Kürtlerin bıkıp usandıkları bu dans Refah Partisi ile başladı. Daha da geriye giderseniz aslında Milli Selamet Partisi ile.
Rejimin cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren devam eden baskı ve inkar politikalarına karşı İslami kimlikli Milli Görüş partileri Müslüman Kürtler için bir sığınak oldu.
Etnik kimlikleri ile birlikte dini kimlikleri de dışlanan ‘çifte kavrulmuş’ bahtı kara Kürtler, bu sığınakta dini kimliklerini kurtarmayı, etnik kimliklerini ise en azından korumayı amaçladılar.
Kürtler; Milli Nizam, Milli Selamet, Refah ve Fazilet Partilerine Türkiye ortalamasının çok üzerinde bir destek verdiler.
1984 yerel seçimlerinde RP Türkiye genelinde yüzde 4,45’te kalırken, bölgede Urfa, Batman ve Van belediye başkanlıklarını kazandı.
1987 seçimlerinde RP yüzde 7,15 alırken ve Necmettin Erbakan Konya’da yüzde 20’lik il barajını aşamazken Diyarbakır, Batman ve Bingöl’de RP yüzde 25’in üzerinde oy aldı.
Uzun uzun hikayenin tamamını anlatmak istemiyorum.
Ama kısaca özetlemek gerekirse Kürtler, verdikleri kadar alamadılar!
Hep kırıntılarla yetinmek zorunda kaldılar.
Haklarının tamamını istedikleri vakit ise dışlanarak Kürtçü ilan edildiler.
Bir anlamda dolandırıldılar!
Erbakan’ın Türkeş ile seçim ittifakı kurduğu 1991 seçimlerinde ise Kürtler büyük bir hayal kırıklığı yaşadılar.
Bu kırgınlıktan dolayı RP, Diyarbakır, Mardin, Batman, Şırnak… gibi illerde hiçbir milletvekili çıkaramadı.
AK Parti de kuruluşundan itibaren Kürtlerden ciddi bir destek aldı. Kürtlerin gözü ve kulağı hep AK Parti’de oldu.
Kürtlerin AK Parti ile olan ilişkileri de tıpkı Refah Partisi ile olduğu gibi hep inişli çıkışlı oldu.
Tayyip Erdoğan‘ın 2005 yılında Diyarbakır’da “Kürt sorunu Türkiye’nin en önemli sorunlarından biridir. Benim sorunumdur. Devletler de hata işlerler. Büyük devletler halklarından gerektiğinde özür de dilerler” konuşmasından sonra 2007 seçimlerinde AK Parti ile seçimlere bağımsız giren BDP adayları arasındaki yarış Diyarbakır’da neredeyse başa baş sonuçlandı.
Çözüm sürecinin bitirildiği 2015 seçimlerinde ise HDP oy patlaması yaparak yüzde 79 alırken, AK Parti ise ancak yüzde 14 oy alabildi.
Son dönemde AK Parti’nin MHP ile kader ortaklığı yapmasından sonra dindar Kürtlerin önemli bir kısmı AK Parti’den uzaklaştı.
AK Parti’nin bu iniş-çıkışları, gel-gitleri bugün de devam ediyor.
Parti içindeki iki kanat, iki anlayış sürekli çatışıyor!
Bir grup (önemli bir grup ve bugün için parti politikalarına egemen olan kesim) Kürt sorununu sadece bir güvenlik sorunu olarak görüyor.
Bu anlayışta olanlara göre Kürt sorunu ile ilgili tüm yapılması gerekenler yapıldı (hem de fazlası ile) ve bitti.
Bundan sonra sorun sadece PKK ve terör sorunudur. PKK ve terör bitirilmeden/bitmeden hiçbir şey konuşulmaz/konuşulamaz.
Konuşulsa bile bugünden sonra karşılanması istenilen Kürtçe anadille eğitim, köy kasaba yer adlarının iadesi, Kürtçenin ikinci resmi dil olarak kabul edilmesi… gibi talepler yerine getirildiğinde sadece bölücülüğe hizmet edeceğinden asla kabul edilemez, ülke bölünür.
Sözün kısası ‘İş buraya kadardır ve bitmiştir, gerisi laf-u güzaftır!’
AK Parti içinde sayıları gittikçe azalan İslam’ın ümmetçi fikrine sahip kişiler ile Turgut Özal‘ın liberal-demokrat anlayışında olanlara göre ise sorun özünde bir demokrasi ve hak, hukuk meselesidir.
Kürtlerin halen karşılanmayan önemli insani, İslami ve vicdani hakları vardır ve bunlar mutlaka tanınmalıdır.
Devlet silah ve şiddete başvuranlarla (PKK) mücadele ederken, demokratik haklar asla ihmal edilmemeli, demokratik siyasetin önü açılmalı ve terörün elindeki argümanlar terörün elinden alınmalıdır.