Almanya’nın sosyal medya düzenlemesi üç yıla sâri bir süreçten geçerek yasalaştı. Durum böyleyken, Türk tipi yasayı üç günde Meclis’ten geçirenlerin “Almanya örneği” diye ortaya düşmeleri ayıp olmuyor mu biraz?
29 Temmuz 2020
AK Parti iktidarı muradına erdi, çok istediği sosyal medya düzenlemesini Meclis’ten geçirdi.
Yemeğin ocağa konmasıyla ocaktan indirilmesi bir oldu: Hadise, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin öngördüğü “hızlı sonuç alma” hedefi ve tekniği doğrultusunda sadece birkaç gün içinde realize ediliverdi.
Aslına bakarsanız, özellikle bazı sosyal medya ağları açısından uygulanması imkânsız bir yasa bu. Birini hatırlayalım: Türkiye’de sosyal ağları kullanarak ticaret yapan, ürünlerini kargo şirketleri üzerinden ve yine bu ağlardan faydalanarak yollayan 1 milyon 750 bin küçük ve orta boy işletme (KOBİ) ve daha mütevazı girişimci var. Geçtiğimiz yıl bunlar üzerinden gerçekleştirilen ticaretin hacmi ise yaklaşık 17 milyar lira. Diyelim ki getirilen ceza tehditleri karşısında bu sosyal ağlar ‘ne haliniz varsa görün’ deyip terk ettiler ülkeyi… Ne olacak bunlar üzerinden yürüyen ticaretin hali, düşünen oldu mu?
Hiç şüpheniz olmasın, bugünden başlayarak, getirilen yasayla gündelik hayat arasındaki muazzam zıtlıklara işaret eden çok sayıda haber okuyacaksınız.
Hadi geçtik ifade özgürlüğü sorunlarını, geçtik Türkiye’nin bu yasayla bulunduğu ligden daha da aşağılara düşeceği gerçeğini; sırf karşılaşılacak gündelik hayat zorluklarının neler olabileceğini anlamak için hiç değilse birkaç ay tartışılmasına tahammül edilemez miydi?
Tam bu noktada iktidarın en favori savunma cümlesini hatırlayalım: “Almanya örneğini aldık; Almanya demokratik bir ülke değil mi ki onların hazırladığı yasayı örnek alınca biz anti demokratik oluyoruz?”
Bercan Aktaş, geçtiğimiz ay iktidar yeni bir sosyal medya düzenlemesine gideceğini “Almanya’yı örnek alacağız” imalarıyla kamuoyuna sızdırdığında, bunun nasıl bir mugalata olduğunu çok güzel anlatmıştı.
Fakat ben o haberdeki özellikle şu paragrafa dikkatinizi çekmek istiyorum:
“Almanya hükümeti, düzenleme yasalaşmadan önceki üç yıl boyunca, nefret söyleminin yayılmasını durdurmak amacıyla dijital şirketler ve sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği yaptı. Bu işbirliğine Facebook, YouTube ve Twitter gönüllü olarak katıldı. Bu dijital platformlar Almanya için şikâyet ve başvuru mekanizmaları oluşturdu. Hem hukuk hem de dil alanında oluşturulan uzman ekipler gelen şikâyetleri inceleyerek ilgili içeriğin yasadışı olup olmadığını karara bağlamaya çalıştı.”
O kadar da değil, üniversitelerden alınan değerlendirmeler, sivil toplum kuruluşlarıyla yürütülen tartışmalar, medyada işin uzmanlarıyla yapılmış yüzlerce söyleşi.
Almanya’nın sosyal medya düzenlemesi işte böyle bir süreçten geçerek yasalaştı.
Durum böyleyken, “Almanya örneği” diye ortaya düşmek ayıp olmuyor mu biraz?
“Canım Almanlar tartışmış işte, şimdi biz tartışsak üzerine yeni bir şey mi koyacağız” diye düşünülmüş olabilir mi?
Bakın bu makul bir yaklaşım olabilir işte. Hem tarihe nazireyle sloganlaştırılabilir de:
“Almanlar tartışınca biz de tartışmış sayıldık.”