AMMARI/Doğan'ı Yolcu Ederken

VEFAT; İnnâ lillahi ve İnnâ İleyhi Râciûn

AMMARI/Doğan

 

Ölüm haber vermeden geliyor, bir duyuyorsun aa bu da olur mu, diyorsun. Ama hakikat buz gibi anlına yapışıyor. Tam da böyle bir haber, AMMAR(Doğan) Durgungül kardeşimizin dün vefat haberini aldık.

İnsanlar için bir kader vardır; doğar, büyür, yaşlanır ve ölür. Bu bilinen bir kaderdir, ama insan bu hakikati unutur, hâlbuki bu tıpkı mevsimler gibidir.

Mevsimler ilkbahar, yaz, sonbahar ve kış. Kimi insanlar ilkbaharında, kimi yazında, kimi sonbaharında kimi de kışında hatta kışın bir zaman dilimi vardır ki, Rabbimiz onu; "Erzeli'l-Umur = ömrünün en düşkün çağı" olarak adlandırır.

Ki, bu zaman dilimini yaşayan insanlara şahitlik etmiş biri olarak; “ya Rabbi ne zaman emri Hakk tecelli edecek”, nidalarını günlerce tekrar ediyor. 

O halsizliğine rağmen doktorların her söylediğini bir umut olarak gören ama o verilen ilaçların da acılarını dindirmediğini yaşadıkça da, Hakka yakarışlar devam etmekte.

Nefeslerin kesildiği, artık yeni bir dünyaya yolculuktan başka bir seferin sadra şifa olamayacağının gerçekliğini yaşayan çaresiz insanlar, eğer takati varsa avazının çıktığı kadar yürekten seslenişlerle bağırır. Bu bağırışlar gece gündüz demeden, her an Emr-i Hakk’ın tecelli etmesini isterler. Özellikle de yaşlı bedenlerin ahu figanı adeta gelsin o an demektedirler, evet yaşanan ömrün böyle bir zaman dilimi de var…

Ammar/Doğan kardeşimizin İstanbul’a geliş serüvenini dost meclisinden birçok kez dinledik. 80’li yıllar, ki o yılları eli kalem tutan kardeşlerimiz tanımlarken, onlardan birinin ifadesi; “kayıp kuşak” bir başka kardeşimizin ifadesi ise; “gençlik rüyası”. Üniversiteli gençlerin yataklarına pantolon ve parkeleriyle girdikleri veya parkelerini yorgan olarak kullandıkları ve her an bir emir gelirse o emre gafil yakalanmamak için kendilerini programlayan bir zaman diliminde İstanbul’a gelen bir kardeşimiz. 

Ammar kardeşimiz üniversite öğrencisi değil ama çevresi bu gençlerden oluşuyordu.

Ben 1988’in Ekim ayında İstanbul’a geldim, birkaç gün değişik öğrenci evlerinde misafir olarak kaldıktan sonra bir öğretmen ve birkaç öğrencinin kaldığı bir eve yerleştim. Kendimize ait Beyaz Saray Kitapçılar çarşısından bir mekân/(Şafak Kitapevi) açtıktan sonra; bu mekân hem öğrenci arkadaşlarımızın hem de çalışan arkadaşlarımızın artık buluşma-görüşme noktası olmuştu.

O yıllarda bu mekân dışa karşı ticari bir yer olarak görülse de kendi kirasını ve gelen arkadaşlarımıza ikram edilen çay parasını çıkarmaktan bile mahrumdu.

Kitapevine takriben 150-200 metre mesafede, o yıllarda hayatımızdan en azından benim hayatımdan unutulmayacak izler bırakan Hasanoğlu İş Hanı’nda tekstil atölyeleri olan Hasanoğlu kardeşlerin iş yeri bizim ikinci mekânımız görevini görmekteydi.

Ammar kardeşimiz uzun yıllar bu işyerinde çalıştı ve aynı zamanda Eyüp’te bir camiinin külliyesinde birkaç oda ele geçirmişler. Ammar bu odalardan birinde kalıyor, bu mekânlar Anadolu’dan İstanbul’a gerek gezmek için gerekse de çalışmak için gelenlere bu bir dönem ikametgâh oluyordu.   

Yani İstanbul’a gelen insanların ilk tanıştığı insanlardan biri de Ammar kardeşimizdir. O yıllardan İstanbul’a gelip ve bugün esnaf olan birçok kardeşimizin üzerinde Ammar kardeşimizin emeği ve katkısı vardır.

Ammar kardeşimiz duygu yüklü bir insandı, onu yakın tanıyan kardeşlerimiz buna şahittir. Müslümanları önemser gerek ülkemizde ve gerekse de yeryüzünde yaşanan zulümlere karşı gerçekleştirilen her eylemde mutlaka Ammar’ı görmüşsünüzdür. Hatta Ammar’ı İstanbul’a getiren ve İstanbul’da kalmasına vesile olan sebeplerden biri de budur. 

Ammar kardeşimiz ve gerekse Ammar kardeşimizin abileriyle güçlü bir duygusal bağım vardı. Özellikle Ammar’a olan bu duygum içinde olduğumuz son süreçle ilgili, onu biraz da olsa en azından belli bir nokta olsa da yanımda görme veya olma arzum vardı. 

Bu arzumun onun nezdinden karşılıksız olması beni derinden üzdü, hatta ona karşı belli bir zaman da olsa bir boykot uygulayayım dedim. Ama vakıfta bir arkadaşımızın yakının taziyesinde gördüğümde yanıma yaklaştı yine kıyamadım hal hatır ettik işini ve çocuklarının durumunu sordum, Ammar’ı son görüşüm o oldu.

Böyle bir zamanda bunları yazmamı bazı arkadaşlarımız doğru bulmaya bilirler. Ben de çok düşündüm, ölüm olayı çok büyük bir olay bazı şeyleri unutturmalı ve insanlar birbirlerini affedebilmelidir. İnsanlarımız kendilerince bir şeyler deme hakkını görebiliriler, ben bunu anlayışla karşılarım. 

Ama dostlar hayat bu kadar kısa, her an birimizin bu acı haberini alabiliriz. Birbirimizi önemsemenin çok önemli olduğuna inan insanlar gereğini yapmazsa yüreğimizin derinlerinden büyük acılar bırakarak terki dünya yaparız, bunun da telafisi yok. Umarım ki, bu yaşanmışlıklar bize bir şeyler anlatmıştır.

 Ben Ammar kardeşimizin cenazesinin İstanbul’dan defin edilmesini isterdim, ailesi böyle bir inisiyatifte bulunmuşlar, hayırlısı diyelim ama doğru olmamış. Ammar ömrünün en kıymetli zamanlarını İstanbul’da geçirdi, onun yeri İstanbul’du.

Rabbim Ammar kardeşimize rahmet etsin ve rahmetiyle muamele etsin.. Mekânı cennet olsun, biz hakkımızı helal ettik, inşallah o da bize helal etmiştir. Ammar kardeşimizin ailesine ve dostlarına sabrı cemil diliyoruz. Tüm ailenin ve dostlarının başı sağolsun.

ÖNCE DER; (Önce İnsan ve Adalet yardımlaşma ve Dayanışma Derneği) Yönetim Kurulu Başkanı Davut GÜLER

Not; Ammar kardeşimiz dün abisi Nedim Durgungül’ün 4 gün önce vefat eden yengesinin mezarını ziyareti sırasında kalp krizi geçirerek vefat etmiştir. 

Defin işlemi bugün/(Salı) öğle namazını müteakiben Malatya Şehir mezarlığında yapılacaktır. 

Taziye; Yeşiltepe/Tektut

Nedim Durgungül; 05336348652,

Mehmet Durgungül; 05336589058