Tarih: 11.11.2021 15:34

Allah Tarihe Müdahale Eder…

Facebook Twitter Linked-in

‘Allah, her an bir yaratış/şen üzeredir’, diyen Haber’i dikkate aldığımızda; olup biten her şeyin Allah tarafından sürekli gözetimde, denetimde ve müdahalede olduğunu işaret eder. Allah’ın ediminin saçmalıkla nitelenemeyeceğine göre, her eylemin bir makuliyet içerdiği ve iradi bir tavra sahip olduğunu söylemek mümkün hale gelir. Bir yaprağın O’nun izni olmadan düşmeyeceği gerçeğini bildiren Haber’i dikkate aldığımızda ise yaratılmış varlığın kendi başına bir eylem ve hareketliliğe sahip olmadığını bize hatırlatır. Böylece hayat kendi otantikliği içinde ilahi meşiyetin icra edildiği bir zemini işaret eder. Bütün varlığı kuşatan bir ulûhiyet ile karşı karşıya olduğumuz gerçeği ise varlığı hem İçkin ve Aşkın bir düzey ile kuşatan bir irade ve gücün varlığını söz konusu eder.

Allah’ın Mürid/irade sahibi oluşu zaten yukarıda ifade ettiğimiz şeylerin gerçekliğini bize gösterir. Bu da Seküler modern düşüncenin deizme kapı aralayan ‘Tanrı yarattı ve kulesine çekildi’; yani müdahil olmayan bir Tanrı algısının kabulünün mümkün olmadığını açık bir şekilde gösterir. Sadece ‘ilk hareket ettirici’ olarak betimlenen Tanrı algısı sorunlu ve olup bitenin tam bir açıklamasını yapamadığını son dönemde yapılan tartışmalarda ve gelinen noktada insanlığın sonuna gelindiği savı da bu durumu işaret ediyor.

Tarih, yaşamın içinde deveran edip durduğu bir zamansal ve mekânsal kesiti işaret ettiği gibi zamanı ve mekânı aşan bir boyutu da içermektedir. Zaman kavramını salt hareket ile sınırlandırmanın imkânsızlığını artık öğrenmiş durumdayız. Zaman algısının farklı bilim ve felsefi yapılara kaynaklık ettiği izah edilebilinmektedir. ‘Zamanın Yeniden Doğuşu’ kitabında Lee Smolın bu meseleyi, teorik çerçevesini sunarak anlatmaktadır.

Tarihi nasıl tanımladığımız bize müdahaleye açık olup olmadığımız konusunda bir imtiyaz tanır. Tarih, insan ve varlığın birlikte hareket kabiliyetine sahip olduğu bir zamansal sürece atıftır. Bu zaman/süreç, iradenin devrede olduğu bir zemini gösterir. Bu noktada iki iradeye sahip bir zaman algısının mekân ve varlığa yönelik etkisinden söz edebiliriz. İşte bu noktada hayat ve yaşam kavramlarının iki boyuta yönelik işaretleri açığa çıkar. İlahi İrade hayatın tanzim ve işleyişini işaret ederken, insani irade ise kendisine müsahhar kılınmış varlık ile ilişkisini de düzenleyerek yaşamı işaret eder. Hayat, elbette ki yaşamı da kapsayan daha genel bir kavramdır. Dirilik vasfı ilahi olana aittir. İnsanın ve varlığın diriliği ise ilahi diriliğe mebnidir. Bu yüzden ilahi irade her an faal bir şekilde hayatı şekillendirmektedir. Hayatın şekillenmesi yaşamın şekillenmesini de içermektedir. İnsan ise yaşamın şekillenmesine iradesi ile biçim verirken, hem özgürlük alanını ve hem de sorumluluk alanını belirginleştirmektedir. Ama en temelde ilahi irade, insani iradeyi kuşatırken onun serbestiyet alanını kendi sorumluluğu içinde ona bırakır. Fakat bu durum, insanı müdahaleden azade etmez! Her halükarda insana verilen özgürlük alanı sınırlı ve mutlak değildir. Mutlak olmayışı, insanın dışında farklı müdahalelerin mümkünlüğünü içermesidir. İnsanların farklı iradeler üzerinden farklı müdahaleler taşıması, iradelerin çokluğu ile varlığın etkileşimi arasındaki farklılıkların birden fazla yapıya bürünmesi, doğal olarak mutlak bir yapıyı mümkün kılmıyor.

Tarih denilince ağırlıklı olarak insanın hem kendi yaşamına ve hem varlığın yaşamına dönük etkileşim içinde ortaya koyduğu bir geçmiştir. İnsanın kendi varlığının anlamını ve kendi dışındaki varlığın anlamını dikkate alarak ürettiği bir yaşamın geçmişte kalması üzerine sonraki insanların ondan yeterli düzeyde bir öğüt alma imkânını bulması önemlidir. Ama bu tarihi ilahi iradeden bağımsız bir şekilde düşünmek insanı kutsallaştırmanın ya da kötülüğün temeli kılmanın bir aracına dönüştürür. Bu yüzden tarih her an bir gözetim ve denetim altındadır. İrade, büyük veya küçük yaşamı koordine ederken, sürekli daha iyi veya daha kötüyü açığa çıkartır. Kötüyü açığa çıkartan şeylerin insanlık tarihi açısından bir dökümü yapılsa; tarih boyunca dinlerin yasak kıldığı temel eylemler olduğu açığa çıkar. Medeniyet ve kültür özelliği taşıyan her tarihsel zemin bu yasakların çiğnendiği zaman oluşturduğu kötülüğün anlatısı ile doludur. Modern dönemde bu yasakların önemli bir kısmının bir başkasına zarar verme ile tolere edildiği dönemi işaret eder. Bu da insan aklının kendi başına yargıda bulunabileceği savı ile ilişkilidir. Ama modern dönem, bizzat kendi entelektüelleri tarafından da dile getirildiği gibi insanı mutlu, huzurlu ve anlamlı bir yapıya taşımaktan çok onu hiçliğin girdabına sürüklemektedir.

Bir müslüman olarak Allah’ın her an müdahil olduğu bir hayatın içinde yaşamımı sürdürüyorum. Bu müdahale alanlarını açıklığa kavuşturmalıyız: Allah, tarihe müdahaleyi ilk insan ve ilk peygamber olan atamız Âdem’e nasıl tövbe edeceğini bildirerek ona yol göstericilik yaparak yapmıştır. Âdem, daha sonra da ilahi müdahaleyi talep ederek ilişkilerini neyin üzerine bina edeceğini öğrenme adına sürekli Allah’a müracaat etmiştir. Böylece Allah’ın tarihe müdahalesinin vahy/kitap göndererek ve bu vahyin/kitabın örnekliğini yapacak/terbiye edilmiş bir Nebi/Resul ile de desteklemektedir. Böylece insanlığın tarihinin başlangıç adımından son peygamber Hazreti Muhammed’in gönderilmesi ile hitama eren müdahale, son kitabın Kuran’ın korunması ve Resulünün hayatının örnek olarak nesilden nesle aktarılması ile de devam etmektedir.

İnsan kendi başına bırakılmamıştır. Dünyada yalnız kalmamıştır. Allah sürekli onunla iletişim içinde yer almıştır ve ona yalnızlığını hissettirmemiştir. O yüzden Allah mümin kulununa şah damarından daha yakındır. Bu temel gerçeği dikkate almadan tarih meselesini tartışmak doğru olmaz. Dinlerin tarih boyunca insanları emir ve nehiyleri üzerinden denetlemesi ve tarihin oluşumuna katkısı ilahi müdahaleyi süreklileştiren bir özellik olarak orada durmaktadır. Bu gün hala dünya nüfusunun kahır ekseriyetinin dini emir ve nehiylere göre yaşama çabaları bu müdahaleyi açık kılar.

Yaşamın insana münhasır boyutu içinde yasaların insanın yaşamını kolaylaştıran bir özellik taşıması da ilahi müdahalenin farklı bir boyutunu içermektedir. İlahi sorumluluk gereği, imtihana tabi kılınan insanın kendi varlığını idame ederken kolaylıkla sürdürebilme imkânını bahşetmiştir. Bu lütuf ile donanmış insan ve varlığın birlikte yaşamını kolaylaştıran bir özelliktir. Ama aynı zamanda insan, eğer nankörlük ederse ve varlığı kendi otantik/doğası dışında bir kullanıma tevessül ederse bu sefer aynı varlığın insana yaşamı daraltan bir özellik taşıdığını da söylemek mümkündür. Çünkü insan yapıp ettiklerinin karşılığını hem bu dünyada ve hem de öte dünyada verecektir. Bu ilahi dinin tartışılmaz bir ilkesidir. Bu açıdan da Allah tarihe müdahildir. Kişinin lehine veya aleyhine bir durumun gerçekleşmesinin iki iradenin kesişmesine bağlıdır. İlahi irade ile insani iradenin mutabakatı…

Tarih, insan için bir örneklik ve ders çıkarma, ibret alma hazinesidir. İşte bu hazinenin farklı parçalarını doğru okuyarak, kendi bütünselliği içinde anlamlandırdığımızda sorunu çözüme kavuşturma umudunu diri tutabiliriz. Örneğin, Kuran; ‘gezmez misiniz, önceki kavimlerin helakine bir bakın’ der. ‘Onları yok eden her ne ise bugün seni de yok eder’ der. Tarihin tekerrür etmesi onun ibret alınmadığını gösterir. Şair Mehmet Akif Ersoy:

Geçmişten adam hisse kaparmış… Ne masal şey!

Beş bin senelik kıssa, yarım hisse mi verdi?

“Tarih”i “tekerrür” diye tarif ediyorlar;

Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi? Demezdi…

Yani varlığın üzerine bina edilmiş yasaları ile sürekli tazelenen hayat, bir müdahale alanıdır. Yaşamın bundan müstağni sayılması namümkündür.

Tarihe daha spesifik bir müdahale ise imtihan vesilesi olan afet, doğa olayları, deprem, sel gibi tabii afetler ile kişisel hastalıklar, kazalar, kişinin kendi dışından maruz kaldığı durum ve olgulardır. Kişinin malı, canı, evladı ve ticareti ile sınanması gibi durumlarda bu müdahalenin açık kanıtlarıdır. Her insanın ölümü bir başkasının imtihanı ve yaşama müdahaledir. Kişinin kendi evladını, eşini ve çok yakınlarını kaybetmesi bir imtihan vesilesidir. Ancak bu aynı zamanda kişisel tarihine bir müdahaledir. Örneğin, daha toplumsal olgular için; yapılan savaşta kaybeden tarafın imtihanı olduğu gibi kazananın da imtihanı oluşu gibi… Yani kaybeden ve kazanan kim olursa olsun, nasıl bir tepkiye neden olduğunun önemini gösterir. Kişi, maruz kaldığı şeyden sorumlu değil, ama ona verdiği tepkiden sorumludur. Bu imtihanlar yaşamı belirgin bir şekilde etkilemektedir. İlahi müdahale bu şekilde kendini hissettirir. Büyük depremlerde, sel ve yangınlarda da ciddi travmatik durumlar oluşur, yaşam kendi doğal seyrinin dışına çıkar. Bu durumdan da kişi ve kişiler, topluluklar etkilenir. Bu da tarihin oluşumuna ciddi bir etkidir.

Allah hem gönderdiği vahiy ile hem gönderdiği doğa olayları ile hem toplumsal olaylarla kendini sürekli hatırlatmaktadır. Bir açıdan bu müdahale insanın lehine olmaktadır. Allah’ı hatırlayan insan hem Yaratıcı ile hem kendisi ile ve hem de kendi dışındaki varlık ile barışık yaşar. İnsan düştüğü yeri unutmaz! Yeryüzünü cennete dönüştürme arzusu, insanın cennetten düşmesi ile ilişkilidir. Hatırlamak, düştüğü yeri hatırlamak ve ulûhiyetin hakikatini kavramak açısından temel şarttır. Bu yüzden kitap kendini ‘hatırlatıcı’ olarak tesmiye eder.

Bu çerçeve içinde insan, varlığı bir bütün olarak kendisini Allah’a taşıyan bir işaret, delil ve Allah’ı hatırlatan bir mucize/olağanüstü olarak tanımladığı zaman gerçek bir tarih inşa etme imtiyazını elde eder. Ki bu da ilahi müdahaleyi kalıcı hale getirir. Tarih, her halükarda müdahaleye açık bir yapı arz eder. İnsani müdahale var olduğu gibi ilahi müdahale de vardır. İlahi müdahale insani müdahaleyi de içerir. Ama sorumluluğunu ortadan kaldırmadan bu gerçekleşir.

Meseleyi biraz daha açalım: ikili bir hakikat/gerçeklik zemini vardır. Ulûhiyetin gerçekliği ve yaratılmış varlığın kendi gerçekliği… Bu ikili gerçeği idrak etmeden Allah’ın tarihe müdahalesi tam olarak anlaşılamaz! Yaratıcı olarak Allah’ın varlığı yaratıcılığı bir gerçeklik zeminini işaret eder. Aynı şekilde yaratılmış varlığın da kendisine ait bir gerçekliği olduğu, insanın irade sahibi varlık olarak kendi varlığını ve kendi dışında kalan varlığı anlama çabaları da bir gerçekliğe sahiptir. Bu ilahi dinin en temel özelliğidir. İster salt ruhsal kültürler; salt tanrısal olanın gerçekliğini tek gerçeklik kabul eden bütün mistik kültürler; Hint, Çin vesaire… İster salt maddeyi/materyalist düşünceyi sahiplenen kültürler, yunan ve modern kültür gibi yapılar, maddeyi tek gerçeklik olarak düşünenler… Her iki yapı da sorunludur. Biri diğerini yok eden gerçekliklere sahiptir. Ama ilahi din, her iki gerçekliği de işaret ederek ikili bir gerçeklik düzeyini göstermektedir bize… Bu konu daha derinlemesine İsmail Raci el Faruki’nin İslam Kültür Atlasının girişinde izah edilmektedir. (Meraklılarına duyurmuş olalım…)

Allah, varlığın her aşamasında ve oluşumunda belirleyici bir irade olarak insani iradeye alan açarak onun imtihanını gerçekleştirmesine ve tarih yazarak kendisinden sonra gelenlere bir ibret vesikası olarak bırakmasına zemin oluşturmaktadır. İnsanın sorumluluğu büyüktür. Kendisine sunulan bu ikramlara şükür ve hamd üzere bir yaşamı içselleştirerek cevap vermelidir. Ki Allah’ın her an kendisinin yardımına hazır olduğunu öğrensin… Yani oluşan tarihe ilahi müdahale, yardım, imtihan, kolaylaştırma, varlığı insana boyun eğdirme olarak tecelli etmektedir.

Tarih, sürekli tekerrür eder ki bu durum insanın tarihten ders çıkarmadığını bize göstermektedir. Ders çıkaran kişi ve topluluklar, diğerleri üzerine belirleyici bir güç elde etmektedirler. İnsan, tarihin taşıdığı kültür ve değerler üzerinden var olurken ve tarihin oluşum aşamasına mekân olurken; kendi değer ve bilgi düzeyi ile tarihi inşa ederken de ilahi müdahaleye açık bir pozisyonu dikkate alarak, ilahi yardımı celbedecek bir tutum ve düşünce üzerinden tarihin akışını belirleyebilir güce sahip olabilir.

Mesele; insanın Allah ile kurduğu bağa göre tarihin oluşumunun belirlendiği ve imtihana tabi tutulduğunda da tepkiyi ilahi rızaya matuf kıldığında tarih içinde bir özne olarak varlığını tescil ettirdiğini bilmesi, idrak etmesi ve ona göre psikolojik/ruhsal bir vasata sahip olmasıdır.

 

Kaynak: Her Taraf




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —