Geçtiğimiz hafta sonu Almanya 20. Dönem Federal Meclis üyelerini ve yeni hükümeti belirlemek için sandık başına gitti. 2017 ile kıyaslandığında seçimlere katılım oranı az da olsa yüzde 77 ile kısmi bir artış göstermiş oldu. İlginçtir, Angela Merkel gibi Alman siyasi tarihine damgasını vurmuş bir şansölyenin partisi, İkinci Dünya Savaşı’ndan beri en düşük halk desteği ile karşı karşıya kaldı. Resmi olmayan sonuçlara göre ipi Sosyal Demokrat Parti (SPD) yüzde 25,7 oy oranı ile göğüsledi. Hıristiyan Birlik Partileri ise (CDU/CSU) yüzde 24,1’de kaldı. Bu arada yüzde 14,8 oy oranı ile Yeşiller Partisi ise tarihinin en yüksek oy oranına ulaşmıştı. Liberal Parti (FDP) ise yüzde 11,5 oy oranına ulaşabildi. Aşırı sağcı AFD ise bir önceki seçime göre yüzde 2 oy kaybına uğrasa da yüzde 10,3 ile bir anlamda Alman siyasetinde kalıcı olduğunu ispat etmiş oldu.
Bugün herkes aslında Şansölye Angela Merkel’in çok başarılı bir 16 yıl geçirdiği konusunda ittifak ediyor. Buna rağmen partisi neden kazanamadı sorusu ise cevabı merak edilen en önemli başlık olarak orta yerde duruyor. Alman halkı neden böyle bir karar vermiş olabilir, geliniz kısaca bunu birlikte anlamaya çalışalım.
En başta SPD adayının eski Hamburg Belediye Başkanı ve mevcut kabinede Maliye Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olan Olaf Scholz olması, Hıristiyan Demokratların işini zorlaştıran en önemli etkendi. Çünkü Scholz Alman seçmenine göre her iki görevde de başarılı bir profil çizdi. Alman halkı Merkel’e hakkını teslim ederken, salgın koşullarında açıkladığı onlarca paketle rahat nefes almalarına katkı sağlayan Maliye Bakanı Scholz’ü de unutmadı ve onu öne çıkarmak istedi. Aynı zamanda mevcut hükümetin başarısını sadece Merkel’in partisine bağlamadı ve hükümetteki koalisyonun küçük ortağını da takip ettiğini gösterdi.
Diğer bir etken ise CDU’nun aday seçimi konusunda doğru karar vermediği iddialarıydı. Alman kamuoyunun “Türk Armin” olarak tanıdığı Armin Laschet bilindiği gibi Kuzey Ren Eyalet Başbakanı olarak görev yapıyordu. Bir diğer aday ise Bayern Eyalet Başbakanı Markus Söder’di. İkisi arasındaki kıyaslamada Söder’in daha başarılı olduğu söyleniyordu. Ancak CDU’nun başına Laschet seçildi.
Bunun yanında Laschet’in Başbakan olduğu eyalette yaşanan sel felaketinde 100’den fazla insan hayatını kaybetmişti. Bu felakete rağmen neredeyse kahkaha atarken çekilen fotoğrafları basına yansıyan Laschet, büyük bir itibar kaybına uğradı.
Şimdi yeni hükümet senaryoları konuşuluyor. Mevcut kabine Hıristiyan Demokratlarla, bu seçimlerde birinci çıkan Sosyal Demokratların hükümetiydi. Kolay olan seçeneğin başbakanlığın SPD’ye geçmesiyle birlikte, mevcut işbirliğinin koalisyon bozulmadan kolay olarak devam edeceğini gösterse de işin rengi öyle değil. Federal Meclis’in (Bundestag) 740 sandalyeli yapısının resmi olmayan sonuçlara göre 210’unu alan SPD, 116’sını alan Yeşiller ve 93’ünü alan Liberaller çok rahatlıkla hükümeti kurabiliyorlar.
Bu sonuçlar Hıristiyan Birlik Partilerine bu dönemde ana muhalefet rolünün daha yakın olduğunu gösteriyor. Ayrıca ülkenin iki ana damarının birlikte iktidar olması aşırı sağcı AFD’yi Almanya siyasetinde daha da kalıcı hale getirdiğine dair yorumlar yapılıyor ki, bunlar aslında zorlama yorumlar da değil. Zaten çıkan sonuçlar bunu izaha gerek kalmadan net olarak ortaya koyuyor. Şimdi bu sonuçların Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkilere etkisi ne olacak sorusunu öne çıkarıyor. Onu da bir başka yazıda ele alalım. Sonuçta Alman seçmeninin bu seçimlerdeki mesajı neydi sorusuna bir tek cevap vermek gerekirse, en anlaşılabilir olan yanıt herhalde değişim olur.