Amaç ‘Şii Hilali’nden Öte ‘Şii Dolunayı’

Faruk Önalan, İran’ın mezhep odaklı yayılmacı politikasını incelerken, teşkilat olarak hangi amaç doğrultusunda hareket ettiklerini değerlendiriyor.

Amaç ‘Şii Hilali’nden Öte ‘Şii Dolunayı’

 

 

Faruk Önalan Açık Görüş’teki yazısında, İran’ın mezhep odaklı yayılmacı politikasını incelerken, teşkilat olarak hangi amaç doğrultusunda hareket ettiklerini değerlendiriyor.

19 Ocak 2020 Pazar 19:34A+A-

Açık Görüş / Faruk Önalan  

Amerika Birleşik Devletleri’nin şu anki Genelkurmay Başkanı Mark Milley’in başında bulunduğu ekibin hazırladığı binden fazla belgenin yer aldığı, bin 300 sayfalık Irak raporunda şu ifade geçiyordu ; “Bu proje 2018’de tamamlandığında daha da cesaretlenmiş ve yayılmacı bir İran, Irak’ta tek kazanan olarak görünüyor.” Raporda da bahsedildiği gibi Irak Saddam Hüseyin’in Baas rejiminden alınıp İran’ın kucağına bırakılmıştı. İşgal sonrası ABD Başkanı Bush’un Irak’ın başına getirdiği Paul Bremer de (11 Mayıs 2003 -28 Haziran 2004) El Cezire Arapça kanalına verdiği demeçte “Abbasi Hilafetinden bu yana Mezopotamya’da süre gelen bin yıllık Sünni hâkimiyetini devirdik.” diyerek Irak’ı, İran’a teslim ettiklerini en yetkili ağızdan itiraf etmiş oldu. Irak anayasasının yapımı aşamasında ise masanın bir tarafında o dönem Bağdat Büyükelçisi olması planlanan Brett McGurk, diğer tarafında ise Kasım Süleymani’nin dolayısıyla İran’ın güdümünde olan kukla isimler vardı. Sonrasında Irak Başbakanı olarak atanan Nuri el-Maliki de Hamaney’in emir eri gibi çalışarak mezhepçi politikalar yürüttü ki bu mezhepçi politikalarla DEAŞ gibi terör örgütlerinin önü açılmış oldu. DEAŞ’ın alan kazanmaya başladığı 2014 yılında İran Cumhurbaşkanı Ruhani’nin, “Irak’ta Şiiler için kutsal olan Kerbela, Necef, Kâzimiyye ve Samarra’daki türbeleri katillerden ve teröristlerden korumakta tereddüt etmeyeceğiz. Birçok insan Irak’a gidip kutsal yerleri savunmaya ve teröristleri geldikleri yerlere geri göndermeye hazır” sözleriyle İran, Irak’a fiilen müdahale etmeye başladı. Aynı yöntemi Suriye’de de kullandılar. Lübnan Hizbullah’ı eliyle Ebu Fadl el-Abbas Tugayını Şam’daki Hz. Zeynep türbesini koruma bahanesiyle kuran İran, yine aynı bahaneyle Irak’ta bulunan Şii milis grubu Asaib Ehlil Hak örgütü ardından diğer Şii örgütleri de Suriye’ye getirdi. İran’ın mezhepçi ve yayılmacı dış politika anlayışı giderek bölgede kendini hissettiriyordu. Afganistan’dan getirdikleri binlerce genç ile Fatimiyyun Tugayını, Pakistan’dan getirdikleri gençlerle de Zeynebiyyun Tugayını kurdu ve bu yapılanmaları Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’ye bağladı. Bu Şii gençlerin kimi zorla, kimi tehditle kimi de maddi durumlarından faydalanılarak Suriye’de ölüme gönderildi. Sığınmacı Afgan gençler Afganistan’a sınır dışı edilmekle tehdit edildi. 12-14 yaşındaki çocuklar dahi savaşmaya zorlandı. İnsan Hakları Örgütü’nün konuştuğu Afgan sığınmacılardan biri de 17 yaşındaki Ahmedzai idi. Tahran’da inşaatlarda çalışırken gözaltına alındığını belirten 17 yaşındaki Ahmedzai , “Askeri yetkililer bizi seçerek, savaşmaya uygun olanlarla olmayanları ayırdı. 20 Afgan erkekle birlikte beni de aldılar. Kuzenimi seçmediler, onun yerine Afganistan’a sınır dışı ettiler. Bize hiçbir seçenek bırakmadılar, eğitip savaşmaya zorladılar. ‘Suriye’de savaşıp şehit olacaksınız, bu çok iyi bir şey’ dediler.” 

Afgan göçmenlerin katili 

Afganistan milletvekili Belkıs Ruşen ise, Amerikan saldırısında öldürülen Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin bir ”cani” olduğunu açıkladı. “Afgan halkının temsilcisi olarak Karzai’nin Süleymani’nin ölümüne duyduğu üzüntüden ötürü utanç duyuyorum. Malumdur ki Kasım Süleymani Afganistan’da en çok cinayet işleyen şahıslardan birisidir. Süleymani, en az 5 bin Afgan gencinin Suriye’de Fatimiyyun Tugayı ismindeki örgüt çatısı altında ölümüne sebep oldu. Bin iki yüz Afgan gencinden ise haber alınamıyor. Amerika kendi çıkarı için bölgede insan öldüren makinalar çalıştırıyor. İşi bitince onları da öldürüyor. Amerika’nın menfaati bittiyse istediği yerde istediğini vurabilir. Örneğin Bin Ladin ve Molla Ömer’i vurdular. Cuma günü Kasım Süleymani’yi de vurdular.” 2008 yılında, işgal sonrası Irak’ın Cumhurbaşkanı olan Talabani (Amerika ve İran’ın birlikte yaptıkları anayasaya göre, Cumhurbaşkanı Kürt, Başbakan Şii ve Meclis Başkanı Sünni olmak zorunda) dönemin ABD işgal güçleri komutanı General David Petraeus ile toplantıdayken, Talabani’nin telefonuna, Petreaus’a iletilmek üzere Kasım Süleymani’nin mesajı gelir; “Benim adım Kasım Süleymani. Bilmelisiniz ki İran’ın Irak, Lübnan, Gazze ve Afganistan politikalarını ben kontrol ederim.” 

Carudiler İran’a yakın 

Bugün Suudi Arabistan-BAE ve İran hırsları arasında sıkışan Yemen de İran’ın mezhepçi dış politika anlayışının odağındaki ülkelerden. Kızıl Deniz’i Aden Körfezi’ne ve Umman Denizi’ne bağlayan stratejik Babul Mendep boğazı Yemen’e bağlıdır ve dünya petrol ihracatının en önemli geçiş yerlerinden biridir. İran, 1990 Körfez savaşından sonra Yemen’deki Husiler aracılığıyla bir Şii uyanışı meydana getirme amacıyla, tüm Körfez’i etkisi altına almaya çalıştı hala da bu uğurda faaliyetlerine devam etmekte. Husilerin dini lideri Hüseyin Bedreddin el-Husi’nin Zeydi mezhebinde olduğu söylense de aslında Zeydiliğin radikal kolu Carudidir. Zeydiler Hz Ebubekir (ra), Hz. Ömer(ra), Hz. Osman’ı(ra) halife olarak kabul ederken, Carudiler asla kabul etmezler bu sebeple de İran’a daha yakındırlar. Bedreddin Husi’nin İran’ın Kum kentinde eğitim gördüğünü de dikkate alırsak konu daha da netleşecektir. 2004 yılı haziran ayında Yemen hükümeti, Bedreddin Husi’nin bir dönem milletvekilliği yapmış oğlu Hüseyin el-Husi’yi yakalama amacıyla Saada harekatını başlattı üç ay sonra yani Eylül 2004 tarihinde ölü olarak ele geçirdi. Örgütün başına ise bugün de lider konumunda olan Abdulmelik el-Husi geçti. 2004’de başlayan çatışmalar bugün hala devam ediyor ve arada kalan binlerce Yemenli açlık, hastalık ve ölümlerle baş başa bırakıldı. 

İran mezhepçi dış politika anlayışı ile 1979 devriminin hemen ardından Afrika’ya yöneldi. Bu adımın ilk hedefi şüphesiz Nijerya idi. Şimdilerde ev hapsinde tutulan Şii Şeyh İbrahim Zakzaki’nin lideri olduğu Nijerya İslami Hareketi aracılığıyla birçok öğrenci 1979 sonrası İran’a gönderildi. Burada dini ve askeri eğitimin yanında para yardımı da aldılar. Ülkelerine geri döndükten sonra Şii yayılmacılığı hedefi doğrultusunda faaliyetlere başladılar. Şeyh Zakzaki aslında Müslüman Kardeşlerden Mısırlı düşünür Seyyid Kutub’tan etkilenen bir Sünniydi ancak daha sonra Şiaya geçti. Zakzaki 1980’li yılların başından beri defalarca tutuklandı. Sağlık durumundan dolayı ev hapsinde tutulan Zakzaki’nin yaz aylarında serbest bırakılmasına karar verilmiş ancak sonra tekrar gözaltına alınarak aralık ayı başında cezaevine gönderilmişti. Zakzaki’nin hedefi Nijerya’da İran benzeri bir İslam cumhuriyetinin kurulmasıydı. Nijerya İslami Hareketi üyeleriyle hükümet güçleri arasında 2014 yılında Kudüs yürüyüşle başlayan çatışmalardan bugüne yüzlerce insan hayatını kaybetti. Bugün hala Hamaney’in emriyle Hizbullah, Nijerya’daki Şiilere askeri eğitim vermeye devam ediyor. 

İran’ın Afrika’daki yayılmacı politikasının önemli nedenlerinden biri de zengin uranyum yataklarıydı. Bu doğrultuda Zimbabwe ile görüşmelere başladı. 2011 yılında dönemin Zimbabwe Dışişleri Bakanı olan Simbarashe Mumbengegwi, ülkesinin zengin uranyum yataklarına sahip olduğunu belirtip “uranyum madenciliği konusunda İran ile işbirliği yapmaya istekli olduklarını ancak para sıkıntısı yanında zengin uranyum cevheri çıkarmak için gerekli teknik bilgi ve ekipmana sahip olamadıklarını” açıkladı. Geçtiğimiz günlerde Namibya’nın İran’a Uranyum sattığına dair haberler çıktı zira Namibya Uranyum Şirketi’nin yüzde 15’i İran’a ait. Namibya hükümeti bu iddiaları reddetti, hisse konusunun da bir sır olmadığını, ABD, Japonya, Güney Kore ve İsveç’teki nükleer santrallere satış yaptıklarını açıkladı. Tuhaf olansa, Amerika’nın yaptırım uyguladığı bir ülkenin hissesinin olduğu şirketten uranyum satın alması. ABD’li yetkililer ise bu duruma “İran’ın Namibya Uranyum şirketinde hissesi olduğundan haberimiz yok” izahatını yapmakla yetindi. 

Kenya çıkarması 

İran’ın mezhepçi yayılmacı politika anlayışının bir ayağı da hiç şüphesiz Kenya. Ahmedinejad 2009 yılında 100’den fazla işadamıyla Kenya’ya çıkarma yapmış ve 13 anlaşma yanında 16 milyar dolarlık kredi sözü vermişti. 1996’dan sonra Kenya’ya düzenlenen ilk üst düzey ziyaretti bu. Kenyalı Şii din adamı Murteza Murteza , “İran İslam devriminden sonra ülkemde çok şey değişti. Şii Müslümanların sayısı keskin bir şekilde arttı ve birçok Kenyalı bu şerefli düşünce okulunu tanıdı” açıklamasında bulundu. Bu arada 2012 yılında Kasım Süleymani’nin komutanı olduğu Devrim Muhafızları Kudüs Gücü’ne bağlı iki İranlı, Kenya’daki Amerikan, İngiliz, İsrail ve Suudi Arabistan hedeflerine bombalı saldırı planlama iddiasıyla tutuklandı. Hatta şüphelilerden bir tanesi, İsrailli yetkililerin kendilerini sorguladığını iddia etmişti. 

Tüm bunların dışında İran, Hizbullah vasıtasıyla, Sierra Leone, Liberya ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde elmas ticareti alanında da faaliyet gösteriyor. Bir dönem İran’ın Kongo’dan da uranyum aldığı iddiası ortaya atılmıştı. 2007’de gizemli bir şekilde kaybolan eski İran Savunma Bakan Yardımcısı Ali Rıza Askari, uranyumun Kongo’nun Kisangani şehrinden alınıp Sudan üzerinden İran’ın Natanz nükleer tesislerinde zenginleştirildiğini söylemişti. 

2011 sonunda Afrika’da görev yapan büyükelçilere hitaben konuşan dönemin İran Arap ve Afrika İşlerinden sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Hüseyin Emir Abdullahiyan, “Afrika kıtasındaki tüm Afrika ülkeleriyle ilişkilerinin genişlemesine büyük önem verdiklerini” belirtti lakin bu genişlemeyi ikili ilişkiler ile sınırlı tutmayıp mezhepçi yayılmacılığı da beraberinde yürüttüler. 

Sonuç olarak İran mezhep odaklı yayılmacı politikasını Irak Haşdi Şabi bileşenlerinden Asaib Ehlil Hak lideri Kays el-Hazali net bir şekilde özetliyor; “Gaybet halindeki on ikinci imam Mehdi el-Muntazar’ın ortaya çıkması çok yakın. O zaman geldiğinde, İran’da Devrim Muhafızları, Lübnan’da Hizbullah, Yemen’de Ensarullah (Husiler), Suriye ve Irak’ta Asabib Ehli’l Hak ve kardeşleriyle kenetlenecek, İran’dan Akdeniz’e uzanan geniş bir Şii bölgesi teşkil edecektir. Bizim teşkilatımız, Şii Hilali hedefinden ziyade Şii Dolunayı amacı doğrultusunda hareket etmektedir.” 

Kaynak: Amaç ‘Şii Hilali’nden Öte ‘Şii Dolunayı’