Bir göktaşı Dünya’ya çarpacaktır. Amerikalılar fark eder. Dünya’yı kurtaracak tecrübe ve güç elbette sadece Amerikalılarda vardır. Hemen gereğini yaparlar ve dünyayı kurtarırlar, mı? Normalde olması gereken budur. Oysa Yukarı Bakma’da öyle değil. Aksine, Amerikalılar Dünya’yı kurtarabilecekken açgözlülüklerinden ötürü yapamıyorlar ve Dünyamız yok oluyor.
Önce filmin hikayesine bakalım... Doktora öğrencisi Kate Dibiasky, üzerinde çalıştığı bir konu esnasında bir göktaşı keşfeder. Ve bunun Dünya’ya doğru geldiği anlaşılır. Çarpacaktır. Hemen ilgililere ulaşılır. NASA ve ABD Başkanı. İlgililer ilgilenir. Gereği yapılmalıdır. Fekat önce seçim geçmelidir. Bilim adamları şaşkındır ancak Beyaz Saray’ın kararı budur. 2 bilim adamı ise televizyona çıkıp herkese bunu açıklamak ister. Öyle de yapar. Lakin inandıramazlar. Zira kendilerinin enformasyonu karşısına dezenfırmasyon konur ve sosyal medyanın etkisi ile bu iki kişi meczup pozisyonuna gelir. Neden sonra ikna olunur ve göktaşının uzaydayken yok edilmesine karar verilir. Sonra göktaşı ile ilgili bir şey öğrenilir. Bunun için de teknoloji devi (ABD’de iktidardaki siyasi partinin en büyük bağışçısı) iş adamı devreye girer ve başka bir formül uygulanmasını ister. Bilim adamları karşı dursa da tercih bu yönde olur. Ve sonunda Dünya kurtarılamaz. Son yemek sahnesi ve filmin sonunda yaşananlar da klasik Hollywood yaklaşımının tersi olacaktır.
İpucu vermemek adına daha fazla şey anlatmayalım. Bu kadarı kâfi. Amerikalılar, Dünya’yı da Amerikalıları da kurtaramaz. Şaşırtıcı. ABD Başkanı (Meryl Streep) de yanlış karar ile Dünya’yı felakete sürükleyenler arasındadır. Esas olaraksa teknoloji devi olan iş adamı sonu hazırlar. Sadece bu kesimler değil, sosyal medya kullanıcıları ve sosyal medyanın kendisi de filmde eleştiri oklarına hedef olur.
Küresel sistemin ve postmodern insanın açgözlülüğünün anlatıldığı filmin esas anlam katmanı, yeni medya araçlarının oluşturduğu dezenformasyon ve sosyal medya dilinin itibar suikastını kolayca yapabiliyor olmasıdır. Zira bilim adamları kesin bilimsel verilerle Dünya’nın yok olacağını açıkladığında ciddiye alınmıyorlar. Karşı enformasyon daha etkilidir. Dahası günümüz insanının şaşıracağı fazla şey kalmamıştır. Fantastik filmler ve dizilerle sosyal medyanın görsel manipülasyon etkisi sonucunda bir felaket senaryosu gayet hızlı bir şekilde inanılmasına gerek kalmayacak hezeyan halini alabiliyor.
Absürt mizah ile film dilini de buraya eviren filmin çok beğenilmesi ile vasat bulunması arasında ince bir çizgi var. Elbette basit bir çalışma olduğunu söyleyemem. Birçok bakımdan farklılık barındıran film hikayesindeki farklı yaklaşımı film diline de yansıtan ironik bir yapım. Sosyal medya dilinin oluşturduğu absürtlüğü işleyişine yedirişi de başarılı. Yani meselesini, hikayesini filmsel dili ile başarılı şekilde işleyen bir yapım.
Oyuncu kadrosu filmin çok konuşulmasını sağlayan unsurlardan. Başrolde Leonardo DiCaprio, Jennifer Lawrence, Maryl Streep gibi oyuncuların yanı sıra Cate Blanchett, Mark Rylance gibi oyuncular da filmin başarısını sırtlıyor.
Filmde dikkat çekilmesi gereken bir unsur daha var. Amerikan yapımı bir film, ABD başkanını ve küresel ölçekte dev olan teknoloji firması sahibi iş adamını hicvederken gayet cesur bir yaklaşım sergiliyor. Mark Rylance’ın canlandırdığı karakter Stece Jobs’u andırıyor. Onun nezdinde Mark Zuckerberg ve benzerlerini de... Yani bir Amerikan yapımı, Dünya’yı felaketten kurtaramayan açgözlülüğü ABD başkanı ve teknoloji devine mal ediyor. Üstelik Netflix yapımı olarak...
Düşünüyorum da ülkemizde böyle bir film yapılsa aynı cesaret gösterilebilir miydi?