Fransızcadan tercüme: Firdevs Yiğit
ABD, İsrail’i genellikle destekledi, fakat her zaman değil. Misal, herkesçe bilindiği üzere, 1956 yılında Başkan Eisenhower,İsrail’in Sina Yarımadası’ndan zorla geri çekilmesini sağladı. 1967’deyse aralarından su sızmaz oldu. Özellikle de Laik Arap nasyonalizminin başlıca odak noktası ve aynı zamanda ortak düşmanları Cemal Abdünnasır’ın ortadan kaldırılmasına yardım ederek Suudi Araplara ve ABD’ye birinci sınıf bir hizmet(!) sunduğunda.
Solda İsrail Başbakanı David Ben Gurion, sağda ABD Başkanı Dwight D. Eisenhower.
1967 yılından itibaren Amerikan hükümeti İsrail’i “stratejik bir yatırım” olarak değerlendirdi. Başkan Nixon yönetimi için İsrail, Türkiye ve İran ile bir “mahalle karakolu” haline gelmişti. Her üçü de petrol üreticisi olan Arap diktatörlerini korumak ve desteklemekle görevlendirildi
(ç.n. Çevre İttifakı, 50’ler). Bir Londra Ofisi bulunmakla birlikte bu yerel karakolun kontrol merkezi Washington’daydı.
Solda İsrail Başbakanı Golda Meir, sağda ABD Başkanı Richard Nixon.
Ayrıca İran şahının 1979’daki devrilişiyle birlikte İsrail’in rolü ve önemi büyüdü. O zamandan itibaren İsrail, Amerikan Kongresi’nin kısıtlamalarına karşı ABD yönetiminin Guatemala, Güney Afrika ve diğer bazı başka yerlerdeki planlarının gerçekleşmesine de yardım etti, diye düşünüyorum.
İsrail ve ABD’yi birbirine sıkı sıkıya bağlayan çok fazla unsur var: Ekonomi, istihbarat servisleri ve silahlı kuvvetler düzeyinde bağlar. İsrail, ileri teknoloji endüstrisiyle zengin bir ülke, bu özelliğiyle ortağı Amerika ile de yakın ilişkisini derinleştiriyor (özellikle savunma sanayisinde, fakat yalnızca bununla sınırlı değil tabii). Aynı zamanda Amerika’nın ileri teknoloji yatırımları için de merkez haline geliyor. Sadece yakın bir örnek vermiş olmak için söylüyorum, Intel’in yeni nesil çip üretim tesisinin ana merkezini İsrail’de kurmaya karar vermesi buna bir kanıt olarak değerlendirilebilir.
Amerikan askeri endüstrisinin bu silahları İsrail’e göndermesinin iki nedeni var. Hepsinden önce bu Amerikan vergi mükelleflerinden savunma sanayisine verilen bir hediye. Zengin petrol üreticilerini, nicelik bakımından şimdiye kadarkinden daha büyük (fakat daha sofistike) silahları satın almaya teşvik etmek ise diğer bir neden. Bu da "petro-dolarların" yeniden kendini üreteceği anlamına geliyor.
Ama başkaca sebepler de yok değil, ABD entelektüel sınıfı İsrail’i desteklemek için resmen yarışıyor (gerekçelerini tartışmak ilginç olurdu). Ve elbette bu durum, Amerika’nın bölgedeki tavrını etkiliyor. Ayrıca söz konusu kesimler İsrail’e destek zihniyetinin ABD hükümeti ve ekonomik iktidar tarafından benimsenmesini ve bu şekilde yaygınlaşmasını temin ediyorlar.
Gerçek iktidar ile karşı karşıya gelmemek için yeterince dikkatli olunsa da İsrail yanlısı güçlü bir lobi de yok değil. Üstelik bu lobi diğer başka lobilerden, özellikle iş dünyasınınkilerden daha küçük ve daha az etkin. Sonuç olarak arka fonda önemli kültürel faktörler var. Birleşik Devletler, Evanjelist Hristiyan hareketi gibi olağan dışı bir güce ulaşmış cemaatlere sahip ve bu sayede George W. Bush ve Reagan gibi yüksek makamlardaki kişileri sempatik gösterebiliyor. İsrail’e destek, onların teolojisinde mühim bir unsur (ki aslında son derece anti-semitik gerekçelerle, ama bu başka bir hikâye).
Amerikalılar neredeyse içgüdüsel olarak, birçok yönden onlara Amerikan tarihini hatırlatan sömürgeci bir yerleşim devletine sempati duyma eğilimindeler. Onlar da “vaat edilmiş bir toprak” talep etmişlerdi ve Amerika’da “gayri meşru olarak ikâmet eden” Kızılderilileri katlederek Tanrı’nın buyruğunu yerine getirdiler. Bu Kızılderilileri asimile edilen “Amalekliler” (Mısır’dan Filistin’e doğru kaçarlarken, İbranileri taciz eden eski bir kabile) olarak düşünün.
Pek azı haberdar. Ulusal Yahudi Fonu gibi kuruluşlara yapılan dolar desteğini halk kesinlikle bilmiyor, ki söz konusu kuruluş İsrail devleti ile yapılan sözleşmesinde Amerikan hükümetinden aldığı bütçeyi sadece “Yahudi ırkına, kökenine ve dinine” ait insanların çalışmalarına adamıştır. Ayrıca Porto Rikolu işçilerin sendikalarının siyonist yöneticisi tarafından, kanunu hiçe sayarak, emeklilik fonlarının İsrail’e gönderildiği konusunda bilgilendirildikleri de şüphelidir.
Resmi lobi, fakat en önemlisi değil. Daha önce de belirttiğim gibi bu destek, lobinin rolünden çok daha derin.
Büyük bir Orta Doğu ve uluslararası İlişkiler uzmanı arkadaşım Gilbert Achcar’a göre 'İsrail yanlısı lobiye belirleyici bir etki atfetmek, fantastik bir siyasi görüştür.' Bu görüş yalnızca uluslararası siyasetin oluşumu ve işleyişinden, Amerika Birleşik Devletleri siyasetinin iç dinamiklerinden habersiz kişiler tarafından ciddiye alınır.
Eğer güvenliğini sağlamak yerine, yayılmacılığını öncelemeseydi evet, tek başına başa çıkabilirdi. ABD ve İsrail tarafından otuz beş senedir bloke edilen o uzlaşmayı, çok geniş bir uluslararası fikir birliğine dayalı olan barışçıl bir siyasi çözümü kabul etmeye hazır olsaydı eğer, mümkün olabilirdi.
Ama İsrail’in niye inat ettiğini anlamak için, sonraları cumhurbaşkanı olarak seçilen Ezer Weizman’ın ne dediğini hatırlamamız gerek. 1972’nin ilk aylarında İsrail, Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat’ın Filistinlilere hiçbir şey kazandırmayan barış anlaşması teklifini reddetmişti. O’na göre toprakları genişletme içermeyen hiçbir politik düzenleme (o dönemde Sina Yarımadası söz konusuydu) İsrail’in “büyüklüğü, zihin yapısı ve niteliğine göre” varlığını sürdüremeyeceği anlamına gelirdi.
Taba Zirvesi , İsrail Başbakanı Ehud Barak ve Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat arasındaki başarısız Camp David 2000 Zirvesi'nden sonra ve başlayan İkinci İntifada'nın zemininde 21-27 Ocak 2001 tarihleri arasında Taba'da gerçekleşmişti.
ABD tarafından, iki devletli bir çözüm konusunda uluslararası bir anlaşma tanınır hale gelirse İsrail bunu uygulamak zorunda kalır. Bir ABD başkanının böyle bir pozisyon almaya hazır olduğuna bir kez de olsa tanık olduk. Yine Clinton’un başkanlık döneminin sonlarına doğru, 2001’in Ocak ayında Taba Zirvesi devam ederken, katılımcılardan alınan bilgiye göre İsrail müzakereleri sonlandırmadan hemen önce anlaşmaya çok yaklaşmıştı. Bununla birlikte “sırtını dönme” ifadesine katılmıyorum. Böyle bir anlaşma, aksine, İsrail için bir hediye olurdu. 30 sene önce, kendilerini "İsrail taraftarı" olarak ilan edenlerin aslında İsrail’in ahlaken yozlaşmasına ve olası yıkımını desteklediklerini kaleme almıştım. Bu (gerçeklik) değişmedi.
Konuyla ilgili okuma yapmak isteyenler için:
Noam Chomsky, ABD, İsrail ve Filistinliler: Kader Üçgeni, İletişim Yayınları, 1993.
_________________
Noam Chomsky, 1928’de Philadelphia’da doğdu. Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde Amerikan yapısalcı dil biliminin temellerini attı. Vietnam Savaşı'ndan, yani altmış yıldan bu yana yoğun bir şekilde anti militarist kimliğini korumayı sürdürüyor. Yayımlanan çok sayıda kitabın yanı sıra Amerika’nın dış politikası üzerine makaleleri ve medya yayınları bulunmaktadır.
Kaynak: gzt.com/mecra