VARŞOVA - Almanya Sosyal Demokratları, parlamenter demokrasiyi savunan, Nazizme karşı çıkan ve savaş sonrası Almanya'nın modernleşmesine öncülük eden bir mirasa sahip, Batı'nın en eski siyasi partilerinden biridir. Parti, yıllar içinde birçok önemli işçi hakları, ekonomik ve insan hakları reformunu hayata geçirmiştir. Eski SPD lideri ve Batı Almanya Şansölyesi Willy Brandt’ın 1970’lerdeki "Ostpolitik" politikası ise 1990’da Almanya’nın yeniden birleşmesinin zeminini hazırlamıştır.
Ancak bugünün SPD'si eski halinin bir gölgesi: Parti pazar günkü federal seçimlerde oyların yalnızca %16,4 'ünü alarak hem Hıristiyan Demokrat Birlik/Hıristiyan Sosyal Birlik (CDU/CSU) hem de aşırı sağcı Alternative für Deutschland'ın (AfD) gerisinde kaldı. Bu yenilginin nasıl gerçekleştiğini ve Batı’daki sosyal demokrat hareketlerin geleceği açısından ne anlama geldiğini değerlendirmek önemlidir.
SPD'ye verilen destek 2000'lerin sonlarına doğru düşmeye başladı. Parti 2005 ve 2009 federal seçimlerinde oyların sırasıyla %34,2 ve %23 'ünü almıştır. Bu oran oyların yaklaşık %41 'ini aldığı 1998 federal seçimlerine kıyasla ciddi bir düşüşü temsil ediyordu. Bu düşüş büyük ölçüde Şansölye Gerhard Schröder'in 2000'lerin başında uygulamaya koyduğu “Agenda 2010” ve “Hartz” reformlarıydı. Schröder’in işgücü piyasasını serbestleştirip sosyal yardımları azaltarak durgun Alman ekonomisini canlandırmayı amaçlayan neoliberal politikaları, SPD’yi güçlü sendikalarda örgütlenmiş işçi sınıfı tabanıyla karşı karşıya getirdi. Aynı zamanda karizmatik maliye bakanı ve eski parti lideri Oskar Lafontaine'in SPD'nin sosyalist fraksiyonunu da yanına alarak sol bir ittifaka iltica etmesine yol açtı.
Seçmen kaybına rağmen SPD, Almanya’nın "Demir Leydisi" Angela Merkel’in liderliğinde CDU/CSU’nun küçük koalisyon ortağı olarak varlığını sürdürebildi. Merkel’in 2021’de emekliye ayrılmasıyla SPD, oyların dörtte birini alarak o yılki seçimi kazandı. Ancak SPD lideri ve Almanya Başbakanı Olaf Scholz, Yeşiller ve liberal, piyasa odaklı Hür Demokratlarla bir "trafik ışığı koalisyonu" (partilerin renklerinden dolayı böyle adlandırılmıştır) kurmak zorunda kaldı. Bu durum hükümeti, sosyal adaleti ilerletme ve vergileri düşürme; sosyal konut inşa etme ve girişimcilere destek sağlama; iklim değişikliğiyle mücadele etme ve Almanya’nın otomotiv endüstrisini koruma gibi çelişkili hedefler izlemeye zorladı. Bu geniş kapsamlı gündem, özellikle küreselleşme korkusunun arttığı bir dönemde, işçilerin güvenini yeniden kazanmaya yetmedi.
Son seçim öncesinde ne Scholz ne de partisi Alman seçmenlerinin öncelikli endişelerini doğru bir şekilde değerlendirebildi. Infratest dimap'ın ARD-DeutschlandTREND anketine göre, Almanların %37'si göçü ülkenin karşı karşıya olduğu en önemli sorun olarak görüyor. SPD ise bu konuda belirsiz ve kararsız bir tutum sergiledi. Parti, Almanya'nın Suriye, Afganistan ve Orta Doğu ve Kuzey Afrika'daki diğer ülkelerden bir milyondan fazla sığınmacıyı kabul ettiği 2015 yılında Merkel'in "açık kapı politikasını" zımnen destekledi. Öte yandan Scholz, terör saldırılarının ardından "ağır suçluların" Suriye ve Afganistan'a sınır dışı edilmesini savunmuştu. Bu tutarsız yaklaşım, göç ve güvenlik meselelerinde seçmenlerin güvenini kazanmak yerine, göçmen karşıtı AfD’nin "Müslüman tehdidi" konusunda haklı olduğu iddiasını güçlendirdi.
Infratest dimap anketine göre, seçmenler için ikinci en önemli mesele ekonomidir. Katılımcıların %34'ü hükümetin en önemli önceliğinin ekonomi olması gerektiğini düşünmektedir. Geçtiğimiz günlerde Der Spiegel 'de Scholz hakkında yayınlanan bir makalenin de işaret ettiği gibi, Alman ekonomisi 2024 yılında üst üste ikinci kez daraldı, işsizlik arttı, sanayi sektöründe işten çıkarmalar yaşandı ve tüketici güveni sarsıldı. Bu durumun Scholz'un gözetiminde gerçekleşmesi, Merkel döneminde başarılı bir ekonomi yöneticisi olarak görülen imajını zedeledi. Bu da işçi sınıfı desteğinin büyük ölçüde SPD’den uzaklaşmasına neden oldu. Infratest dimap'ın sandık çıkış anketine göre, AfD işçi oylarının %38'ini kazanırken, SPD sadece %12'de kaldı.
Scholz başka alanlarda da yetersiz kalmıştır. Rusya'nın 2022'de Ukrayna'yı tamamen işgal etmesinin ardından dış politika ve ulusal güvenlikte çokça müjdelenen dönüm noktası (Zeitenwende) gerçekleşmedi. Almanya NATO'nun %2'lik savunma harcaması hedefini ancak karşılayabildi ve Ukrayna'ya verdiği taahhütleri yerine getirmedi. Benjamin Tallis'in Alman Dış İlişkiler Konseyi için hazırladığı "Zeitenwende'nin Sonu" başlıklı raporunda da belirttiği gibi Scholz'un projesi başarısızlıkla sonuçlandı.
SPD’nin seçim felaketi, 2024 ABD başkanlık seçimlerinde Demokratların yaşadığı yenilgiyi hatırlatıyor. Her iki parti de göç kaygılarına etkili bir yanıt oluşturamadı, işçi sınıfı seçmenlerini kazanamadı ve büyük ilerici ekonomik reformları benimseyemedi. Bunun yerine, küreselleşmeden kazanç sağlayan ve geleceği konusunda endişe duymayan seçmenlere hitap eden kültürel liberalizme odaklandılar.
Ancak ekonomik ve sosyal olarak geride kalma korkusu, hem Donald Trump hem de AfD için güçlü bir motivasyon kaynağı oldu. Sosyal demokratlar bu korkuyu ele almakta başarısız olduğu sürece, aşırı sağ bunu istismar etmeye devam edecektir. Eğer merkez sol partiler önemlerini yeniden kazanmak istiyorlarsa, seçim başarısızlıklarıyla ve azalan destekleriyle yüzleşmeli ve bunları analiz etmeli, aynı zamanda da işçilere ulaşmanın ve onları sanayisizleşme, otomasyon ve yapay zekanın etkilerinden korumanın yeni yollarını bulmalıdırlar.
Bartosz M. Rydliński Varşova'daki Kardinal Stefan Wyszyński Üniversitesi'nde siyaset bilimi alanında yardımcı doçent olarak görev yapmaktadır.
© Project Syndicate 1995–2025