ABD’de bugün seçim var ve sonuçları yalnızca o ülkede değil, dünyanın dört bir tarafındaki ülkelerde de yakından izlenecek.
Gece uyumayıp sandıkların açılmasını bekleyenler arasında ben de olacağım.
Şu kadarını söylemekte bir abartı yok: Başkan adayları Donald Trump ve Joe Biden yakınları ve danışmanlarıyla sonuçları izleyeceği gibi, başka ülkelerin başkanları da, eş-zamanlı olarak, oradan gelecek seçim sonuçlarını izleyip tez elden öğrenmeye çalışacaklar.
ABD’de birkaç seçim izledim
İlki 1980’de Jimmy Carter’ın ikinci kez seçilmeye çalıştığı, sandıktan ise rakibi Ronald Reagan’ın çıktığı 1980 seçimiydi. ABD coğrafi olarak büyük bir ülke, bir ucuyla diğer ucu arasında beş-altı saati bulan farklılıklar var. Seçim her dört yılda bir kasım ayının ilk pazartesi gününü takip eden salı günü yapılıyor.
Ülkenin doğusunda sandıklar açıldığında batıdaki eyaletlerde henüz oy kullanımı devam ediyor.
O seçimde (1980) doğudaki sandıklar açılır açılmaz televizyonlar muhtemel sonuçları vermeye başlamıştı. Her seçimde bütün ülke sonucunu yansıttığını tespit ettikleri sandıklarda oy kullananlara anketçiler hangi adayı tercih ettiklerini soruyor, elde ettikleri sonucu ekranlardan açıklıyorlardı.
Henüz batı eyaletlerinde oy kullanma devam ettiği halde.
Bu tür anketlere ‘exit poll’ deniliyor…
Seçim sonucu erkenden ilan ettikleri gibi gerçekleşmişti.
Seçimin sonucunu 1980’de İran belirledi. 1979’da devrim yaşamış İran’da gençler ABD büyükelçiliğini basmış, diplomatları rehin almışlardı. 444 gün boyunca da serbest bırakmadılar. Kanallar her akşam rehinlerin kaç gündür esaret halinde olduklarını duyurduktan sonra seçim kampanyalarını ekrana aktarıyorlardı. İran, rehineleri seçim günü serbest bıraktı.
[Yıllar sonra Reagan ekibinin kampanya sırasında İranlılar ile pazarlık yürüttüğü, rehineleri tutma karşılığı Irak’la savaş halindeki İran’a silah yardımında bulundukları öğrenilecekti.]
Carter’ın her şeye rağmen ikinci kez seçileceğini umanlar yanıldılar.
Yerinde izlediğim bir diğer seçim 1992’de Bill Clinton’un rakibi baba Bush karşısında yarıştığı seçimdi. Kuveyt’i işgal eden Irak’a savaştan muzaffer çıktığı için ikinci kez seçilmesine kesin gözüyle bakılan Bush, ismi pek bilinmeyen rakibi karşısında yenildi. Seçimi Clinton’a ekonominin perişan durumu kazandırmıştı.
Amerikan seçim sisteminin gariplikleri
Son seçimi (2016) uzaktan fakat yakın izledim. Herkes sandıktan Hillary Clinton’un çıkacağına bahse girmekteydi. Hillary rakibi Donald Trump’tan 2.9 milyon fazla oy almayı başardı da. Seçimi ise ikinci seçmenlerde 304 üye elde etmiş olan Trump kazandı.
Amerikan seçim sistemi bir garip. Senato’da 100 üye, Temsilciler Meclisi’nde de 435 üye bulunuyor. Senatör ve milletvekili toplam sayısına (535) eyalet sayılmayan başkent Washington için de üç üye eklenerek oluşan bir ikinci seçmen grubu var. İkinci seçmen sayısı 538. Genel oyda her eyalette hangi parti önde çıkmışsa o eyaletin ikinci seçmenleri sayısının bütünü o partinin adayına veriliyor.
Oğul Bush ile Trump rakiplerinden daha az oy aldıkları halde ikinci seçmende önde çıktıkları için başkan seçilmiş sayıldılar 2000 ile 2016 yıllarındaki seçimlerde. 1824’te John Quincy Adams, 1876’da Rutherford B. Hayes ve 1888’de Benjamin Harrison aynı yolla seçilmiş başkanlardı.
Başkan seçilebilmek için 270 ve daha fazla ikinci seçmen kazanmak gerekiyor.
ABD seçim sistemindeki bir başka gariplik de seçilen başkanın hemen yönetmeye başlamaması ve 20 Ocak gününü beklemesi…
Oyların eyaletlerden başkente gelip sayılmasının aylar sürebildiği yüzyıllar önceki dönemlerde belirlenmiş anayasal kurallar yüzünden bütün bu gariplikler…
Değiştirilmeleri pek çok kez teklif edildiği halde gelenekçi Amerikalılar bunu kabul etmediler.
Bugün seçimden nasıl bir sonuç çıkacak?
Kamuoyu yoklamaları Biden’ı Trump’ın hayli önünde gösteriyor, fakat yorumcular yine de ihtiyatlı. Bir hafta önce yapılan son ankette Biden rakibi Trump’a karşı 7.4 puan ilerdeydi; Trump’ın oy oranının yüzde 43’te kalacağı aynı anketin öngörüsü.
Sonucu, her seçimde farklı partiye oy verebilmiş Florida, Pensilvanya, Michigan, Wisconsin, Kuzey Karolina ve Arizona gibi kilit eyaletlerin tercihleri belirleyecek. Başkan adayları da bu yüzden oyları garanti eyaletleri ihmal edip ortadaki kilit eyaletlerde kampanyalarına ağırlık verdiler.
Her şey ortada. Trump’ın genel oyda ileride çıkıp ikinci seçmende 270’i bulamaması yüzünden seçimi kaybetmesi ihtimalinden söz edenler de var.
Biden beyaz olmayan Amerikalılardan, kadınlardan ve gençlerden alacağı oylara güveniyor. Bunların genel oy içerisindeki oy oranı toplam yüzde 70. 2018 ara seçiminde Demokrat Parti bu kesimlerdeki oyunu yükselterek Temsilciler Meclisi’nde çoğunluğu elde edebilmişti. Biden Katolik ve ülkedeki Katolik nüfusun onu tercih etmesi beklenir. Trump’a ise, üniversite eğitimi almamış beyazlar ile Evanjelik Hıristiyanlardan garanti oy gelecek gözüyle bakılıyor.
Trump sandıkta yenilirse koltuğunu bırakır mı?
“Böyle bir soru da sorulur mu?” diye düşünen siyasi gözlemci yok ABD’de. Sandık sonuçlarının Trump tarafından tanınmayacağını, kavga çıkacağını ve konunun yüksek yargının önüne gideceğini bekleyen çok. Trump da seçime ramak kalmışken Anayasa Mahkemesi’ne (Supreme Court) üye seçtirdiği bir yargıçla orada sayısal üstünlüğü elde etti; o üstünlüğe güveniyor.
Muhalif belgeselci Michael Moore “Kim kazanır?” sorusuna her göstergenin Biden’in kazanacağına işaret ettiğini paylaştıktan sonra şunları söylemekte:
“Trump da kazanabilir, çünkü kazanabileceğini düşünüyor. Benim için bu yeterli. Kazanacağını düşünüyorsa ne yapıp edip kazanır o. Şeytani bir zekâsı var adamın. Solcular, benim dostlarım, onun şeytani tarafına takılıyorlar, ben ise zekâsına yoğunlaşıyorum. Bence adam ciddiye alınmalı.”
Ben de onun gibi düşünüyorum. Trump‘ın gerçekten ‘şeytani bir zekâsı’ var.
Seçim kolaylıkla içinden çıkılmaz bir hal alabilir.