Kamuoyunda “Altılı Masa” olarak bilinen Cumhuriyet Halk Partisi ( CHP), Demokrat Parti (DP), Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA), Gelecek Partisi, İYİ Parti ve Saadet Partisi tarafından oluşturulan muhalefet partileri ikinci tur toplantılara başladılar. 12 Şubat’ta birincisi yapılan ve 21 Ağustos’ta biten toplantıların ardından, ikinci tur görüşme takviminin ilkini geçtiğimiz Pazar günü CHP’nin ev sahipliğinde gerçekleştirdiler. Özellikle iktidar medyasının ve destekçilerinin aday tartışması üzerinden yoğun baskı kurmaya çalıştığı bir ortamda “Altılı Masa” istikrarlı ve sağlam adımlarla kendi takvimine bağlı kalmayı sürdürüyor. Seçime -eğer zamanında yapılırsa- 8 ay gibi bir zaman var. Bundan önce Türkiye siyasi tarihinde hele de seçime bu kadar süre varken, adayın açıklanması gibi bir örnek de yok. İktidar özellikle aday tartışmasını tetikleyerek, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntıları ve giderek ağırlaşan dış politikadaki sorunları “sen, ben” tartışmasına indirgemek istiyor.
Yeri gelmişken ifade edelim; Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi (CHS) Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsında kurgulanmış bir sistemdir. Cumhur İttifakı’nı oluşturan partilerin, yani başta AK Parti ve Milliyetçi Hareket Partisi’nin ( MHP) içinde Sayın Erdoğan dışında bu yetkilerin devredilebileceği ikinci bir isimde uzlaşma imkân ve ihtimali olduğunu düşünmüyorum.
Bazen seçimlerden sonra Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e (GPS) geçiş ile ilgili değerlendirmeler yapılırken, muhalefetin minimum 360 milletvekilliği alması gerektiğine dair bilgiler paylaşılıyor. Doğrudur, en azından sistemi referanduma götürmek için bu sayı gerekli. Ancak yarın muhalefet mecliste çoğunluğu kazansa, yeter sayıya ulaşamasa da muhalefete düşmüş bir AK Parti, sistem değişikliği ile ilgili müzakerelere açık bir hale gelebilecektir.
O yüzden GPS’nin bir konsensüs ile hayat bulması öyle Kaf dağının ardında falan değildir.
CHS ile yönetilen Türkiye hızlı ama bazı durumlarda doğru olmayan kararlar alıyor. Parlamento denetleme vazifesinden uzak durumda. Kuvvetler Ayrılığı gibi ülke için hayati derecede önemli olan bir ilkeden mahrum olarak yol almaya çalışıyor. 2018’den bugüne baktığımızda birçok alanda mevzi kaybettiğimizi net olarak görebiliyoruz. Her şey bir kenara, ekonomik açıdan karşı karşıya kalınan durum başlı başına bu sistemin sağlıklı işlemediğini gösteren yeterli bir gerekçedir.
Sistem konusuna farklı bir açıdan da bakmak mümkündür. Örneğin; Amerika Birleşik Devletleri ( ABD) Başkanı Joe Biden, Türkiye’nin F-16’ların modernizasyonu ve yenilerinin alımı sürecinde olumlu mesajlar verse de süreç bir türlü tamamlanamıyor. Çünkü Temsilciler Meclisi’nin onayı şart. Bugün Türkiye ile herhangi bir konuyu müzakere etmek isteyen bir ülke yürütmenin başı olan Cumhurbaşkanı ile yani bir kişi ile işlerini bir sonuca kolayca bağlayabiliyor. Zannedildiği gibi bu bir güçlü liderlik demek değildir. Bu durum, kanaatimce bir ülke için en büyük risktir. Bu değerlendirme doğrudan bir AK Parti veya Sayın Erdoğan eleştirisi olarak da görülmemelidir. Sistemin ruhunda sorunlar var. Her şey iyi gidiyor zannedilen bir ortamda, Allah korusun birden işlerin tersyüz olduğunu görmek mümkün hale gelebilir. Bu sistem sürdürülebilir değildir. Bu sistemin hayat bulmasına öncülük eden başta MHP’nin sonra da AK Parti’nin gelinen noktayı bir kere daha masaya yatırması gerekir.
Kurumsal aklı olmayan devletlerin kendilerini geleceğe taşıma imkân ve ihtimali yoktur. Devlet aklı denilen şey, tecrübe aktarımıdır. Bu sistem bu aktarıma uygun bir sistem değildir. Çünkü şeffaflığı birincil mesele olarak görmüyor. Kamu harcamalarında akla bile gelmesi ziyan olan “ticari sır” gibi bir gerekçeye sığınabiliyor. Dengelenmeyi kabul etmiyor. Layüsel davranıyor. Denetlemeye açık değil. Sorgulanmaktan rahatsız oluyor. Devlet için çalışması gereken vali gibi üst düzey bürokratları, partili hale getiriyor. Çünkü Cumhurbaşkanı değiştiğinde onların da görev süreleri bitiyor. Dış politikayı sadece şahsi ilişkiler üzerinden götürmek gibi hayati bir yanlış yapıyor. İşte bu gerekçelerden dolayı Türkiye bu sistemle yoluna devam edemez.
“Altılı Masa” başarılı olmak zorundadır. Bu altı parti bir yandan birbirinin rakibi, diğer yandan birlikte hareket etmek durumunda olan partilerdir. En önemli ve vazgeçilmez asgari müşterekleri, herkesin gözbebeği gibi üzerine titremesi gereken bu ülkedir.
Bu partiler aynı zamanda “rekabet içinde dayanışma” gibi çok önemli bir süreci ülke için taşımalıdırlar. Varsa sorunlar -ki olmasından daha doğal bir şey olmaz- bunlar iletişim kanallarının açık tutulmasıyla kolaylıkla çözülebilir.
Bu partiler içinde tribünlere oynayarak, farkında olarak veya olmayarak sürecin baltalanmasına gidecek yolu aralayanlar çıkabilir. Bazen doğru şeyleri de söylüyor olabilirler. Ancak fotoğrafın bütününe odaklanmak gerekir. Bu partiler birbirlerinin kontrolüne girmedikleri gibi ortak sorumluluk taşıdıklarının da farkında olmalıdırlar. Altılı Masa’nın bir yıla yaklaşan bu birlikteliği, birçok testten başarıyla geçmiştir. Şimdi ülke ve millet için bazen susarak konuşmayı başarmak ve her aklına geleni söylememek gibi bir vazifeleri vardır. Hedef 85 milyonun tamamına ulaşmak ve hepsini sürecin bir parçası haline getirmek olmalıdır.