2003 yılında Çin’e 120 milyar dolar ihracat yapabilen Amerika aynı yıl Çin’den 440 milyar dolar ithalat yapmıştı. 2018 yılına gelince Amerikan ihracatı yine 120 milyar dolar olarak yerinde sayarken Çin’den ithalatı 540 milyar dolara çıkmıştı. 21. yüzyıldaki “Çin-Amerika savaşı” ticari alanda başladı deniliyor. Çin’in Batıyla olan ticari ilişkiler tarihine bakarak, savaş kavramının yerindeliğini gözden geçirebiliriz.
Yüzyılın başlarında, uygarlık ve Hıristiyanlık değerleriyle dünyanın en üstün toplumu olduğuna inanan Avrupa devletleri; sadece Avrupalı devletlerin hükümranlık haklarını ve devletlerarası eşitliğini kabul ediyorlardı. Bu dönemde, uygar toplumların sahip olduğu değerleri tüm dünyaya yaymak, en temel siyasi motivasyon ve coşku kaynağı haline gelmişti. Global çapta ticaretin herkese faydası olduğu fikri de bu ilkelere eşlik etmekteydi. 19. Yüzyılda global ticaret sömürgecilerin yararı doğrultusunda hızlanıyordu. Çin ile olan ilişkiler ticaret esaslıydı. 3 bin yıllık tarihinde Çin, asla, hiçbir ülkeyi kendi eşiti olarak kabul etmemişti. Ticaret yapmaya gelmiş olan yabancıları da barbar fakat yararlı unsurlar olarak değerlendiriyordu. Her ne kadar çok karlı bir ticari ilişki sistemi sürüyorsa da, Çin’in kendisi dışındaki herkesi aşağılayan tutum ve davranışları kibirli batılı temsilcileri üzüyordu.
Çin’de üretilip ithal edilen çay, porselen ve ipekli ürünlere karşılık; yabancılar, ham pamuk dışında neredeyse Çin’e hiçbir şey satamıyorlardı. Bu da batılı ülkelerin nakit dengelerinde sorun oluşturmaya başlamıştı. Bu batılılar için adaletsiz (!) bir dengesizlikti. Ancak nakit vererek mal alabilen ve çok az miktarda mal satabilen Avrupalılar yükte hafif pahada ağır bir ürün olan ‘afyon’ üretimini bir çare olarak ele aldılar. Afyon’u başta Hindistan olmak üzere diğer sömürgelerinde ürettirip Çin’de satmaya başladılar. Durumu fark eden Çin İmparatorluğu bu ticarette zorluklar çıkardı. Buna rağmen afyon satışları rüşvet ve kaçakçılık yöntemiyle ve istenilen miktarda sürdü. Sadece mal alıp mal satamamak başta İngiltere olmak üzere tüm batılıları zorluyordu; hep beraber Çin’den, gümrük kapılarını başta afyon olmak üzere bütün mallara açması talepleri kabul görmüyordu.
Çin’in batılıları aşağılaması ve ticari ihtilaflar zamanla, ilişkileri savaş boyutuna taşıdı.
1842 yılında Çin ordusunu mağlup eden 9 bin kişilik İngiliz ordusu ve donanması Yangzi Nehri boyunca imparatorluk başkenti Nankin’e doğru ilerlemeye başlayınca, batılıların çok istediği Nankin Anlaşması imparator tarafından imzalandı. Bu anlaşmada neredeyse bütün limanlar serbest ticarete açılmış ve her ürün ticaret konu olmaya hak kazanmıştı. Batılılar, anlaşma imzalamakla anlaşmanın hükümlerine uymak arasındaki farkı geç de olsa anladılar. Çin neredeyse her maddeyle ilgili ayak sürüyordu. Her iş için rüşvet verme zorunluluğu ve diğer ihtilaflar devam etti. Bir Hristiyan misyonerin kafasının kesilerek köpeklerin önüne atılması, batılılarda, sonsuz bir öfke ve kızgınlık oluşturdu. 1858 yılında Çin’i bir daha kesin bir yenilgiye uğratan Batılı devletler, Çin ile Tiyanşin Anlaşması’nı imzaladılar. Bu anlaşmada ticari imtiyazların yanı sıra devletlerarası eşitlik, başkente büyükelçi atama, Hırıstiyanlığı kabul etmiş Çinlilere koruma ve ‘Afyon ticareti’nin meşrulaştırılması temin edildi. Çinliler bu anlaşmanın da yürürlüğe girmesi konusunda ayak sürüdüler. İngiltere, Pekin’in uluslararası düzeyde devletlerarası hiyerarşinin değiştiğini ve Britanya Krallığına saygı göstermenin zamanının geldiğini göstermek için 10 bin kişilik bir ordu hazırladı. 1860 yılında, yanına 6 bin kişilik Fransız ordusunu da alarak Pekin dışındaki yazlık başkente doğru yola çıktılar. Önden gönderilen elçi, subay ve şahıslar işkence yapılarak öldürüldü. Bunların duyulması müttefik kuvvetleri adeta çıldırtmıştı. Kafa uçurma, boğma, kol bacak kesme gibi vahşi işkencelerden dolayı intikam yeminleri edildi. İngilizlerden önce saraya ulaşan Fransızlar, Cizvitlerin hazırladığı plana göre inşa edilmiş olan ve o güne kadar Çin’de yapılmış olan en lüks sarayda, üç gün üç gece yağma yaptılar. Anavatana gönderilmek üzere yağmalanmış eşyalar üç yüz çek çek’le gemilere taşındı. İngilizler geldiğinde onlar da bu yağmaya devam ettiler. İngiliz komutan öldürülen İngiliz ve Fransız elçi ve aracıların intikamını almak ve Çin İmparatorunun burnunu sürtmek için, zaten yağmalanmış olan bu sarayı, hiç tereddüt etmeden ateşe verdi. Kışlık saraya büyük bir gösteriş ve kibirle giren müttefik kuvvetler imparatorluk sarayında Çin İmparatoruna önceki anlaşmaları teyit eden ve yeni maddeleri içeren Pekin Konvansiyonu’nu da imzalattılar. Hem İngilizler hem de Fransızların her biri 8 milyon TAEL* karşılığı gümüş savaş tazminatı aldılar. Bu anlaşmadan sonra da Çin batıyla olan ilişkilerinde ayak sürüdü, batılılar da tehditle ve saldırılarla Çin’i anlaşmalara sadık kalmaya zorladılar.
Gaddar ve sömürücü Batılılar yetmezmiş gibi, devreye zalimlik ve sömürücülükte batılılardan hiç de aşağı kalmayan Rusya ve Japonya da, Çin’in sınırlarında tekrar ortaya çıkmıştı ve bu sömürü düzeninden pay almak istiyorlardı. 1894 yılında Kore’yi işgal etmek isteyen Japonya’ya karşı savaşan Çin ordusu ağır bir hezimete uğradı. Adeta imha edildi. Japonya kendi kıyılarına yakın anakaradaki şehir ve toprakları işgal etti. Araya batılıların girmesiyle, Japonya, Kore yarımadası üzerindeki imtiyazlarla yetindi fakat 1905’te Kore’yi tamamen kendine bağladı. Bundan sonra 1899 yılında başlayıp iki yıl süren milliyetçi nitelikte bir kalkışma olan ‘Boksör İsyanı’ başladı. İmparatorluk da örtük olarak bu isyanı destekledi. Bu isyanda yüzlerce batılı tüccar ve din adamının yanı sıra Hristiyanlığa geçmiş binlerce Çinli de katledildi. Batılıların birleşik ordusu bu ‘Boksör İsyanını’ da kanlı bir şekilde bastırdı. Bu savaşın sonunda, bu kez 45 milyon TAEL ve diğer imtiyazlar aldılar.
Bu yazının amacı bir tarih anlatısı değil, bugünkü ihtilafların tarihi kökenleriyle ilgili bir tutam hatırlatma yapmak istedim. Sadece şu kadarını söylemeliyim ki; başta Japonlar olmak üzere bütün sömürgeciler, sömürülerine acımasız ve açgözlü bir şekilde II. Dünya Savaşı sonuna kadar devam ettiler. Çin’de 1830-1950 yılları arasında katledilen insan sayısı II. Dünya Savaşı’nda katledilenler sayısına yakındır denilebilir, fakat tam sayıyı kestiremiyorum. Bugün Amerika ile müzakere masasına oturmuş olan devlet, sömürülmekten imanı gevremiş bu devletin halefi; müzakere eden insanlar da bu zor dönemin ruhunu iliklerine kadar içselleştirmiş insanlar. Amerika da son yüzyılda her bakımdan mevcut dünya düzeninin kurucusu, hamisi ve işleticisi. Bu müzakere masasından hızlı ve makul bir karar beklemek çok büyük saflık olur.
Yukarıda anlattığımız gibi çok güçlü taraf ile çaresiz taraf arasındaki müzakereler kolay ve hızlı sonuçlanabilir ama Çin artık 19. Yüzyıldaki Çin değil. Ayrıntısına girmeye gerek yok. ABD ve Çin bazı bakımlardan neredeyse birbirine denk veya öyle algılanmak istiyorlar. Denk kuvvetlerin de birbiriyle müzakereleri kolay kolay sonuçlanamaz. Sahadaki mücadelelerinde, yani iktisadi uygulama ve düzenlemelerde, üstünlük sağlayamayıp PATA durumunda olanların bunu masada sonuçlandırmaları gerçekten çok zordur; velev ki, taviz vermesi istenen taraf, taviz vermeyi makul ve gerekli görsün. Çünkü denk kuvvetlerin ‘müzakere ruhu’ böyle gerektiriyor. Taviz isteyen (ABD) masaya oturmadan önce, taviz vermeye razı Çin’den; alabileceği maksimum tavizleri alsa bile “galiba daha fazlasını alabilirdim” diye düşüneceğinden nihai sözleşmeyi kabullenemez ve daha fazla taviz için ek müzakereler talep eder. Taviz vermeye razı taraf, Çin müzakere masasına oturmadan önce, ABD’ye vermeye razı olduğu tavizlerden daha azının kabul edilebileceğini görse bile “galiba ‘az’dan da daha az tavizle bu işin içinden çıkmam mümkün” diye düşünecek ve müzakereleri uzatacaktır. Yani alan hep aldığından daha fazlasını alması gerektiğini; veren de, verebileceğinden daha az tavizle bu işten sıyrılabileceğini düşünür. Ara çözümler ve molalar çoğalsa bile sonucu sahadaki mücadelelerin yönü belirler. Taviz isteyen taraf olarak Amerika, müzakere masasından bir sonuç alamayınca hızla sahaya döndü ve Çin mallarına ilave gümrük vergileri koydu. Çin durur mu, hemen o da ithal ettiği Amerikan mallarına konulan ek gümrük vergilerini açıkladı. Müzakereler tekrar tıkanınca bu defa ikinci kez gümrük vergileri artışları yaşandı.
ABD için mücadele sahası sadece Amerikan gümrükleri değil; Çin’de faaliyet gösteren Amerikan şirketlerinin, Çin pazarını kaybetmeksizin kısmen veya tamamen Çin dışına çıkmaya ikna edilmeleri bu mücadelenin bir parçası. Bugünlerde Çin’de yatırım yapmak isteyen ya da oradaki yatırımlarını artırmak isteyen şirketlere de bu bakış açısına göre davranmaları tembihleniyor. Şimdi Çin’deki Amerikan şirketleri bu tavsiyeler ışığında kararlarını gözden geçiriyorlar. Bu şirketlerin muhtemel kararları hakkında oluşan değerlendirmeleri Çin hükümetinin bilmesi ve öğrenmesi isteniyor; böylece masa başında süren müzakerelerde Amerika’nın eli güçlenmiş olacak. Kâğıt üzerinde Çin’in hamleleri çok cılız görünüyor; yine de, aşırı derecede taviz vermeye hazır bir görüntü çizmek istemiyorlar. Çin de, Amerika’daki seçimlerin sağlayabileceği değişimi, kapitalizmin kar hırsını, kendi iç pazar büyüklüğünü ve bazı ürünlerde neredeyse tek alıcı/satıcı olma silahlarını kullanarak masada denge kurmaya çalışıyor.
SONUÇ
Bu müzakereler uzun süre sonuçlanmayacak. Bugünlere benzeyen çok günler göreceğiz. Ara ara yaşanacak ateşkesler ve anlaşmaların tamamı defalarca delinecektir. Bir Amerikalı generalin “Çin daha fazla güçlenmeden derhal onunla savaşa girmeliyiz” süreci başladı. Yan konularla beraber bu ticaret görüşmeleri Çin’i Amerika’ya rakip ve akran olma seviyesinin altına düşürürse sıcak savaş ertelenebilir. Şimdilik bu mümkün gözüküyor. Geçen ay, bir arkadaşım Çin’den çıkmak isteyen Amerikalı firmaların, taşınabilecekleri ülke listeleri yaptıklarını bunların arasında Türkiye’nin adının hiç geçmediğini söyledi. Hazırlanan 10 ülkelik listenin 5’i Çin’in komşuları, ikisi Güney Amerikalı olan Brezilya ve Şili, üçü de Doğu Avrupalı olan Polonya, Macaristan ve Romanya dedi. Bütün ülkeler ‘short list’ dedikleri ilk üçe girmeye çabalıyormuş. Avrupa ve Japonya kökenli, hatta Çin kökenli bazı şirketlerin de işlerinin bir kısmını Çin dışına çıkarmaya çalışacakları kehanet sayılmaz. Şansa bakın ki Amerikan Ticaret Bakanı Wilbur Rose kendiliğinden Türkiye’yi 11’inci ülke olarak listeye eklemiş ve 5 gün boyunca Türkiye’nin hangi alanlarda Çin’i ikame edebileceğini araştırıyor. Türk firmalarıysa, Amerika için çok küçük olan atıl kapasitelerini satma derdinde. Amerika’nın ithal ettiği ürünlerin GTİP(*)’lerini ve ithalat miktarlarını inceledim. Devasa ve bize çok uzak rakamlar gibi geldi bana… Şans her türlü hazırlığı yapan ülkelerin kapısını çalar.
* Tael: 37.5 gram gümüş para.
** GTIP Gümrük tarife ve istatistik pozisyonu, yani ürünü tarifleyen kod numarası,