Bakan bakandır. Gazeteci de gazeteci. Gazeteci soru sorar. Bakan yanıtlar.
Buraya kadar bir sorun var mı?
Var tabii. Olmaz mı?
Burası Türkiye!..
Bir kere bakan sadece bakan değildir burada. Bir nevi "yeryüzü Tanrısı" gibidir. Aynalara sığmayacak kadar büyüktür.
Hemen her şeye kadirdir.
Ondan büyük Cumhurbaşkanı vardır.
Cumhurbaşkanı ortalardaysa bakan hemen tavır değiştirir, ceketini ilikler (hatta ilikliyse bile yeniden ilikliyormuş gibi yapar), bakışları yumuşar, tok bir ev kedisi kıvamına gelir. Her fırsatta gülümsemeye ve mümkün olduğu kadar Cumhurbaşkanı ile aynı karede görüntü vermeye çalışır. Aralarda liderin konuşmasını sözle olmasa bile kafasını emme basma tulumba şeklinde sallayarak onayladığını belli eder.
O anları kazasız belasız atlattığında da rahatlar ve artık başka hiç kimsenin kendinden daha önemli olmadığı bilindik ve rahat ortamlarına doğru akar.
Hesap sorar…
Konuşur (ve konuştuğunda – ne ve nasıl konuşursa konuşsun – herkesin dinlemesini talep eder).
Bakışlarıyla çevresini süzer, ürkütür, korkutur, herkesin kendisine bağlı olarak gülümsemesi için çevreye yönlendirici-baskıcı gülümsemeler serper.
Bazen fırça atar.
Kendi sesinin yükselip alçalmasına bayılır.
Kendi sesine bayılır.
Kendine bayılır.
Vee…
Bütün bunlara hakkı vardır.
Çünkü o bir bakandır.
Ve burası da Türkiye'dir.
Allah'tan burası öyle bakanların sünepe sünepe otobüslerde, metrolarda sıradan insanlarla birlikte, korumasız seyahat edip kimseden ilgi görmediği, adlarının bile bilinmediği İsveç falan gibi tırışkadan bir memleket değildir.
Bakan olmak, yani "Türkiye'de bakan olmak", bazen Cumhurbaşkanı elinizdeki bütün yetkileri ezip sizin de suyunuzu çıkarsa bile harika bir şeydir.
İstediğinizi yaparsınız.
İstediğinizi söylersiniz.
Ve istemezseniz de yapmazsınız, söylemezsiniz, konuşmazsınız.
Bu arada bir "gazeteci parçası"nın sorusuna cevap vermezsiniz.
Ülkemizin en etkili ve güçlü bakanlarından biri, geçenlerde gazetecilerin arasından havalı bir yürüyüşle ilerliyordu.
Gençten temiz yüzlü bir muhabir bakana soru sormaya çalıştı.
Bakan kendinden oldukça emin, hatta kendine hayran bir tavırla ona kısa süre baktı. Çaktırmadan mikrofonuna da bir göz atarak "kimin neyidir, bizden midir, zararlı medyadan mıdır?" sorusunun cevabını aradı.
Ve çok zeki olduğu için saniyenin yüzde biri kadar sürede "her şeyi anladı".
Kısa sürede ve büyük bir ustalıkla yüzüne garip bir parıltı yerleştirdi.
Gözlerini alaycı moda ayarladı.
Sol elini kendine soru sormaya çalışan gence uzattı…
Ve aniden onun çenesini kavrayıp okşayıverdi.
Bu beklenmedik hareketini yine beklenmedik bir hitapla çerçeveledi:
"Canım benim!"
…
(Gerçekten bundan sonra yazıya devam etmek kolay olmadı, inanmayan internetten olayın videosunu izleyip kendi duygularını bir tartsın.)
Bakanın yüzü, özellikle de gözleri o an çok farklıydı gerçekten.
Hani bir genç gazetecinin çenesini okşayıp "canım benim!" derken, nasıl diyeyim, asla Coşkun Göğen'inki gibi değil ama kendine özgü bir aşağılama-taciz hamlesi yapmış gibiydi.
Gazeteci "Ne oluyoruz?" falan diyemeyip sorusunu sormaya çabalıyordu ve bu bile "koskoca bakan"ı kızdıracak cinsten bir tavırdı.
Elbette küfredecek falan değildi, onca tecrübesi vardı.
Ama içinden gelen tepkiyi de "uygun sertlikte" dışa vurması şarttı.
"Kardeş, sen Soros'un televizyoncusu musun?"
İşte böylece "lafı sokmuş", hadsiz muhabire haddini bildirerek "çakmış", üstelik maruz kaldığı tatsız soruya karşı sorduğu sorunun başına "kardeş" hitabını ekleyerek kendince terbiye kurallarına da riayet etmişti.
Daha ne olsun!
Olayın daha derinlerine girmeye gerek var mı?
Yani muhabirin Fox TV Ankara muhabiri Fırat Irmak olduğuna, sorduğu sorunun ise "yabancıların oturmadığı adreslere kayıtlı olması" gibi oldukça önemli bir konuyu ilgilendirdiğine falan…
Buralara girmeyelim.
Bir insanın bir başka insana (üstelik tanımadığı, üstelik görevi başındaki birine) "dokunmasının" bile üzerinde yaşadığımız ve çoğu kez kendi ülkemizden ibaret sandığımız dünyanın pek çok ülkesinde en hafifinden "garip" karşılanacağını…
Okşamanın, "canım benim" gibi hitapların bambaşka yerlere gidebileceğini…
Tacizin, aşağılamanın ve hakaretin sınırları ile kişilik hak ve özgürlükleriyle ilgili "sıkıntıları"…
Ve bu kısa andan çıkabilecek daha başka şeyleri…
Bırakalım bir kenara.
Ve madem artık gündemde ne varsa anayasaya geçirmek, iktidarıyla muhalefetiyle herkese iyi geliyor bu ülkede…
Yüce bakanlarımızın gazetecilere istedikleri, yani "gerekli gördükleri" zamanlarda "canım benim" diyebileceklerini, dokunup okşayabileceklerini anayasaya kaydedelim.
Ki bakanlara kol mesafesinde yakın durup bir de soru sormaya yeltenen muhabirler, çenelerini ve psikolojilerini bakanın özel ilgi ve şefkatine önceden hazır hale getirsinler.
Kaynak: T24