Aline kökünden gelen alinasyon, “Kendinden uzaklaşma, kendini tanımama, aklını yitirme, kendinde olmama, bir başkası olma” gibi anlamlara karşılık gelmektedir. “Aline” kök itibarı ile İngilizce türdeşi “aliener” kelimesinin Türkçe anlamı olan “uzaylı” kelimesine karşılık gelmesi bakımından da ilgi çekicidir.
Arapça’da mecnun, Farsça’da divane olarak anlamlandırılan “aline” kelimesi “cinlenmiş” anlamıyla da anılmaktadır.
Aline olan insan, kendindeki “insani özü” yitirerek aline olduğu varlığın veya mefhumun özüne bürünmüş demektir. Onu aline eden varlık veya nesne onun aklını, bilincini, kişiliğini, istek ve arzularını, duygularını, insani özünü kendinden koparmıştır. Artık kendisi olmayan insan, kendini para, makine, makam, amir, memur, ünlü, üstad, ilim, kutsal kısacası kendinden başka her şey gibi algılar duruma gelerek alineleşmiştir. Hatta züht ve takva gibi çok özel kavramlar bile kimi zaman bu sıfatı taşıyanlarını aline edebilmektedir.
Alinasyonu bir tür salgın hastalık gibi gören Ali Şeriati, bu hastalığın, insanlık tarihinde insanların maddi, düşünsel ve ruhsal hayatında meydana gelen birçok bozulmanın maddi ve manevi etkenlerine dikkat çekmekte, bu şekilde toplumun ve insanın kendine yabancılaştırıldıklarına inandığını söylemektedir.
Alinasyonda, insan, oluşan veya oluşturulan koşulların etkisiyle kendisini kaybedecek ölçüde hastalanabilmekte, yaratılıştan gelen varlığını yitirmekte, gerçek kimliğini ve kişiliğini kaybetmekte, kendini tanıyamaz ve tanınamaz hale gelebilmektedir. Bu durum insan dışı bir kişilik ve kimliğin insana yerleşmesinin bir sonucudur.
Zahitliğinde para gibi insanı aline etmesi
İnsanın saygınlığının ve kişiliğinin yerini almasına müsaade ettiği para, alinasyonda başı çekmektedir. Maddi hayatın sembolü olan para güncel fonksiyonu itibarı ile insanı aline etmekte; kendinden uzaklaştırmakta, insanı bir başkası yapmaktadır. Paraya bağlı ilişkiler, değer ve yargılarını paradan almaktadır. Parayı taşıyan güç, gücü kendinden sansa da ortadaki güç tamamen paraya aittir. Bu durumda bütün insani ve ahlaki kuralların belirleyicisi ve uygulayıcısı paradır. Bu haliyle insanilik paranın alinasyonuna kurban edilmektedir. Maddi hayatın sembolü olan paranın insanı aline ettiği gibi maddi hayattan yüz çevirişinde insanı aline ettiğine şahitlik edebiliriz.
İnsanın, çelişik iki şey yoluyla, hem züht, hem de para yoluyla aline olabildiğini söyleyen Ali Şeriati, bir zahit olarak bir köşeye çekilenlerin, toplumdan ve insanların sorunlarından uzak düşerek tam ve yetkin insan olmaktan çıktıklarını ifade etmekte, tıpkı paraya tapanlar ve tüm ilişkilerini para üzerine kuranlar gibi insani benliklerini duyumsamaktan uzaklaşarak aline olduklarını belirtmektedir.
Bir bireyin, toplumsal hayatında insanî bir boyutunu geliştirmek için başka bir boyutunu öldürmesi düşüncesiyle hareket etmesi züht ve takvada alinasyona düşmesi demektir. Kendi saflıklarını, temiz kalma hedeflerini korumak isteyen, her şeyi oluruna bırakan veya ahiretzedeliğe yönelen kişilikler, bir köşeye çekilmekle hem kendilerini aline etmektedirler hem de insanın ve insanlığın alinasyonuna meydan vermektedirler. Fiziki olmasa da zihinsel çekilmelerde aynı konumdadır. Bu durumdakiler bilginler ve büyük kişilikler olsalar dahi, tüm unsurları ile alt üst olmuş ve bir nesne haline gelmiş, kendini para veya benzeri bir unsur olarak algılayan aline olmuş insandan, fonksiyonel olarak farkları kalmamıştır.
Hristiyan ruhbanlığında sevgi öne çıkarılmakta, kötülüğe karşı çıkmak ve iyilik yapmak ise göreceli ve serbest bir şekilde tercihlere bırakılmaktadır. Bu anlayışla birey ve toplum hayatına dokunacak, kâmil manada verebileceği bir şey bulunmamakta ve kendi müdavimlerini aline etmektedir. İslam, iman etmenin yanında iyiliği, salih ameli şart koşmakta ve ancak bu yolla insanın alinasyondan kurtulabileceğini vurgulamaktadır.
İnsanilikten uzaklaştıran bilimin alinasyonu
Bilim, insanı ve insanlığı gerçek hayattan, varlığının gayesinden ve insanilikten uzaklaştırarak aline etmesi günümüzde en belirgin şekliyle yaşanan bir alinasyon halidir. Din bilimleri de bundan ari değildir. Bilim, genel itibarı ile insanın yaratıcısıyla, kendisiyle, toplumla, doğayla varlığına uygun olarak uyumlu bir şekilde yaşamasını sağlamak, ihtiyaçlarını karşılamak, benliğini korumak ve geliştirmek için vardır. Bu çizgisini sürdürdükçe bilim, insanı kendinden uzaklaştırmayacak, aklını verimli ve varlığına uygun kullandıracak, kendini tanımasını, kendinde kalmasını, kendi olmasını sağlayacak, kendine ve değerlerine yabancılaşmasının önüne geçecektir. İnsanı yüceltecek, insanı yeryüzünün halifesi konumunda tutacaktır. Ancak bilim günümüzde bu çizginin dışına çıkmış, toplumdan ve insandan kopmuş/koparılmış, gerçek gayesini terk etmiş, insani değerleri dışlamış, insana değil seküler dünyaya hizmet eden bir kisveye bürünmüştür. Bilim, adeta belirli bir zümrenin elinde tekelleşmiş, insanlığın büyük çoğunluğunun zihninden soyutlanmıştır. Bu yüzdendir ki, bir ilim erbabı ile sıradan bir insan bir araya geldiğinde konuşacak ortak bir zemin oluşmamakta, ilişkiler ve iletişim ya kopuk kopuk olmakta ya da tek taraflı kalmaktadır. Bu haliyle bilim insanı ve insanlığı aline ederek; kendine yabancılaştırarak, insani özü terk ettirerek faydadan çok zarar verici konuma gelmiştir. Bu haldeki bilim, bu sıfatı taşıyanı da dâhil insana ve hayata değer vermemektedir.
Bilim, insandan ve insanilikten kopuk, kendine has bağımsız bir dil ve mantık geliştirmekte, kendi adına düşünmekte, konuşmakta, duyguları yönlendirmekte, birçok insani duyguyu ve değeri yok saymakta, insanın önünde ve üstünde, insana rağmen onay ve karar makamlığını üstenmektedir. İnsan ise, ancak bunun sözcülüğünü ve hamallığını yapmaktadır. Bu durum bilimin insanı ve insanlığı aline etmesinin; kendine ve varlık sebebine yabancılaştırmasının bir sonucudur.
Teknolojinin değersizleştirdiği ve kendinden kopardığı insan
Tıpkı bilim gibi bilimin ürünü olan teknoloji ve makineleşme de hayatın her alanında insanı ve insanlığı kendinden uzaklaştırarak aline etmektedir. Teknolojinin ve makineleşmenin ülkeler arasında ve toplumda katmanlar oluşturduğu, insanı ve insanlığı değersizleştirdiği; insanlığa, bir dünyada yüzlerce farklı dünya, belirli bir zamanda binlerce değişik zaman yaşattığı ve her şeyi kendi hesabına programladığı bir gerçektir. Teknoloji ve makineleşme insanı kesin çizgileriyle bireylere ayırmış, toplumsal yaşamı kısıtlamış veya katmanlaştırmış, her alanda tek boyutluluğu öne çıkarmış, insanın yaşamsal bütünlüğünü bozmuştur. İnsanın sınırlı ve anlamsız hareketlerle hayat sürmesini zorunlu hale getirerek, onun bütünlüğünü tamamlayan duyularının bir kısmını kulanım dışına iterek yarım yaşamasına müsaade etmiştir. Teknoloji ve makineleşme ile aline olan insan, tek boyutlu düşünmekte, tek boyutlu hareket etmekte, yaşamakta ve inanmakta, hatta tek boyutlu eğlenmektedir.
Makineleşmenin insanı aline etmesine, bir makinenin bir vidasını sıkma işini, yaşamının merkezine oturarak, tüm yaşamını nasıl etkisi altına aldığını anlatan Charlie Chaplin’in Asrî Zamanlar filmini örnek veren Ali Şeriati, teknolojinin ve makineleşmenin hâkim olduğu bir sistemde, tüm zamanın tam anlamıyla programlanmakta olduğunu, insanın çalışmasının tamamen teknik ve mekanik bir biçim aldığını, bireyin çalışmasının tek boyutlu hale geldiğini, insanın ömrü boyunca, belirlenmiş sınırlı ve anlamsız hareketlerin dışında başka bir iş yapmadığını vurgulamaktadır.