AMERİKA'YI HÂLÂ ANDREW JACKSON MI YÖNETİYOR?

Mustafa KAYA'NIN ANALİZİ...

AMERİKA

Amerika’da iç dengeler arasındaki restleşmeler devam ediyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yarın yapacağı görüşmeden çıkacak sonuçları da bu restleşmeler doğrudan etkileyecek. Görüşme sonrası kimilerinin yapacağı yorumlar şimdiden belli gibi. Muhtemelen birçok kişi “Trump iyi, çevresi kötü” veya “Trump iyi ama Temsilciler Meclisi var, Senato var” diyerek ortaya çıkacak sonuçları akıllara uydurmaya çalışacak. Daha önce “Trump’ı Anlama Kılavuzu” başlıklı yazımızda Amerika’da yaşananların aslında yöntem farklılığından ibaret olduğunu ifade etmeye çalışmıştık. Bugün ise bu çekişmelerin kökenine biraz daha inmeye gayret edeceğim. Çünkü Amerika’nın Irak’ta, Suriye’de, Afganistan’da ne yapmaya çalıştığını anlayabilmek için Amerikan dış politikasını etkileyen bazı doktrinleri bilmek lazım. Bunların başında da ABD’nin 7. Başkanı Andrew Jackson’ın uygulamalarından adını alan “Jacksonculuk” geliyor. Jackson ortaya koyduğu yaklaşımlarıyla kendisinden sonra gelen Truman, Nixon, Reagan, George W. Bush gibi başkanları da etkilemiş. Tabi bu zamana kadar yapılan değerlendirmelerde “Jacksonculuk” gibi bir akım çok da dile getirilmedi. Amerika dışında bilinmeyen ama içerde etkin olan, entelektüel yanı da oldukça zayıf olan bu akım aslında bugünü anlamak için çok önemli. Bu akımın oturduğu taban da Amerikan orta sınıfı. Aynı zamanda halkın sosyal, kültürel ve dini değerlerini yansıtması açısından da halk arasındaki konumunu hâlâ korumaya devam ediyor. Öyle ki Jackson tarihe “sokaktaki adama” kurucusu olduğu Demokrat Parti’yi savunduran başkan olarak geçmiş. Jacksoncu anlayış “toplumsal yaşamda muhafazakâr, siyasette milliyetçi ve militarist” olarak kendisini tanımlamış. Jacksoncular dış politikada güvenlik odaklı bir anlayışla hareket etmeyi ilke olarak belirlemişler. Bugün CIA/Pentagon’un Irak ve Suriye’deki yaklaşımına bakarsanız, Jackson’ın dış politik uygulamalarıyla örtüştüğünü rahatlıkla görebilirsiniz.

Jacksoncu savaş anlayışına göre iki tip düşman, iki tip savaş var. Birincisi “onurlu düşmana karşı onurlu savaş”, diğeri ise “kalleş düşmana karşı her türlü yöntemi uygulamanın meşru olduğu savaş”. Şimdi özellikle 11 Eylül sonrası Guantanamo, Ebu Gureyb gibi örnekleri bir kere düşününüz. Amerika kalleş olarak tanımladığı kişilere, ülkelere karşı nasıl yöntemler uyguluyor sorusunun cevabı da böylece daha iyi anlaşılmış olur. Amerika neden dünyada çifte standart uyguluyor veya Amerikalılar için onurlu düşman kim, kalleş olarak kimi görüyorlar gibi sorular da aynı zamanda Jacksoncu savaş anlayışına göre daha iyi ortaya çıkıyor.

Trump ile Amerikan müesses nizamı arasındaki tartışma konusu işte bu yöntem anlayışından kaynaklanıyor. Trump “elin taşıyla elin kuşunu vurmayı” ana strateji haline getirmeye çalışırken, Jacksoncu ve egemen anlayışta ise “sorunun(!) kaynağı neresiyse orada ol” mantığı belirleyici oluyor.

Bugün Amerika neden “dünyanın jandarması” gibi hareket ediyor, Suriye’de olup bitenler nereye evirilir, “Suriye petrollerini SDG’ye neden veriyorlar” gibi soruların cevabını bir de Jackson’un dünyayı gördüğü açıdan değerlendirin.

Not: Bu yazıda Prof. Dr. Füsun Türkmen’in Türkiye-ABD İlişkileri adlı kitabından istifade edilmiştir.