Altan Tan: Faiz ve döviz

Altan Tan, indyturk.com’da “Faiz ve döviz” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazıyı aşağıya alıntılıyoruz.

Altan Tan: Faiz ve döviz

İnsanoğlu binlerce yıl alışverişini, ticaretini altın ve gümüşle yaptı.

Kağıt para ve döviz ‘yeni’ icat oldu sayılır.

Faiz ise neredeyse insanlık tarihi kadar eski bir musibet.

İlk insan topluluklarından bu yana insanoğlunun büyük bir kısmı alın teri ve emeği ile çalışıp ekip biçerek, davar koyun besleyip bir şeyler üreterek yaşamaya çalışırken; az ancak çok muzır bir kısmı ise talan, çapul ve emek sarf etmeden üreten insanların kanını emiyor.

Emek sarf etmeden servet edinmenin en önemli yolu ise faiz ve faizcilik. 

Halk arasındaki adı ile tefecilik.

Talan ve çapul da bile görece bir ’emek’ ve risk var!

Eşkıyalıkta öldürmenin yanında ölmek de var!

Tefecilikte ise o risk de yok!

Eski zamanlarda banka kredisi alıp üzerine yatmak, hazine arazilerini onda bir fiyatına kapatmak ve imar değişiklikleri ile bir anda beş-on misli vurgun yapmak henüz ‘icat’ edilmediğinden vurgunun ve kan emiciliğin en kestirme yolu tarihin ilk dönemlerinden beri tefecilik. 

Bu durum bugün de aynı. 

Dünyanın dört bir yanında tefeciler kan emmeye devam ediyor.

Faiz soygununa son yüz yılda döviz de eklendi.

Dövizde spekülatörlerce kontrol edilen iniş çıkışlar nedeniyle bir gecede milyar dolarlar el değiştiriyor.

Faiz-enflasyon-döviz şebekesi halkı soyup soğana çeviriyor.

Sakıp Sabancı bu durumu özellikle de döviz iniş çıkışları ve enflasyonu halka nefis bir ironi ile anlatıyordu:

“Gece eve geldim, cebimdeki paralarımı saydım, pantolonumu çıkarıp yatak odamdaki askıya astım, pijamalarımı giydim, yatak odamın kapısını kapattım, yatağa uzandım derin bir uykuya yattım.

Sabah neşeyle uyandım, elimi yüzümü yıkadım, pijamalarımı çıkarıp, pantolonumu giydim. Odamın kapısını açtım, kahvaltı için mutfağa gittim, elimi cebime attım, bir de ne göreyim!

Aman Allah’ım!

Paramın yarısı yok!

Eve hırsız girmedi, sordum hanım almadı, yere düşmedi, yanmadı, uçmadı peki paramı kim çaldı?”

Sabancı, halkın parasının bir gecede görünmez eller tarafından nasıl çalındığını çok güzel anlatıyor; ancak hırsızları söylemiyordu!

Fukara nasıl söylesin/söyleyebilsin ki?

Bu konular ve Kürt meselesi ile ilgili birkaç kelam etti, en sevdiği kardeşini kurtlara kurban verdi. 

Ekonomik sistemi düzgün olmayan tüm ülkeler gibi Türkiye de yüz yıllardır bu bataklığın içinde debeleniyor.

Halk üretiyor, birileri götürüyor.

Bu ‘götürmeye’ sağcı, solcu, dinci, liberal… kimse engel olamıyor, aslına bakarsanız olmak istemiyor, olmuyor.

Nara atarak halkı kurtarmaya gelenler de kısa bir müddet sonra deveyi hamutuyla götürüyor. Hırsızlar ve haramilere teslim oluyor. 

Faizin emeğin düşmanı ve haram olduğunu bilen ve bunu her fırsatta dillendiren Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan faizi kökten kaldıramıyor; ancak 20 yıldır faizlerin mutlaka düşürülmesi gerektiğini söylüyor.

Ve bu konuyla ilgili her ağzını açtığında döviz çıldırıyor, çıldıran dövizi dizginlemek için faizler daha da yükseltilmek zorunda kalınıyor!

Çık çıkabilirsen işin içinden!

Tam anlamıyla trajikomik bir durum.

Peki!

Neden, neden, neden böyle oluyor?

Her seferinde bunu büyük bedellerle test eden Cumhurbaşkanı bu testin sonuçlarını görmüyor mu?

Görüyor ise niye aynı yanlışta ısrar ediyor?

Veya daha kestirme bir soruyla; neden bu kısır döngüyü tersine çevirmiyor/çeviremiyor?

Bunu önlemenin ve sorunu çözmenin bir yolu yok mu?

Var!

Tabii ki var!

Ancak öyle ağza atıldıktan 10 dakika sonra sonuç verecek hap gibi bir çözüm yok.

Öncelikle doğru, sonrasında ise kararlı, sabırlı ve hepsinden de önemlisi iyi niyetli bir çabaya ihtiyaç var.

Çözüm yolunu öyle Merkez Bankası‘nın doktor tabirleri gibi çetrefilli sözlerle anlatmaya gerek yok.

Hem bu şekilde anlatsan da anlayan yok!

Çok öz bir ifade ile aslında çözümün tek bir yolu var.

Doğru düzgün ve çok üretmek, ürettiğin artı değerleri isabetli yatırımlara aktarmak.

İsraf ve lüks harcamalara son vermek.

Üretirken de öncelikle tarım ve hayvancılıktan, madenlere; turizmden enerjiye kadar ülkenin tüm yer altı ve yer üstü kaynaklarının envanterini çıkarmak ve projelendirmek.

Yatırım ve üretim derken de öyle her işe dalmamak!

Yapabileceğin işlerin peşinden gitmek ve öncelikle sonralığa dikkat etmek.

Ne demek istiyorsun diye soracak olursanız anlatayım:

Bugün Yunanistan‘ın 11 milyon nüfusu var ve ülkenin dört bir yanı muhteşem plajlar ve tarihi eserlerle dolu.

Yunanlılar sadece doğru düzgün kültür ve deniz turizmi, ‘otelcilik ve lokantacılık’ yapsalar kazanacakları parayı başlarına dökseler bitmez.

Ağır sanayiye de, hafif sanayiye de ihtiyaçları yok!

56 İslam ülkesinin toplamından fazla ihracat yapan Almanya‘nın da dünya turizm devleri olan İtalya, İspanya ve Fransa ile turizm yarışına girmesine gerek yok. Kendi işi kendine yetiyor.

Türkiye’nin de bu konularda bir öncelik-sonralık sıralaması yapması şart.

Öyle Erbakan Hoca‘nın ağır sanayi hayali ile ağır sanayi olmuyor.

Ağır sanayi (bugün için elektronik, bilişim, yazılım, gen, uzay… teknolojileri) ha deyince kurulamıyor.

Öncelikle bilim üretmeniz gerekiyor.

ARGE’niz yok ise bilim ve teknoloji üretemiyor iseniz sürekli geridesiniz demektir.

Patent alarak veya kaçak yollardan taklitle iPhone 5’i üretene kadar elin oğlu iPhone 15’i üretir.

Fiyat ve kalitede de rekabet edemezsiniz.

Bir diğer en önemli konuda yolsuzluk, hırsızlık ve kayırmacılığı özellikle de rantiyeyi mutlaka bitirmeniz;

100 liralık tarlayı rüşvetle imara açtırarak 1000 liraya, 10 bin liraya çıkartmayı önlemeniz;

Bankalar ve gümrüklerdeki bin bir türlü fırıldağa yol vermemeniz;

Demokrasi ve hukuku yerlerde sürünmekten kurtarıp dimdik ayağa kaldırmanız gerekir.

Yukarıdaki fırıldakların hiçbiri Almanya ve Japonya’da olmaz/olamaz.

Almanlar ve Japonlar bizden daha akıllı, zeki veya ahlaklı, namuslu olduğu için değil sistemleri yerine oturduğu için olmaz/ olamaz.

Sistemleri buna izin vermez.

Kimse İstanbul’un göbeğindeki rezaletler gibi yanında 5 katlı binalar varken rüşvet vererek 50 katlı bina yapamaz.

Banka kredisi alarak üzerine yatamaz, bir gecede onlarca banka iflas etmez/edemez.

Gümrükler ve sınırlar yol geçen hanına dönmez/döndürülemez.

Kiptaş’ın alma kararı aldığı bir arsayı ondan önce davranarak sahibinden 11 milyon dolara alarak sadece 4 gün sonra Kiptaş’a 47 milyon dolara satmaz/satamaz.

Onun içindir ki bu ülkelerde faiz yüzde 1’lerde, hatta bazen ekside. 

Bizde ise bugün için yüzde 25-30’larda.

Bu durum adıyla sanıyla Müslüman ‘İran İslam Cumhuriyeti’nde de aynı, yolsuzluklar diz boyu. 

Biz İslam ülkesiyiz; onlar ise gavur!

1993’te İran Devleti’nin davetlisi olarak aralarında Ahmet Taşgetiren, M. Akif İnan, Cevat Özkaya, Necmeddin Türinay, D.Mehmet Doğan’ın da bulunduğu 23-24 kişilik Yazarlar Birliği ile gittiğimiz İran seyahatinde “İran ekonomisi çarpık bir karma ekonomik model, Almanya ve Japonya ekonomileri ise ‘şeriat’a daha yakın” dediğimde bir sürü laf işitmiştim.

Devamı >>>