Bazı anayasal revizyonlar en az yeni anayasalar kadar etkili/önemlidir ve hatta bazen temel yasalarda değişiklikler üzerinden demokratikleşme veya tersi yönde radikal dönüşümler mümkündür.
1960 Askeri Darbesi sonrasının olağanüstü koşullarında gerçekleştirilmiş olup radikal değişiklikler içeren dört revizyonu ele alacağım bu yazıya başlamadan önce, 1960 öncesi dönemin anayasa tarihi bağlamında ilginç bir gerçekliğin altını çizmek isterim.
Bir süredir anayasal revizyonlar tarihini anlattığım Tarih Tersleri’nde çokça yer verdiğim 1924 Anayasası revizyonlarından, 1960 öncesinde gerçekleştirilmiş ilk beş revizyonun önemli değişiklikleri içerdiğini, öte yandan 1945 ve 1952 yılında gerçekleştirilen iki revizyonun da sadece dille ilgili olduğunu yazmıştım.
Oysa bu dönemde Türkiye’nin de etkilendiği önemli küresel değişim ve dönüşümler yaşanmıştır. İkinci Dünya Savaşında Hitler Almanya’sına karşı mecburi ittifak içinde olan Sovyetler ve Batı Bloku savaşın bitimi sonrasında çok keskin bir kamplaşmaya gitmiş, Türkiye açıkça Batı Bloku saflarına yönünü çevirmiş ve esen liberal demokrasi rüzgarıyla çok partili sisteme geçişi sağlamıştır.
Bu bağlamda, bu dönemle ilgili ortaya çıkan çok ilginç ve önemli bir gerçeklik de küresel düzeyde ve Türkiye’nin siyasi yapısında radikal değişikliklerin gündemde olduğu 1945 sonrası devasa dönüşüm sırasında anayasal revizyona ihtiyaç duyulmamış olmasıdır.
Bugüne kadarki yazılarımda sürekli olarak bazen anayasal revizyonların yeni anayasalar kadar büyük önemde değişim/dönüşüm anlamına gelebileceğini vurguladım, ancak bu örnek bize, rejimlerde bu türden büyük değişim/dönüşümler için anayasal düzenlemelerin her zaman kaçınılmaz veya zorunlu olmadığı gerçeğini göstermektedir.
*****
1960 yılında geçekleştirilen dört anayasa revizyonuna gelince, öncelikle anayasa hukuku duayenlerinden Kemal Gözler’in çalışmaları başta olmak üzere bazı anayasa hukukçularının kısmen yer verdiği bu konunun, yeterince çalışılmamış ve araştırılmamış olduğunu belirtmeliyim.
1960 yılı anayasa revizyonları konusuna odaklanan kaynaklar azdır. Bu konuda Kemal Gözler’in çalışmaları başta olmak üzere konuyu kısmen ele alan bazı anayasa hukukçularının çalışmaları zikredilebilir. Fakat Osman Doğru’nun 1998 yılında çıkan 27 Mayıs Rejimi başlıklı kitabı bu hususta bir istisna oluşturmaktadır. (Bu kitaba dikkatimi çeken sevgili Turgut Tarhanlı hocaya teşekkür ediyorum.)
*****
Genel olarak 1960 Darbesinden sonraki altı ay içinde yapılan dört revizyona baktığımızda, arka arkaya yapılan keyfi ve radikal değişiklikler görürüz.
Kanaatimce burada, anayasa hukuku açısından asıl sorgulanması gereken ilk mesele, yapılan bu değişikliklerin yeni (geçici) anayasa yapımı olarak mı yoksa anayasa revizyonu olarak görülmesi gerektiğidir.
1921 Anayasası için de geçerli olan ve Tarih Tersleri’nde daha önce ele aldığım (1876 Anayasası ile 1921 Anayasası arasındaki) devamlılık ve kopuş sorunsalı, yani yeni anayasa mı yoksa anayasa revizyonu mu tartışması faklı bir şekilde de olsa burada da söz konusudur.
Bir köşe yazısında hakkıyla ele alınamayacak bu sorunun farklı boyutlarına dikkat çekmekle yetineceğim.
Devamlılık konusuna, dolayısıyla revizyon argümanına baktığımızda bunu destekleyen en önemli iki veriden birincisinin bizzat bu revizyonları gerçekleştiren kanunların adları olduğunu görürüz.
27 Mayıs 1960 Askeri Darbesi sonrası darbeci subaylar tarafından oluşturulmuş Milli Birlik Komitesi (MBK) tarafından yapılan dört revizyonun birincisinde (12 Haziran 1960) 1924 Anayasasının “değiştirilmesi” niteliği/amacı kanunun doğrudan adına yansımıştır: “1924 tarih ve 491 sayılı Teşkilatı Esasiye Kanununun bazı hükümlerinin kaldırılması ve bazı hükümlerinin değiştirilmesi hakkında geçici kanun”.
Daha sonra Ağustos ve Eylül aylarının 12.sinde yapılan ikinci ve üçüncü revizyonlarda sadece 1 numaralı kanunda yapılan ilk revizyonda birer değişiklik öngörüldüğü için, aynı şekilde kanun başlıklarında doğrudan 1924 Anayasasına referans verilmiştir.
Nitekim bu iki değişiklikle birlikte 13 Aralık’ta gerçekleştirilen (darbe sonrası dördüncü, toplamda on birinci) son revizyon da adeta ‘anayasa revizyonunun revizyonu’ niteliğindedir.
Kısacası, detaylarına aşağıda yer vereceğim bu dört kanunun 1924 Anayasasında değişiklik öngördüğü bizzat adlarında açıkça belirtilmiştir.
Ayrıca, bu tartışmanın asıl kaynağı olan 12 Haziran 1960 tarihli 1 numaralı ve 13 Aralık 1960 tarihli 157 numaralı kanunlar aracılığıyla “iktidar organlarının kurulmamış olması” ve ‘hak ve özgürlüklerin güvence altına alınmamış olması” da atılan bu adımların bir “anayasal işlem olmadıkları” konusunda kanıt olarak gösterilmektedir. (Doğru 1998, s. 68)
Buna rağmen bu revizyonlardan özellikle birincisinin bazıları tarafından “yeni anayasa” veya “geçici anayasa” olarak değerlendirilmesi meselesine geçmeden önce, revizyon argümanını destekleyen ikinci kanıt olarak, 1960 Rejimi sürecinde (1961 Anayasasının kabulüne kadar) 1924 Anayasasının ilgasına (tamamının yürürlükten kaldırılmasına) dair yasal herhangi bir adım atılmamış olmasıdır.
Belirtmek gerekir ki Anayasasızlaştırma kavramsallaştırmasıyla tartışılması gereken bu sürecin, bir tür geçiş dönemi, daha da önemlisi ‘devrimci geçiş dönemi’ (yani isyan, ihtilal, devrim veya darbe dönemi) olması bağlamında, daha önce 1921 Anayasası sonrasındaki (1924 Anayasanın kabulüne kadarki) süreçte yaşanan anayasal gelişmelerle karşılaştırılmalı olarak incelenmesi ilginç veriler sunacaktır.
Diğer yandan, ‘mevcut anayasaların pratikte bizzat rejim tarafından sürekli ihlal edilmesi’ bağlamında ‘anayasasızlaştırma’ örneklerinin deneyimlendiği (yine karşılaştırmalı bir incelemeyi hak eden) 1924-1938 dönemi ile 2017 sonrası dönem, farklı bir kategoride ele alınması gereken 1960 darbesi sürecindeki anayasasızlaştırma deneyimiyle karıştırılmamalıdır.
Bu arada karşılaştırmalı inceleme konusunda, içinde yaşadığımız nahoş bir gerçekliğe dair şu ara notu düşmek istiyorum: Genelde demokrasi, özelde anayasa tartışmaları söz konusu olduğunda Türkiye’de sağlıklı tartışmanın ve hatta düşünmenin önünde engel oluşturan Atatürkçü ve Erdoğancı bağnazlıklar, bu bağlamda karşılaştırmalı bakışı/analizi engellediği gibi, tarafların birbirlerini eleştirirken düştükleri tutarsızlıklarını görmelerini de engellemektedir.
Benzerlikler konusuna dönecek olursak, 1921 Anayasasının kabulünden ve 1960 Rejiminin anayasal düzenlemelerinden sonra ortaya çıkan durum, daha ziyade ‘paralel anayasalar’ veya “anayasal kaos” dönemi kavramlarıyla açıklanabilir. Bu bağlamda olağanüstü dönemlerde (devrimci geçiş dönemlerinde) gündeme gelen, mevcut anayasalar bağlamında kısmi değişiklikler, eklemeler ve çıkarmalar sonucunda ortaya çıkmış anayasal metinler ve anayasal durum, kategorik olarak farklı bir konu olarak ele alınmalıdır diye düşünüyorum.
Öte yandan, ilganın pratikte gerçekleştiği düşüncesiyle ve özellikle 1 sayılı kanunla yapılan revizyonun içeriğinden yola çıkılarak gündeme getirilen ‘yeni anayasa’, daha doğrusu ‘geçici anayasa’ argümanına baktığımız zaman, (aktörün asli kurucu iktidar veya tali kurucu iktidar olması meselesinin ötesinde) teorik/nominal olarak 12 Haziran 1960 sayılı 1 numaralı kanunla 1924 Anayasasının kısmen ortadan kaldırıldığını, pratikte/uygulamada ise dikkate alınmama bağlamında tamamen yürürlükten kaldırıldığını (ilga edildiğini) söyleyebiliriz.
Burada anayasa hukuku açısından asıl sorgulanması gereken konu, Meclisin kapatıldığı bir sırada darbe yönetiminin oluşturduğu Milli Birlik Komitesi (MBK) gibi anayasal ve hatta yasal olmayan bir kurumun anayasal revizyon yapma yetkisine sahip olup olmadığıdır. Söz konusu kanun mevcut anayasada revizyonu öngörse veya iddia etse de revizyonun anayasal temelleri mevcut değildir. Bu kapsamda en önemli gerçeklik, revizyonu yapan aktörün ‘anayasa dışı’ olması, dolayısıyla atılan adımın (ilga veya revizyon) anayasa ihlali anlamına geldiğidir.
Olağanüstü şartların getirdiği ‘devrimci durum’ söz konusu olmasa bu kanunların anayasal suç olduğu açıktır.
Esasen, pozitif hukuk açısından, herhangi bir anayasada belirlenmiş kurallar ve sınırlar dışında revizyon veya ilga girişimi normal koşullarda açık suç niteliğindedir.
*****
1960 yılında dört ayrı kanunla 1924 Anayasasında yapılan 8. 9. 10. ve 11. revizyonun içeriğine (betimsel analizine) gelince, en baştan kısaca şunu söylemek gerekiyor: 12 Haziran 1960 tarihinde yapılan ve 14 Haziran’da Resmî Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 27 maddelik ilk revizyon (1 Sayılı kanun) ve bu kanuna ek olarak 13 Aralık 1960 tarihinde yapılan dördüncü revizyon (157 Sayılı kanun) metinleri, geçici ve/veya ek bir anayasa özelliği taşımaktadır. Nitekim yukarıda dikkat çektiğim revizyon mu yoksa yeni anayasa mı tartışması ile ilga ve ihlal sorunsalının kaynağı bu iki kanun metnidir.
Revizyonları tekil olarak ele alıp içeriğini özetleyecek olursam kısaca şunları söylemek mümkündür:
1960 öncesinde yapılmış olan ve daha önce burada ele aldığım yedi anayasa revizyonundan sonraki ilk revizyon olduğu için sekizinci revizyon olarak kabul edebileceğimiz, 12 Haziran 1960 tarihli revizyon, askeri darbe sonrası oluşturulan MBK’nin 1 sayılı “geçici kanun”u ile yapılmıştır: “1924 tarih ve 491 sayılı Teşkilatı Esasiye Kanununun bazı hükümlerinin kaldırılması ve bazı hükümlerinin değiştirilmesi hakkında geçici kanun”.
Toplam 27 maddeden oluşan (1921 Anayasası 23 maddeden oluşuyordu) bu kanunun sadece adında değil maddelerinde de 1924 Anayasasına açık referans bulunmaktadır.
Nitekim birinci maddede, “… en kısa zamanda yapılacak genel seçimlerle yeniden kurulacak olan Türkiye Büyük Millet Meclisine iktidarı devredeceği tarihe kadar Türk Milleti adına hakimiyet hakkını” MBK’nin üstüne aldığı belirtildikten hemen sonra bu hakkın esasen Türkiye Büyük Millet Meclisine (TBMM) ait olduğunu 1924 referansıyla kabul etmektedir: “Türkiye Büyük Millet Meclisinin Teşkilâtı Esasiye Kanununa göre sahip olduğu bütün hak ve yetkiler, bu süre içinde, Millî Birlik Komitesine aittir.”
1924 Anayasasının belli maddelerini yürürlükten kaldırıldığını belirten 24. madde ise (bazı hukukçular tarafından Anayasanın ilgasının kanıtı olarak gösterilse de) esasen anayasanın (tamamının) ilgasının söz konusu olmadığının kanıtıdır:
“1924 tarih ve 491 sayılı Teşkilâtı Esasiye Kanununun 4 - 7, 9 - 25, 27 - 36, 38 - 40ıncı maddeleri ile 41 inci maddesinin ikinci ve üçüncü cümleleri ve 42 - 50, 52, 61 - 67, 95, 102, 104 üncü maddeleri hükümleri yürürlükten kaldırılmıştır.
(…)
… Teşkilâtı Esasiye Kanununun 73ncü maddesinde yazılı müsadere yasağı yürürlükten kaldırılmıştır.
Teşkilâtı Esasiye Kanununun yürürlükte kalmış olan hükümlerinin ve bu geçici kanun hükümlerinden her hangi birinin değiştirilmesi veya kaldırılması, Millî Birlik Komitesi üyelerinin beşte birinin teklifi üzerine beşte dördünün oyu ile mümkündür.
Teşkilâtı Esasiye Kanununun, Devlet şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki birinci maddesinde değişiklik yapılması hiçbir suretle teklif dahi edilemez.”
Bu arada, kanun metni içinde verili bir kurum olarak geçen MBK’nin kuruluş yöntemi konusunda herhangi bir açıklamaya yer verilmezken, 9. Maddesinde “Milli Birlik Komitesi[nin], bu kanunun altında imzası bulunan başkan ve üyelerden kurulu” olduğu belirtilmiş ve metnin altında 38 MBK üyesinin adına yer verilmiştir:
12 Haziran 1960 tarihli revizyondan tam iki ay sonra yapılan 12 Ağustos 1960 tarihli 9. Revizyon ile ondan tam bir ay sonra yapılan 12 Eylül 1960 tarihli 10. Revizyon, birinci kanunla yapılmış revizyonun revizyonu niteliğinde birer teknik değişiklik öngörmektedir.
12 Ağustos 1960 tarihli 55 numaralı kanunun (9. Revizyon) ilk maddesinde “1 sayılı Geçici Kanunun 7 ve 18nci maddelerindeki (geçici) kelimeleri kaldırılmıştır.” İkinci maddesi ise 1 sayılı Geçici Kanunun Yüksek Soruşturma Kurulu seçimi ile ilgili 6. maddesinin 4. fıkrasında değişiklik öngörmektedir. Üçüncü maddeye göre “1 sayılı Geçici Kanunun 25nci maddesi kaldırılmıştır.” Dördüncü madde de aynı şekilde 1 Sayılı (12 Haziran 1960) revizyon kanununun revizyonu niteliğindedir: “Türkiye Cumhuriyeti Milli Birlik Komitesince kabul edilmiş olan geçici kanunlarda yazılı ve bu kanunlara matuf bulunan (geçici) kelimeleri kaldırılmıştır.”
Yine 1 Sayılı (12 Haziran 1960) kanunla yapılan ‘8. revizyonun revizyonu’ niteliğindeki 12 Eylül 1960 tarihli 81 numaralı kanun (11. ve sonuncu revizyon) ise bu sefer söz konusu kanunun 6. maddesinin 5. fıkrasında değişiklik öngörmektedir: İlk versiyonunda “Yüksek Adalet Divanının Başsavcısı ile beş yardımcısı Yüksek Soruşturma Kurulu Başkan ve üyeleri arasından, Bakanlar Kurulunun teklifi ile, Milli Birlik Komitesince tayin edilir” denilirken, yeni versiyonda “beş yardımcısı” ibaresinin yerini “yeteri kadar yardımcısı” ibaresi almıştır.
Bu arada, ilk versiyonda sadece “Milli Birlik Komitesi” olarak anılan MBK’nin, ikinci versiyonda “Türkiye Cumhuriyeti Milli Birlik Komitesi” olarak anılması, ilginç bir detaydır.
Nihayet 11. ve sonuncu revizyona baktığımızda, 13 Aralık 1960 tarihinde kabul edilen ve toplam 44 maddeden oluşan 157 numaralı kanunda, 1 numaralı kanunda olduğu gibi adeta yeni anayasa niteliğinde bir metinle karşılaşırız.
“1924 tarih ve 491 sayılı Teşkilatı Esasiye Kanununun bazı hükümlerinin kaldırılması ve bazı hükümlerinin değiştirilmesi hakkındaki 12 Haziran 1960 tarihli ve 1 sayılı geçici Kanuna ek “Kurucu Meclis Teşkili” hakkındaki Kanun” başlığını taşıyan bu kapsamlı metin, bir yandan 27 Mayıs Rejiminden 1961 Anayasası rejimine geçişte asli kurucu iktidar rolü oynayacak olan yasama organı niteliğindeki Kurucu Meclis’in oluşturulmasını belirlerken bir yandan da bu meclisin yetkileri ve idaresi konusundaki genel çerçeveyi sunmaktadır. Ayrı bir yazıda kendi başına ele alınmayı ve etraflı tartışmayı gerektiren bu kanun, aynı zamanda 27 Mayıs 1960 tarihine kadar tamamlanarak halk oyuna sunulması öngörülen yeni anayasanın ve Türkiye Büyük Millet Meclisi genel seçimlerinin hazırlıklarının Kurucu Meclis tarafından yapılmasını detaylı olarak sunmaktadır.
Konumuz bağlamında bu sonuncu revizyonun önemli özelliği, 1924 Anayasasına doğrudan göndermeler yapması ve daha da önemlisi 30. Maddesinde “1924 tarih ve 491 sayılı Teşkilatı Esasiye Kanununun yürürlükte kalmış olan hükümleri” gibi bir ibareye yer vererek, 1960 revizyonlarının esasen yeni veya geçici anayasa anlamına gelmeyeceğini açıkça göstermesidir.
*****
1924 Anayasası revizyonlarıyla ilgili notlarımı bu yazıyla tamamlarken, anayasalar tarihi bağlamında bir kez daha vurgulamak istediğim asıl önemli nokta şu olacaktır: Bazı anayasal revizyonlar en az yeni anayasalar kadar etkili/önemlidir ve hatta bazen temel yasalarda değişiklikler üzerinden demokratikleşme veya tersi yönde radikal dönüşümler mümkündür.