Amal dokuz yaşında olduğu ve annesini aradığı söylenen Suriyeli küçük bir kızın 3.5 metrelik kuklası. Utangaç, masum ve hüzünlü bir duruşu var. Üç kuklacının zar zor yönettiği dev gövdesine rağmen sempatik, duygularını yüzüyle ifade edebiliyor. Amacı insanları empatiye zorlamak, sığınmacıları anlamalarını sağlamak. Ama Amal aynı zamanda tepeden de bakıyor, baktıklarını bakışlarıyla yargılıyor.
Güney Afrika’da bu konularda ünlü ve tecrübeli Handspring şirketi tarafından yapılmış. Kocaman ayakları ve parçalarını taşıyan araçlarıyla ülkeden ülkeye dolaşmış. Gaziantep’ten yola çıkıp Yunanistan, İtalya, Fransa derken yedi sınır geçip İskoçya’ya kadar gitmiş. New York Times aralarında mülteci kamplarının ve Londra’da Kraliyet Opera Evi’nin de olduğu 140 yerde durduğunu yazıyor.
Bazı yerlerde sevgi ve şefkatle, bazı yerlerde de nefretle karşılaşmış. Onun için etkinlikler düzenlenmiş, ünlü insanlarla buluşması sağlanmış. Bazen de protesto edilmiş. Çoğu yerde annesini aramış, deniz geçerken, ülke değiştirirken hayatlarını kaybeden sığınmacıları anmış. Glasgow’da ise iklim sorununun çözümüne katkıda bulunmaya çalışmış. Hem toplantı mekanında hem de dışında performans sergilemiş. İnsanların ve tabii ki basının ilgisini çekmiş.
***
Amal’ın güçlü bir prodüksiyonun ve ciddi bir PR faaliyetinin ürünü olduğuna şüphe yok. Bütçesinin 4 milyon dolara ulaştığını söyleniyor. Fakat ne yazık ki etkisi sınırlı. Ona bakanlar, performanslarını seyredenler mesajını değil vücudunu, kocaman sevimli ayakkabılarını, ağır aksak yürüyüşünü, sopalarla hareket ettirilen kollarını, kapanıp açılan gözlerini görüyor. Amal onlara “mültecilerin” dramını aktaramıyor. Gezip dolaştığı AB’nin Polonya sınırındaki birkaç bin kişiyi dünyanın en büyük sorunu olarak görmesine engel olamıyor.
Polonya sınırındaki sorunun çok boyutlu olduğu, Lukaşenko liderliğindeki Belarus’un AB’ye karşı mülteci kartını oynadığı kesin. Diğer yandan Polonya’nın ve aslında tüm AB ülkelerinin sığınmacıların haklarını gözetmedikleri, başta AB Temel Haklar Şartı ve 1951 Cenevre Sözleşmesi olmak üzere imzaladıkları bağıtları dikkate almadıkları da kesin. Çünkü istense sığınmacıların sınır ötesinde bile haklardan yararlanmaları sağlanabilirdi.
Toplu püskürtme yerine bireysel koşullar esas alınarak değerlendirme yapılabilirdi. Mesela sığınmacıların Temel Haklar Şartı’nın 38/2, 43/2, 24/3 maddelerinden yararlanmaları için tedbir alınabilirdi. DW’ye konuşan Almanya Sol Partisi Milletvekili Gökay Akbulut’un söylediği gibi böylece sadece Temel Haklar Şartı değil Cenevre Sözleşmesi de ihlal edilmemiş olurdu. Ancak şimdiye değin sorun polisiye tedbirlerle ve siyasi suçlamalarla yönetildi.
Merkel Putin’i aradı, Johnson destek olsun diye Polonya sınırına 10 asker gönderdi. AB’den muhtelif nitelikteki yetkililer hiçbir hukuki ihlal yapmamış olsa da THY’yi ve diğer taşımacılık şirketlerini suçladı. Bundan sonra da pek farklı bir yöntem izleneceğe benzemiyor. Sığınmacılar konusunda kendi içinde katman katman bölünmüş AB sorununu dışsallaştırarak çözmeye çalışacak gibi duruyor.
THY’nin, daha doğrusu Türkiye’nin direnmesi işlerini çok kolaylaştırır, kendi aralarındaki bölünmeyi, Polonya’nın başka ülkeler üstünden gelen Suriyeli göçmeleri kabul etmemek için zamanında gösterdiği direnci, sorumluluktan kaçışını unutturabilirdi. THY’nin uçuş haklarını kısıtlama ve suçlamayla sorunlarını yönetebilirlerdi. Pek çok konuda sorun yaşadıkları Türkiye’den iyi bir günah keçisi çıkardı.
Fakat Türkiye rasyonel bir hamleyle hiç beklenmeyeni yaptı. Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü muhtemelen bir hak ihlali gerçekleştirerek Irak, Suriye ve Yemen’den gelenlerin Belarus’a uçuşuna izin vermeyeceğini duyurdu. Polonya’yı sığınmacılarla, AB’nin geri kalanını da Polonya’yla baş başa bıraktı. Hukukla siyaset arasına sıkışmış AB’nin bu sorunu ne şekilde çözeceğini bilmiyoruz.
Ancak zorlanacağına kesin gözüyle bakabiliriz. Sağ partiler hemen her ülkede şimdiden kıyameti kopartmaya başladı. Sığınmacıların hedefindeki ülke İngiltere Manş Denizi geçişlerindeki artışları yayınladı. Görünen o ki bu sorun daha pek çok sorunu tetikleyecek, pek çok ülkenin içine daha çok dönmesine, sorunlarından sığınmacıları sorumlu tutmasına yol açacak. Bazı yorumcular Polonya sınırında sıcak çatışma olasılığından dahi söz ediyor.
***
Umarız bunların hiç biri olmaz, akıl, mantık, vicdan ve hukuk galip gelir. Sığınmaya hakkı olanlar ayrılır, olmayanlar ülkelerine geri gönderilir. Avrupa da daha fazla sağa kayıp bizim için, özellikle de orada yaşayan Türkiye kökenliler için tehdit haline gelmez. İltica etmek isteyenler yüzünden bir Brexit daha yaşamaz. Bölgenin istikrarını ve güvenliğini tehlikeye atabilecek gerilimlerle karşılaşılmaz. Biz de kendi sığınmacılarımızı anlamaya, ayrımcılık yapmamaya, sorunlarını çözmeye, ülkelerine dönebilecekleri koşulları yaratmaya çalışırız.
Belki bu arada bazılarımız Amal’ın yolculuğunu merak edip YouTube üstünden videolarını seyreder, vermeye çalıştığı mesajı alır, sığınmacıların da bizler gibi birer insan olduğunu, umutlarının yok olduğunu, korktukları ve kaçtıklarını, burada ya da başka bir yerde yeni bir hayat kurmaya çaba harcadıklarını anlar. Belki biraz vakti ve sanata ilgisi olanlar da Amal’ı yaratan şirketin diğer prodüksiyonlarını görmek ister.
Benim önerim Alman yazar Georg Büchner’in ünlü oyunu Woyzeck’in günümüze uyarlanmış, askerlikten çıkartılıp göçmen işçi haline getirilmiş halini seyretmeniz. William Kentridge’in yönettiği kuklalarla onları oynatanların iç içe geçtiği, hareketin insan vücuduyla tahta arasında gidip geldiği ve bütünleştiği muhteşem performansı (https://youtu.be/r6rDZYmTvX8) kaçırmayın derim. Huzurlu ve mutlu bir Pazar günü dileğiyle…