Tarih: 20.10.2019 12:58

Aliya sen olmasaydın!

Facebook Twitter Linked-in

Aliya bize, ilkelerine bağlı kalarak da zalimlere karşı çıkılabileceğini; ahlakı önemseyerek de isyan edilebileceğini; şark kurnazlığına tevessül etmeden de siyaset yapılabileceğini ve kendini insanıyla eşit görerek de devlet başkanı olunabileceğini göstermişti. Kısacası savaşın da, isyanın da, siyasetin de, bilge ve entelektüel olmanın da bir ahlakı vardı.

Hukuk ve Ziraat Fakültelerini bitiren, 9 yılını hapislerde geçiren Aliya, daha lise çağlarında (16 yaşında) Müslüman Gençler Kulübünü kurarak düşünce ve aksiyon hayatına atılmıştı.

Dini istismardan korkan ve cami avlularındaki ilgiden son derece rahatsız olan Aliya, gideceği camiyi önceden kimseye söylemez, korumaları bile yola çıktıktan sonra öğrenirlerdi. Bosna savaşının en şiddetli olduğu bir dönemde, Cuma namazını kılmak üzere oğlu ve korumalarıyla birlikte, savaşa rağmen tıka basa dolu olan Hüsrev Camiine gider, geç kalmıştır ve o sırada hutbe okunmaktadır. O’nun geldiğini gören hoca yerleşmesi için hutbeyi keser, insanlar da kalkarak ön sıralarda yer açmak isterler, bunun üzerine Aliya;"Muhterem Cemaat! Burası Allah'ın evidir, burada hiyerarşi olmaz, herkes bulduğu yere oturur, ben burayı buldum buraya oturacağım. Allah katında en üstün, takva sahibi olandır. Savaştayız, belki hepimiz öleceğiz; fakat inşallah İslam’ı ve onun üstün ilkelerini çiğnetmeyeceğiz. Hocam lütfen hutbeyi tamamlayın” şeklinde kısa bir konuşma yaparak bulunduğu yere oturur.

Geçmiş dönemde Irak’a gidip gelenler, her tarafta Saddam’ın posterlerinin asılı olduğunu anlatırlardı. Saddam ata binerken, namaz kılarken, hacca giderken, yolda yürürken vs… Aynı manzarayı Ortadoğu başta olmak üzere doğu toplumlarının hemen hepsinde görmek mümkündür. Oysa Aliya farklıydı. 1994’de Bosna da Demokratik Eylem Partisinin kongresi vardır ve Aliya bir konuşma yapacaktır. Salona girdiğinde salonun bazı yerlerinde kendi posterlerinin asılı olduğunu görünce konuşmasına şöyle başlar: “Değerli konuklar! Bir şeyler söylemeden önce salonda asılı olan, bana ait posterlerin benim iznim olmaksızın asıldığını belirtmek istiyorum ve verilecek ilk arada da kaldırılmasını rica ediyorum. Lütfen! Bunu kuru bir tevazu gösterisi olarak görmeyin. Böyle bir adet bizim adedimiz olamaz, bu olsa olsa başkalarının adedi olabilir. Umarım benimle aynı fikirdesinizdir.”

Aliya, Allah’ın insanları eşit, özgür ve birbirlerinin egemeni değil, kardeşi olarak yarattığını en iyi anlayan liderlerden biriydi. Aliya, bu tavrıyla, ömür boyu çamur ve hurma yapraklarından yapılmış bir evde hasır üzerinde oturan, kurduğu devletin sınırlarının Arabistan yarımadasını aştığı bir dönemde (Türkiye’nin 3 katı bir alan) Hz. Ömer’in “Ey Allah’ın Resulü bir ömür hasır üzerinde oturdunuz, istemez misin size de diğer ülke yöneticileri gibi bir saray, bir köşk ya da güzel bir ev yapalım” önerisine;“Ey Ömer! Sen istemez misin, dünya onların ahiret bizim olsun” şeklinde cevap veren bir peygamberin takipçisi olduğunu göstermişti.

O peygamber ki, kendini her şartta sahabesiyle eşit görür, sahabesine su dağıtır, içeri girdiğinde ayağa kalkılmasına müsaade etmez, bulduğu yere oturur, onlar aç kalırsa o da aç kalır, onlar doyarsa o da doyar, asla kendisini farklı kılacak bir kıyafet giymez, sahabesinden yükseğe oturmaz, dışarıdan gelen bir yabancı onu tanıyabilmek için “Hanginiz Muhammed”? diye sormak zorunda kalırdı.  

Ne zaman ki İslam tarihinde yöneticiler saraylarda oturmaya başladılar (ki bu, Muaviye ile başlamıştır) o zamandan beri işler de değişmeye başladı. Oysa peygamber bunu reddetmişti. Zira biliyordu ki sarayda oturan bir kişi, istese de kendisini normal insanlarla bir göremezdi. Farklılaşma, otoriterleşme ve hiyerarşi kaçınılmaz olurdu. Artık istese de fakirin sofrasına oturamaz, istese de normal insanlarla normal ilişkiler kuramazdı. Zaten normal insanlarda kendilerini onunla bir görmez, rahat konuşamaz, muadil ilişkilere giremez, açılamaz, derdini dökemezdi. Zira artık bir saraylıyla karşı karşıyadırlar.

İşte Aliya, bir lider, siyasetçi, komutan ve bir düşünce insanı olarak duruşu, ilmi, siyaset tarzı, hassasiyeti, tevazuu ve diğer özellikleriyle bugünün insanını en çok etkileyen isimlerden biri olmuştur. Ona göre “Hayat, inanan ve salih amel işleyenler dışında, hiç kimsenin kazanamadığı bir oyundur”.

Bosna Savaşının en yoğun yaşandığı, savaş hukukunun ayaklar altına alındığı, toplama kamplarında savaşa katılmayan çocuk, kadın ve yaşlıların katledildiği, kadınlara tecavüz edildiği bir dönemde; bu yapılanlara isyan edip, çaresizlik içinde kendisine gelerek “müsaade edin, biz de onların çocuklarını ve kadınlarını öldürelim” diye izin isteyen asker ve komutanlarına “Onlar bizim öğretmenimiz değil! Unutmayın ki, bir savaş ölünce değil, asıl, düşmana benzeyince kaybedilir. Eğer, katil olmakla kurban olmak arasında seçim yapmak zorunda kalacaksak, biz kurban olmayı seçeceğiz” diyecektir Aliya.

Aynı Aliya, savaş bittikten sonra müzakereler için Avrupa’ya giderken şöyle diyecektir: “Ben Avrupa’ya giderken başım dik gidiyorum. Çünkü çocuk, kadın ve ihtiyar öldürmedik, hiçbir kutsal yere saldırmadık. Oysa onlar bunların hepsini yaptılar. Hem de Batı’nın gözü önünde, Batı medeniyeti adına...”

İslam Deklarasyonu, Doğu ile Batı Arasında İslam, Tarihe Tanıklığım, Özgürlüğe Kaçışım ve daha niceleri… Hepsi, “insani derinlik, düşünsel yetkinlik ve mücadeleci kişilik” vizyonunun bir yansıması ve bilge bir düşünce insanı, devlet adamı, ordu komutanı ve belki de en önemlisi bilge bir insan olarak Aliya’nın yaşadıkları, düşündükleri ve yazdıklarından oluşan bir hikmet çağlayanıdır.

2003’de, Aliya’nın bu dünyadaki günleri tamamladığında Dino Merlin, ona ithafen “Te Nije Aliya (Aliya sen olmasaydın!) isimli bir ağıt yazmış ve yazdığı bu ağıtı tanımlarken de “Bu şarkı, ülkesini, ilkelerini ve haysiyetini savunmak niyetinde olan herkesin şarkısıdır” demişti. Biz de onun bilgeliği, mücadelesi ve duruşunun aynı idealleri savunanlar için bir örneklik oluşturmasını dileyerek konuyu noktalayalım...  

Vesselam.

HerTaraf Haber




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —