Anayasalar ne işe yarar?

Hukukçu yazar Abbas Pirimoğlu, AYM'in, iktidara karşı 'güncel' söyleminden hareketle, Doğu(İslam)-Batı eksende, İslam dünyasında var olan anayasal kriz(ler)in, tarihsel izni ortaya çıkarmaya çalışıyor.

Anayasalar ne işe yarar?

Anayasa Mahkemesi’nin bir üyesinin sorumsuzca attığı “ışıklar yanıyor” tweeti üzerine bir arkadaşımı telefonla aradım. Sohbet esnasında konu Şankıti’nin “İslam Medeniyetinde Anayasal Kriz” isimli çalışmasına geldi. Dostum “İslam toplumlarında anayasa var mı ki krizi olsun?” şeklinde bir tepki gösterdi. Bir an için boşlukta kaldım; “kriz olduğuna göre anayasa da var demek ki” diyerek espriye vurup konuyu kapattım.

Lakin soru önemliydi. Hakikaten İslam toplumlarında bir anayasa var mıydı? İlle de yazılı olmasa bile mademki bir devlet vardı, o halde devletin dayandığı düsturlar muhakkak olmalıydı.

Aklıma şu soru geldi: Sahi bu anayasalar ne işe yarıyordu? Mevcudiyetlerinin hikmeti ne idi? Hangi ihtiyaca binaen ihdas edilmişlerdi? Anayasaların ne olduğu sorusuna verilen klasik cevap belliydi: Toplumsal sözleşme...  Belki hayali bir yaklaşımdı ama devletlerin kuruluş felsefesini kayıt altına alması bakımından önemli idi.

Kuruluş felsefesinin belirlenmesi yeterli mi? Elbette ki hayır... İlkelerin hayata geçirilmesinin yolu yordamı kadar bu ameliyede ortaya çıkacak sorunların ne şekilde çözüleceği de son derece önemli idi.

Demek ki anayasaların ortaya çıkmasının temel dinamikleri toplumların karşılarına çıkan temel sorunlardı. Peki, bu sorunlar bütün toplumlarda aynı mı idi? Olmamalıydı; şayet aynı olmuş olsaydı bütün toplumlar esasen aynı anayasa ile iktifa ederlerdi. Toplumlar aynı değildi,  gerek gelişme çizgileri ve gerekse anlamı ve yapısı itibariyle farklıydı.

Dolayısıyla sorunları itibariyle de farklılıklar ortaya koyarlardı.

Ancak Batı dünyası bu kanaatte değildi. Batı tarihsel çizgisinin evrensel olduğu zannı ile bunun dışında olan toplumları tarih dışı olarak nitelemek suretiyle kendisini tarihin yapıcısı olarak tanıtıyordu... Diğerleri mi? Onların her biri  zaten tarihsiz toplumdu.

Batı ve Doğu toplumlarının yapısal farkları

Toplumların yapısal farklılıkları kuruluşundaki felsefeden sirayet ettiği gibi tarihi bağlamda siyasal, yasal, ahlaki ve kültürel farklılaşmalara da neden olur. Keza yine her gelişme çizgisi kendine has dinamizm var ettiği gibi kendisine has problemler de doğurur. Yani toplusal yapılar evrensel olmadığı gibi sorunları da evrensel değildir. Dolayısıyla evrensel bir reçete de hayal mahsulüdür.

Batının temelinde yatan hareket ettirici unsur sınıf çatışmalarıdır. Zira Batı tarihi boyunca hep sınıflı toplum şeklinde olagelmiştir.  İslam toplumları hatta Doğu toplumları ise sınıflı toplum yapısına sahip olmayan toplumlardır.

Bu nedenle Baykan Sezer sosyolojisinde Batı ve Doğu toplumlarında ki içtimai hareketliliğin temelinde yatan belirleyici faktörün farklı olduğunun altını itina ile çizer. Batıda değişmenin ve gelişmenin altında rol oynayan “güç” döneminde hâkim olan sınıftır.  Doğuda ise aynı işi “devlet” yerine getirmiştir.

Hatta ben bu nedenle bir Batılı reçete olan sosyalizmin Doğu toplumlarında ihtilal yapıp varlık göstermesini de bu nedene bağlıyorum. Sosyalizmde de ana aktör devlettir.

Bu nedenle Sezer Doğu-Batı ilişkilerinde Batıyı içtimai sınıflar temsil ederken Doğuda bu görevi devlet’in yerine getirdiğini belirtir.  Dolayısıyla devlet Doğu toplumlarında motor vazifesi görmektedir.

Bu yüzden sorunları da farklıdır.

Batı,  tarihi boyunca yaşadığı kanlı sınıf mücadelelerinden ders çıkararak demokrasiye işlerlik kazandırmıştır. Burjuva önderliğinde yapılan düzenleme ile her sınıf kendi partisini kurup, parlamentoda temsil edilmek suretiyle haklarını barışçıl yollarla koruyacaktır. İşçi sınıfı, vaat edilen çıkarlarının temsilcileri vasıtasıyla parlamento yoluyla korunmasının kalıcı olması için yazılı bir metnin güvencesini şart koşunca çare yazılı anayasalar yapılmasında bulunmuştur.

İslam Medeniyetinde Anayasa Var mı?

Belki yazılı yok ama gelenekten gelen bir “olması gereken”in ne olduğu konusunda toplumsal bir muhayyile elbette ki var.

İslam toplumları Batı toplumlarından farklı olduğu gibi Doğu toplumlarından da farklıdır.

Wael B. Hallaq İslam toplumlarının farklılığını “ paradigma” kavramı ile izah eder. Yani merkezi alanın farklılığı. Evvela bir alan merkezileşecek diğer alanların problemleri merkezi alanın koşullarına göre çözülecek. Mesela günümüzün modern toplumlarında merkezi alan ekonomi ve teknik ilerleme dolayısıyla doğaya hükmetme ideolojisidir.  Geleneksel İslam toplumlarında ise merkezi alanı oluşturan ve paradigmatik bütünlüğü sağlayan alan “ahlak” alanıdır. Ekonomiden tutunda siyasala kadar bütün alanlar bu merkezi alanın kuralları ile çözülecektir. Dolayısıyla Hallaq’a göre İslami paradigmanın tanımlayıcı özelliği şeriat’tır Şeriat ahlaki bir hukuk düzenidir. Hukuki olan ahlaki olanın bir aracıdır; dolayısıyla bir araç ve tekniktir

İslam medeniyetinin anayasal krizi

Söz tam buraya gelmişken Cüveynî’den bir alıntı yapmanın elzem olduğu kanaatindeyim:

Hükümlerin muhatabı Müslümanlardır. İslam’ın hükümlerine uyma konusunda, yönetici, halktan birisidir sadece. Fakat o, bu hükümleri uygulamak üzere vekil kılınmıştır”

Sanırım ahlakı önceleyen hukuk anlayışının bundan daha özlü bir ifadesi olamaz.

Bu aynı zamanda Şankıti’ye göre İslam Medeniyetinin yaşadığı Anayasal Krizin başlangıç noktasıdır. Şankıti bu handikabı Sıffin savaşı ile başlatır. Savaşın nedenini ise Araplarda o zamana kadar hüküm süren Kabile yaşayışının oluşturduğu siyasi boşluktur. Bu boşluk neticesi İslam’ın siyasi değerleri itibarsızlaştırılmış, sözleşme ve rızaya dayanan halife tayini yerine zorbalıkla başa geçen Krallıklar dönemi başlamıştır.

Netice olarak

Dediklerimizi toparlayacak olursak ilki Doğu ve Batı toplumlarının farklı oldukları hususudur. Birinde gelişmenin ve değişimin motoru sınıflar iken diğerinde “devlet”tir.

İslam toplumları aynı zamanda doğu toplumlarından da farklıdır. Zira ahlakı önceleyen bir hukuk anlayışı üzerine bina edilmiştir. Bu hukukun önce, devletin sonra gelmesini iktiza eder.

Lakin İslam medeniyeti zaman içerisinde devlet anlayışında sapmalar yaşamıştır. Zira “hukuk”un “devlet”i öncelemesi yerleşik düstur/anayasa iken maalesef mütegallibe yönetimler vasıtasıyla devlet öne çıkmış ve İslam’ın siyasi ilkelerinden taviz verilmiştir.

Bu nedenle İslam toplumlarında her ne kadar sınıf çatışması olmasa bile temel çelişki( Emevi ve Abbasiler döneminde çok bariz görüleceği üzere)  toplum ile devlet arasında yaşanmıştır.

Fakihler/hukukçular bu nedenle ya zindanlarda çürümüş ya da Sıffin’den beri şuur altlarında yaşayan büyük fitneden ümmeti korumak için “olması gereken” yerine “olan”a cevaz vermeyi uygun görmüşlerdir.

İmam-ı Gazali bunu ölmemek için ölü eti yemek misali ile izah eder.

Günümüze gelince..

Modern dünyada İslam coğrafyasında kurulan devletler halka zulmetmek, İslami ilkeleri çiğnemek hususundaki durumuna ara vermek bir yana daha şedit vaziyette devam ettiler

İşin daha kötüsü ise diğer asli görevini de yani değişimin motoru olma görevini de suiistimal ettiler. Müslümanları tarihi çizgilerinden şuurlu bir şekilde ayırarak onları sistemli bir şekilde Batılı toplum haline getirme misyonunu yüklendiler.

Türkiye ise bu alanda biraz farklılık göstermeye başladı.  Batıya karşı zihni bağımlılığını tamamen kaldıramasa da askeri olarak bağımsızlığını sağlayarak var olma savaşı vermeye başladı.

Bu gelişmeden rahatsız olanlar vardı. Batılılar ve içimizdeki Batıcılar.

Batı, ülkemizi askeri açıdan çembere aldı. Gaye doğal zenginliklerimizden istifadeden bizi men etmekti. Batıcı yasal ve yasadışı oluşumlar aldıkları direktif ile büyük bir azimle engelleme gayretine girişti. Amaç gelişmeleri geriye götürmek, mümkün olmazsa Türkiye’yi yakın geçmişindeki ulusçu/kavmiyetçi ve laikçi sorunlarını hortlatarak oyalamaktan başka bir şey değildi.

Bunun için Batı adına casusluk yapmak bile mübahtı.

Devlet bu engelleri aşmayı amaçlarken bu sefer de, içeriği Batılı değerlerle dolu “demokrasi”, “insan hakları” ve “özgürlük” gibi kavramlarla karşısına çıkılarak önü kesilmek istendi.

Amaç devletin tarihi misyonunu yerine getirmesine engel olmaktı.

İşte Anayasa Mahkemesinin son kararlarını bir de bu açıdan değerlendirmenin hiçbir zararının olmayacağı kanaatindeyim.

Kaynak:

Wael B. Hallaq. İmkânsız Devlet

Muhammet Muhtar Şankıti. İslam Medeniyetinde Anayasal Kriz.

Baykan Sezer. Sosyoloji Yıllığı 12. Tarihte Doğu-Batı Çatışması içerisindeki makaleleri

Kadir Canatan. Toplum Felsefesi.

Mehmet Özdoğan. Türk Anayasalarında Egemenlik Anlayışının Dönüşümü.

Server Tanilli. Devlet ve Demokrasi.

Kaynak: hertaraf.com