrı tasavvuru veya tahayyülü gökyüzündeki bulutların üzerinde oturan yaşlı bir adam şeklindedir. Tıpkı sosyokültürel gelişimin erken safhalarındaki ilkel toplumlarda olduğu gibi. Bu insanların her yerde hâzır ve nâzır bulunan, bize şah damarımızdan daha yakın olan bir varlığı tasavvur etmeleri zordur. Onun için Monoteizm ancak insanlık tarihindeki belirli bir aşamadan sonra benimsenebilmiştir.
Devlet, millet, vatandaşlık, anayasa vs. gibi modern kavramların zihinlerde karşılığının olması için de sosyolojik gelişmenin belli bir seviyeye ulaşması gerekiyor.
***
Devlet çok eski bir kurum tabii ama geçmişteki devletlerle bugünkü modern devletin bambaşka yapılar olduğu malum. Devlet denildiğinde bir ailenin veya bir zümrenin mülkünü anlayan ve devletle yatay değil dikey bir ilişki kurulabileceğini düşünen atalarımız bugünkü seçimli, anayasalı, kuvvetler ayrılığı prensibine dayalı siyasi yapıyı görseler buna başka bir isim verirlerdi herhalde.
Millet devleti olan topluluk demektir. Ortada bir devlet varsa bir de millet vardır. Dünya üzerindeki milletlerin büyük kısmı çok etnilidir. Yani birden fazla etnik kimlikten oluşur milletler. Ama etnik kimlik ayrıdır, bu etnik kimliklerin hepsinin birden içinde yer aldığı milli kimlik ayrı. Bir devletin vatandaşı o devleti teşkil eden milletin bir ferdidir.
O milletin adı da vardır doğal olarak... Türkiye’de ise o ad bir tartışma hatta kavga konusu. Ama bu ad meselesi işin görünür tarafı. Toplumsal tasavvurda kültürel “ortak kimlik” veya politik “üst kimlik” kavramlarının karşılığının yeterince şekillenmemiş olması asıl mesele.
“Andımız” çerçevesindeki tartışmayı bu yönden değerlendirmek lazım.