Tarih: 25.06.2021 11:22

Altan Tan: Çakma İslamcı, çakma Atatürkçü

Facebook Twitter Linked-in

Baştan söyleyeyim bugünkü yazımda İslamcıları da Atatürkçüleri de sorgulama niyetinde değilim.

‘Asas, asas gel beni as’ misali durup dururken başıma iş almak istemem!

Çakma İslamcı ve çakma Atatürkçülerle ilgiliyim.

Bu ‘çakma’ sözcüğünü kim literatürümüze soktu ise Allah razı olsun!

Birçok uyduruk kelimenin aksine, yeni olmasına rağmen tam yerine oturan bir sözcük.

Bir şeyin aslı ve esası yerine taklidi ve sahtesini o kadar güzel ifade ediyor ki öyle uzun uzadıya lafa ve tarife gerek kalmıyor.

Her şeyin çakması olduğu gibi siyaset ve siyasetçinin de çakması var.

Çakma sosyalist, çakma liberal, çakma İslamcı…gibi.

Bir fikrin bir ideolojinin bir dinin derinlemesine bir tefekkürle künhüne vakıf olmayan, Necip Fazıl‘ın tabiri ile çilesini çekmeyen; yüzeysel ve günübirlik bilgilerle işportacılığını yapan kişileri tanımlamak için nefis bir sıfat.

İslami kesimde de bu gibi ‘çakmalardan’ yığınla var, sürülerine bereket!

“Yahu! Her Müslüman siyaset yapmak, siyasetçi olmak için Fahreddin-i Razi, İmam-ı Gazali, İbn-i Haldun veya Maverdi mi olmak zorunda” diyorsanız; tabii ki değil.

Ancak herkes haddini bilerek konuşmak ve sözlerine dikkat etmek zorunda.

İnsan ‘ağır’ olmalı ki en azından ‘molla’ sansınlar.

AK Parti‘nin yaklaşık 20 yıllık iktidarında sağcısından, solcusuna, kakara-bakaracısından, futbolcusuna; maskarasından, soytarısına kadar çeşit çeşit tipler gördük.

Tabi sayıları az da olsa akıllı uslu, fikri zikri yerinde kişileri de.

Sayın Ali Babacan uzun yıllar siyaset borsasının tam ortasında bulunmasına rağmen sakin ve sessiz kişiliği, yersiz tartışma ve polemiklerden kaçınan üslubu ve neredeyse hiçbir siyasi ve kültürel konuda fikir beyan etmeyen siyaset tarzı ile gözlerden uzak kalmayı başarabilen ender politikacılardan biri.

Bunu o kadar güzel başardı ki 13 yıl bakanlık yaptı, kendini çarşıda pazarda gören, karşılaşan olmadı. 

Daha televizyonun hayatımıza girmediği yıllarda Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Necmeddin Erbakan ve Alpaslan Türkeş’in sesini radyoda bir ordu içinde duysa tanıyan bizim kuşak; Sayın Babacan’ın sesini bile duymadı ki kendini tanısın! 

Sayın Ali Babacan’ın dolu dolu bir CV’si var.

TED Ankara Koleji ve ODTÜ Endüstri Mühendisliğini birincilikle bitiriyor.

Bu yüksek başarı sonrası eğitim kariyerine yurt dışında devam ediyor.

Adam bizim gibi kafa yerine sulu yafa taşımıyor ki!

Biz sokaklarda vatanı milleti kurtarmak için tolaz tolaz dolanırken; 

‘Tekbiiiir, Allah’u Ekber!’ diye Kasımpaşalı tulumbacılar gibi naralar atarken, kardeşimiz ilim irfan tahsil etmiş ve hem TED Ankara Koleji’ni hem de marjinal solcuların kabesi ODTÜ’yü birincilikle bitirmiş.

Sizin anlayacağınız çifte kavrulmuş! 

Sakın tolaz ne demek diye de sormayın! 

Azıcık zahmete girin de Google amcaya sorun! 

Onu da yapamayız diyorsanız, bizim gibilerin tipine bakın yeter!

Her neyse kıskanmak yerine imrenmek lazım!

AK Parti’nin ilk döneminde bizim mahallede ‘Şeyh uçmaz, mürit uçurur’ misali ismi etrafında bir ‘efsane’ oluşturuldu. 

Halkımız namusu müseccem ve ‘delikanlı’ kızlar için ‘Bir ordu askerin içine soksan kız girer, kız oğlan kız çıkar’ der.

Bizimki de ‘laikçilik ve ulusalcılık kaleleri’ olan Ankara TED ve ODTÜ’den sapasağlam çıkmış.

‘İlmi siyasetle ilmi maliyeyi ezcümle 72 takım tekmili birden tüm ilimleri yalamış, yutmuş’ diyorlardı.

‘Müritlerin’ anlattıkları öyle hava-cıva, yalan dolan değildi.

Hepsi ayniyle vaki ve gerçekti.

Allah var, kendi bu konuda bir şey yapmadı, ‘Ekonomiyi çok iyi bildiğinin’ dışında bir ‘keramet’ iddiasında bulunmadı! 

Ailesi Ankara’nın Ulus semtinde bulunan Çıkrıkçılar Yokuşu’nun en eski, saygın, varlıklı ve dindar tüccarlarından… 

3 halası da üniversite yıllarında Türkiye’nin ilk başörtülü öğrencilerden…

Özellikle büyük halası Hatice Babacan bu konuda sembol bir  isim. 

Hatice Babacan, 1967 yılında hem ODTÜ’yü hem de Ankara İlahiyat Fakültesi’ni kazanıyor.

Ancak o, ODTÜ yerine Ankara İlahiyat Fakültesi’ni tercih ediyor.

1967-1968 ders yılında kaydolduğu Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde derslere girerken başörtüsünü çıkarmadığı için önce ihtar alıyor, ardından da okulla ilişiği kesiliyor. 

Sayın Babacan’ın kendi ifadesi ile; 

Bu tabi Türkiye açısından önemli bir özgürlük sorunuydu. İnsanların dini inancı sebebiyle ya da kişisel tercihleri sebebiyle dışlanması ötelenmesi, ona yasaklar konması kabul edilebilir bir durum değil.

Siyasi bir mücadele değildi o. Bir hak ve özgürlük mücadelesiydi. Benim diğer halalarım da aynı problemi yaşadı. ODTÜ’de okuyan kız kardeşlerimden de aynı problemleri yaşayanlar oldu.

Halam Hatice Babacan o dönem İlahiyat Fakültesi’nden ihraç edildi daha sonra Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ne girdi. Bir sonraki halam, enteresandır, herhalde o dönem şartlar değişti, başörtülü olarak İlahiyat Fakültesi’ni bitirdi. En küçük halam eczacı oldu, ama mesleğini geçici diplomayla yaptı, başörtülü fotoğrafı olan diplomasını geçtiğimiz yıllarda alabildi.

Her yönü ile İslami kesimde saygı uyandıran bir aile. Allah ecirlerini kabul etsin.

Ancak tüm ‘ekmeğini’, mevki, makam ve prestijini Türkiye’deki ‘Siyasal İslamcı Hareketin’ kadroları içinde, dindar mütedeyyin ailesinin referansı ve yüksek dereceli diplomaları sayesinde elde eden Sayın Babacan;

AK Parti içinde geçirdiği 16 yıllık ikbal döneminin sonunda fikren ve zikren birlikte olduğu Sayın Abdullah Gül ile birlikte birden bire ‘Siyasal İslam’ın başarısız olduğu ve bittiği’ gerçeğini fark etti!

‘Neden, niçin, nasıl, kim, kimler, acaba?..’ sorularını sorma ve araştırma ihtiyacında bulunmadı.

Herhalde sebepleri ve failleri bildiği için böyle davrandı!

Siyasal İslam‘ı bakanlık, başbakanlık ve cumhurbaşkanlık yapan rahmetli babam ile dışişleri, devlet ve maliye bakanlıkları yapan rahmetli dedem bitirdi!

Ne diyeyim?

Allah bizim aileyi af etsin! Af etmiyorsa, bildiği gibi yapsın, müstahakkını versin!

DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, sosyal medya üzerinden randevulaştığı Twitch yayıncısı Ahmet Sonuç‘un programına konuk oldu.

Mustafa Kemal’i tazim etme,  Anıtkabir’e gidip şikayet etme veya “Atatürkçüyüm” zırhına bürünme yarışına DEVA Partisi lideri de katıldı. 

3 saatten uzun süren yayında Ali Babacan, Mustafa Kemal ile ilgili görüşlerini paylaştı.

Partisi içerisinde kendini liberal olarak tanımlayan çalışma arkadaşlarının olduğunu söyleyen Babacan, “Toplumumuzun bütün kesimlerini yatay kesen temalar üzerinde yoğunlaştık ve ortak yarından üzerinden oluşan bir parti oluşturduk. Bizim partimiz içerisinde kendisini liberal diye tanımlayan arkadaşlarımız var. Fakat farklı tanımlayan arkadaşlarımız da var” dedi.

“Siz kendinizi nasıl tanımlarsınız?” sorusu üzerine de Babacan, şu ifadeleri kullandı:

Tek bir kelimeyle tarif etmeyi biraz zor görürüm açıkçası

Bir de bu siyasi terminoloji epey yıprandı Türkiye’de.

Yani kullandığınız liberal, muhafazakar, sosyal demokrat kelimesinin ne anlama geldiğini şöyle bir sorun vatandaşlarımıza. O kadar farklı farklı anlamlar var ki…

Dolayısıyla tek bir terminoloji ile kendime bir tanım getirmek istemiyorum.

Gördüğünüz gibi sağcı solcu, liberal, sosyal demokrat, hele hele İslamcı gibi modası geçmiş hiçbir arkaik kalıba sığmıyor.

Sizin anlayacağınız uçmuş;

Rahmetli Azer Bülbül’ün ‘ben bende değilim’ misali kendini aşmış, Nirvana’ya ulaşmış!

Kırklara, Yedilere karışmış farkında değil!

Ahmet Sonuç’un “Ali Babacan’ın içinde Atatürkçülük de var mı? Atatürkçü müsünüz?” sorusuna da net bir şekilde yanıt veriyor:

Kuşkusuz var.

TED Ankara Koleji’nde okuyan, birincilikle bitiren arkasından ODTÜ’de okuyan, orayı da birincilikle bitiren bir insan olarak bütün okul hayatımız zaten öyle bir ortamda oldu.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyetimizin kurucusudur.

Eğer bu ülke bütün bu rüzgarlara rağmen içinde bulunduğumuz zor coğrafyaya rağmen Türkiye Cumhuriyeti sapasağlam ayaktaysa, bu Mustafa Kemal Atatürk’ün attığı sağlam temeller sayesindedir.

Ve o ilkeler ve değerler üzerinde bu ülke hala ayakta durmaktadır.

“Ali Babacan ne demişse demiş! Sana ne? 

Keyfinin kahyası mısın?

Nereye varmak istiyorsun?

İnsan fikrini ve duruşunu değiştiremez mi?

Sen Süleyman Demirel’in ‘Dün dündür, bugün bugündür’ sözünü duymadın mı?

Dün dündür, bugün bugündür! Bu kadar basit!

Hac mevsiminde takke, plaj mevsiminde şort satılır; bilmez misin?

Dün Hac mevsimiydi, bugün plaj mevsimi!

Hem sen çıkar dilinin altındaki baklayı!

Babacan’la ne alıp veremediğin var?

Ne oldu da bu kadar celallendin, onu söyle?” diyorsanız haklısınız; söyleyeyim;

Bana en çok dokunan ve bu yazıyı yazmama neden olan; 

“TED Ankara Koleji’nde okuyan birincilikle bitiren, arkasından ODTÜ’de okuyan, orayı da birincilikle bitiren bir insan olarak bütün okul hayatımız zaten öyle bir ortamda oldu” sözleri oldu.

Bizlere başka bir TED ve ODTÜ hikayesi anlatmışlardı!

1969-1976 yılları arasında Diyarbakır Maarif Koleji’nde Amerikalı hocalar ve İngiltere’de master yapmış Türkiyeliler tarafından okutulan biri olarak taş kafalılığıma yandım!

1974’te vefat eden, yıllarca Diyarbekir’i titreten ancak teyzeme güç yetiremeyen ve Diyarbekir pexvazlar tarihine geçen adıyla sanıyla rahmetli ‘Çivo’ eniştem; 

Ondan daha da yaman olan rahmetli teyzemle her tartıştığında bağırıp çağırmaktan nefesi kesilir, öksürükten kıpkırmızı olur, tam boğulacak gibi olunca susar; 

Birkaç saniye dinlenip sakinleştikten sonra derin bir nefes alır ve çaresizce ellerini iki yana açarak;

“Allah hakka yardım ede, Allah hakka yardım ede, Allah hakka yardım ede!”derdi.

Fazla söze hacet yok.

Hem daha fazla ne söylenebilir ki?

Çakma İslamcılar, çakma Atatürkçüler ve dahi her türlü çakmalara karşı;

Allah hakka yardım ede! Allah hakka yardım ede! Allah hakka yardım ede!

Kaynak: Farklı Bakış




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —