Yazılarımın başında ismi geçen Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey, İstanbul’dan Ankara’ya kadar muhtelif vasıtalarla geçtiğimiz her bakımdan tehlikeli yollarda babamın can yoldaşı ve yegâne arkadaşı bu zat birden- bire ortadan kayboldu. O zamanlar Trabzon mebusunun refikası hanım ve kerimeleri bize komşu denecek bir yerde oturuyorlar. Bizimkiler onlara, onlar bizim eve sık sık gelip giderlerdi.
Kocasının bu beklenmedik kayboluşuna hanımefendi pek üzülüyor ve merak ediyordu. Her halde babam da bu hususta birçok şeyleri hesap ediyor ve şüpheleniyordu. Aradan iki gün, üç gün, bir hafta geçtiği halde Ali Şükrü Bey’den hiçbir malumat alınamamış, nerede olduğu öğrenilememişti. Hâlbuki vaziyetler onun Ankara’dan, Meclis’ten böyle haftalarca ayrılmasına hiç müsait değildi. Bu işin içinde yani Ali Şükrü Bey’in kaybının pek mühim ve müphem bir sebebi, düşündürücü, şüphelendirici bir manası olmalıydı. Babamı o güne kadar o derece mahzun, kederli gördüğüm pek nadirdir. Gözlerinde gizlemeğe çalıştığı yaşlar garip bir şekilde parlıyor. Sesi azap duyan bir heyecanın titrek nağmelerini fısıldıyordu:
‘Ben ona söylemiştim! Bu adama itimat etme. Ondan kendini sakın ve koru demiştim. Demek ki Allah bana bunları söyletmiş, yüreğimde bir hissikablelvuku Ali Şükrü’ye Topal Osman’dan gelecek felâketi bana ilham etmiş, ben de bunu kendisine ifade etmeye uğraşmıştım. Ne yazık ki onu ikna edemedim. Mert çocuk, hemşerilikten, mertlikten, saflıktan bahsediyor, Topal Osman’a güveniyordu. Çok yazık oldu.’
Pek sevdiği arkadaşının esrarengizce öldürülüşü onu çok derinden yaralamış, Meclis’ten soğutmuştu. Korkmuştu diyemeyeceğim, babamı çok iyi tanıdım. Hiçbir zaman korkak değildi. Korkunun ihtirazın, tedbirin, mukadderatın önüne geçmeyeceğine öyle kuvvetli bir kanaati vardı ki; daima mütevekkil her zaman Allah’a güvenir ondan gelecek her şeye boyun büker ve sinesine çekerdi.
Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey’i, memleketlisi, Kuvayımilliye’nin ilk günlerinde Karadeniz sahillerinde, Trabzon, Samsun ve havalisinde Rum çetelerin, hatta Ermenilere karşı büyük muvaffakiyetler kazanan, Türk köylerini, kazalarını ve kasabalarını yakıp yıkan vatandaşlarımıza hatır ve hayale gelmeyen işkenceler yapan yerli düşmanları dağıtan, Düvel-i Müttefike’den muavenet görerek gayri insani katliamlara girişen Hıristiyan çetelerini bastıran, sindiren çete reisi Topal Osman haddizatında cahil, lâkin muktedir ve cesur, bir reis ve vatana bu hususta birçok yararlıklar göstermiş bir kahramandır.
İşte Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey, Topal Osman’ın hürmetkârı, aynı zamanda hemşerisi olmak hasebiyle onunla iftihar ettiği Şükrü Bey, bu hunhar çete başının kurbanı olmuş, Ankara civarındaki Çubuk Ovası’nda Osman’ın avenesi tarafından kahve içerken boynuna sardırılan kementle boğdurulmuştu. Zavallıyı Ankara açıklarında böyle ıssız bir yere davet etmişler onu gafil avlayarak boğmuşlardı.
Cesedini, paltosu ve elbisesiyle pek derin kazılmayan bir çukura atmışlar; bir iki gün sonra yağan şiddetli yağmurlar toprağı sürüklemiş, ceset meydana çıkmış, hâdise de anlaşılmıştı.
Ali Şükrü Bey’in sıkı sıkı kapadığı avuçları acılınca, boğulmamak için sarf ettiği gayret ve mukabele esnasında kendisini müdafaa için kullandığı hasır bir iskemlenin hasırları çıkmış. Ankara’da kendisine bütün şehrin iştirak ettiği muazzam bir cenaze merasimi yapılmış, bir top arabasına yerleştirilen tabutunu ay yıldızlı bayrağımız sarmalamıştı.
Havalar yaza döndü, Yunan Harbi devam ediyor, talih harbi ara sıra yüzümüze gülüyorsa da netice, kati neticenin ne olacağını yalnız Cenab-ı Hak biliyordu.
Sakarya Harbi başladı, malum olduğu üzere bu harp pek mühimdir. Payitahtın yakınlarına kadar uzanmaya fırsat bulan, Ankara’yı hedef tutan düşman orduları hakikaten bayağı dayanıyordu.
Emin Akif Ersoy
Kaynak:
*BİZİM AKİF, YUSUF TOSUN, ÇIRA YAYINLARI, S:188
Kaynak: yusuftosun.com