Vietnam için yazılan bir şiiri Suriye’ye benzettim...
"Olmaz sanmıştın bütün bunlar,
düş görmüyordun oysa.
İçinde bir şeyler kırılmıştı,
bir şeyler kırmıştı dallarını dedenin diktiği zeytin ağaçlarının…
Orada olmak isterdin bir barış şarkısının gölgesinde; ama o şarkı kesildi şimdi.
Gelip yıktılar evlerini yuvalarını umutlarını,
Suriye adı verilen bu ülkenin."
Tabii şiirin aslında zeytin değil portakal ağacı ve Suriye değil Vietnam deniliyordu. Ama her şey ne kadar da tanıdık değil mi?
"Belki uçaklar bizi göremez"
9 yıldır süren bir iç savaş, enkaza dönen bir ülke ve o ülkenin kördüğümü; İdlib. Bir şehrin yıkılışına, annelerin kucaklarında can çekişen bebeklerini hayata döndürme çabalarına, enkaz altında “Beni kurtarın” diye diye can verenlere şahit olmak, kör ve sağır bir dünyaya cılız bir çığlık gibi düşündüm önceleri. Ben bir muhabirim. Bu savaşı durdurmak, bütün o sivilleri kucaklamak gibi ne bir güç ne de bir misyonum var. En büyük kuvvetim, elimdeki mikrofon. Gördüklerim, işittiklerim...
Terörle mücadele ettiğini söyleyen bir rejim ve onun destekçileri duruyor karşıda. Ve aklımda bir soru: Konuşmayı bile bilmeyen bir masum, size ne yapmış olabilir?
İdlib deyince gökyüzü geliyor aklıma. Orada herkesin başı yukarıda. Bulutların berraklığı, gökyüzünün maviliği onlar için kabus. Yağmurlu ve sisli bir havaya uyandıysanız, İdlib’de o gün biraz daha şanslı hissedersiniz. Neden? Bir çocuğa korkmasın diye söylediğiniz pembe yalanlar gibi: Belki uçaklar bizi göremez.
İdlib’e ilk adım attığımda yani bundan 1 buçuk yıl önce, gri bir şehir, yıkık binaların yanı başındaki boş oyun parkları, enkaz altında çay içip sohbet eden insanlar, duvarsız yarım evine çamaşır asmaya çalışan kadınlar dikkatimi çekti. Yani alışmışlık, kabulleniş...
Her gittiğimde enkaz arttı, insan azaldı. Önce evleri gitti, sonra sağlık hizmetleri, gıdaya ulaştıkları alanlar, iş yerleri, okulları… Derken hayalet şehre döndü. 2019’un aralık ayında Maaret El Numan’da rejimin vurduğu bir pazar yerine gittik. Yıkılan dükkanlarını onarmaya çalışıyordu insanlar, evlerini bırakmak istemediklerini anlattılar. Aradan sadece 1 ay geçti. Maaret El Numan’a girdiğimde, daha önce kalabalık olan işlek sokaklarda sesim yankılandı. Kediler ve tavuklardan başka canlıya rastlamadım. Griden başka renk göremedim. Yıkılmış binaların içinden geçtim. Yani yıkılmış binalardaki yüzlerce hayatın içinden... Üzerine örttüğü battaniyesini bile alamadan kaçan, ekmek teknesini içindeki sermayesi ile bırakıp gitmek zorunda kalanlar ve tuğlaların altındaki tozlu biberon. Tutunacak tüm dallarım kırılsa, her yeni günde etrafımdan onlarcası yitip gitse, varil bombaları yağsa tepemden, ne yapardım?
Maaret El Numan, Serakib, Han El Subul derken 1 yılda İdlib’in güneyi sadece haritada kaldı, yaşamlar hep yarıda. 1 buçuk milyonun yaşadığı İdlib'in nüfusu 4 milyon oldu. 1 buçuk milyonu aynı kaderi yaşayan komşu kent Halep’ten geldi. Ancak iyi biliyorlardı ki ölüm onları burada da bırakmayacak. Öyle ki nispeten daha güvenli İdlib şehir merkezi de saldırılara maruz kaldı. Zaten rejimin hedefinde stratejik noktaları ele geçirdikten sonra İdlib şehir merkezi vardı. Şehir merkezi hala kalabalık, kepenkler açık, çocuklar sokakta, yaşam belirtisi var ancak böyle giderse kalmayacak. Savaşla birlikte verilen onca mücadelenin yanında bir de ekonomik savaş var bölgede. İyi diyeceğimiz bir işçi günde 3 bin Suriye lirası kazanıyor. Tek bir kuru ekmek almak için ise 500 Suriye lirasına ihtiyacı var ve 1 dolar bin 135 Suriye parası demek. Giderek değersizleşen para birimi, işsizlik, yoksulluk sivillere nefes alacak alan bırakmadı. Bu insanlar ne yapacak?
Türkiye deyince yüzleri gülüyor. Gözlem noktaları açıldığında Morek’teki gözlem noktasına gitmiştik ekiple. Hama kırsalında, rejime 5 kilometre kala. Türk bayrağı gölgesinde Türk askerinin yanı başına sığınan binlerce sivil vardı. Yaşlı bir kadına “Bir çadır bir battaniye, kuru toprağın üstünde neden buradasınız?” diye sorduğumda, “Türk çocuklar var burada, burayı vuramazlar” demişti. Türkiye en başından beri saldırıları durdurmak, insani krizi önlemek için tüm adımları attı. Önemli anlaşmalar sağlandı ancak rejim sivilleri katletmeye devam etti.
Ölümden kaçış yolu
Hatay’ın Reyhanlı ilçesinin yanı başında, Suriye tarafında yüzlerce çadırkent var. Ölümden kaçan sivillerin güvenli limanı hep Türkiye sınırına yakın bölgeler oldu. Çadır kalmadı, zeytin ağaçları evleri oldu. Son 2 aydır artan saldırılar yüzünden yollar ölümden kaçan insanlarla doldu. 26 Aralık günü Cilvegözü Sınır Kapısı’ndan geçtik. Daha 10 kilometre zor gittik. Yağmur günlerdir durmamış… Sağıma bakıyorum insan, soluma bakıyorum insan... Tarlalarda boş bir yer bulan kurmuş çadırını. Çadırı olmayan ağacın altına oturmuş düşünüyor; ”Şimdi ne yapacağız?”… 20. kilometrede başladı konvoy. Bir minibüsün 5 kişilik koltuğunda 10 kişi. Kimi hayvanını yüklemiş aracına, alabilen battaniyesini, tenceresini ama pişirecek yemek yok. Kimi de yastığını koymuş düşmüş yola. Geldiği yerde bombalar yağıyor, yağmur hiç umurlarında mı? 1 buçuk ayda 300 binden fazla can... Bir zulümden kaçıp bin zorluğa giriyorlar. “Nereye gideceksiniz, ne yapacaksınız?” diye sorduğumda, “Nerede yaşayacaksak oraya gideceğiz. Ne yapalım, ölümü mü bekleyelim?” dedi, ailesini alıp yola düşen bir baba. Ne yapsınlar?
Çocuklar çamuru oyun biliyor. Sokakta oyun oynayacak, annelerine naz yapacakken minicik elleriyle çadır kuruyorlar. Ayakları çıplak. Giderken giydiğim çizmeden utandım. “Üşüdüm” demekten utandım. Anaların yavrularına vereceği sütü, soğuktan koruyacağı bir çatısı yok. Isınmak için güneşi bekleyen çocuklarla dolu çamurdan kentler... Ayağındaki toprağı yiyen, anne babasını ararken soğuktan donarak ölen çocuk “Erva”larla dolu. Sarılamadı annesine, ısınamadı. Çoğu çocuk bin 600’den fazla sivil katledildi.
İnsani kriz giderek artıyor. Türkiye sınırın ötesinde bu krizi tek başına göğüslerken, bir taraftan bu savaşa son verilmesi için çabalıyor. Rejim her defasında ateşkesi bozdu. Siviller ölmeye devam etti. Saldırıların olmadığı günler, sivillerin umudu oldu; bu zulümden kaçmak için... Yine en son sağlanan ateşkes de 3 gün sürdü. Pazar yerleri kana bulandı. Bir kısır döngü İdlib.
Ve sayfalara sığmayacak hikayesi ile İdlib, sizi bir tabela ile karşılıyor ve bazen bir cümle çok şey anlatıyor.
Yüzü kanlar içinde ağlayan bir çocuk şöyle diyor:
"I will tell God everything."
Yani, "Allah’a her şeyi anlatacağım."