Ali Şeriati ve Hikmet Kıvılcımlı’da din ve ideoloji

Her ikisi farklı bakış açısı ve yaklaşıma sahip olsalar da toplumlarının gereksinimlerinin farkında, bilinçleri açık, kör Batılılaşmayı dikte ettirmek isteyen mevcut siyasi yapılarla, muktedirlerle görülecek hesapları vardır.

Ali Şeriati ve Hikmet Kıvılcımlı’da din ve ideoloji

Bazı aydın ya da entelektüeller vardır ki diğerlerinden tamamen farklı bir karakteristiğe sahip olmaları nedeniyle onları başka düşünür ya da filozoflarla aynı kefeye koymak istemezsiniz. Onlar hem halk bilgeliğini hem de düşünsel ve felsefi titizliği kendi dünyalarında birleştirmeyi başarmış, mücadele adamıdırlar. İşte hemen hemen aynı dönemde yaşamış İranlı mücadele adamı Ali Şeriati ile Marksist olmakla birlikte Anadolu irfanını temsil edebilecek kadar bilgelikle donanmış Hikmet Kıvılcımlı bu tür aydınlardandır. Ali Şeriati ve Hikmet Kıvılcımlı, toplumlarının karşı karşıya olduğu sorunları bütün benlikleriyle duyumsamış, kapitalizme ve emperyalizme karşı benzer tonda mücadele vermiş iki aydın/entelektüeldir.

“Barbarın Tarihi Ezilenin Dini” adlı çalışmasında Canan Eliaçık, son derece yerinde bir tespitle Hikmet Kıvılcımlı’nın diyalektik materyalizmi her yönüyle benimsemiş samimi bir Marksist iken, buna karşın Ali Şeriati’nin ihlaslı bir mümin, İslam’a gönül vermiş bir düşünür ve mücadele adamı olduğuna işaret eder. Her ikisi farklı bakış açısı ve yaklaşıma sahip olsalar da toplumlarının gereksinimlerinin farkında, bilinçleri açık, kör Batılılaşmayı dikte ettirmek isteyen mevcut siyasi yapılarla, muktedirlerle görülecek hesapları vardır.

Ancak kaderin bir cilvesidir ki Kıvılcımlı ile Şeriati, görüşlerinde ciddi farklılıklara rağmen egemen siyasi düzene karşı net ve mücadeleci bir tavır ortaya koyarken İslam ve sosyalizm içerisinde halkı pasifizme, kaderciliğe sürükleyen ve sapma olarak gördükleri şeye karşı da mücadele verme noktasında ortaklaşmaktaydılar. Her ikisi de mensubu oldukları dine/ideolojiye mensup insanlar tarafından dışlandı, görmezden gelindi, yok sayıldı ya da ötekileştirildiler. Bu tavır Müslümanlar ve sosyalistler içerisinde öyle görünüyor ki hâlâ devam etmektedir.

Şeriati, İslamsız bir uyanışın mümkün olmadığına inanan bir Müslümandı, ancak İran’daki istihmar (eşekleşme olarak çevrilebilecek) halkların afyonu haline getirilmiş egemen din anlayışına karşı da mücadele vermekteydi. Genel olarak İslam’ı, özel olarak da Şiiliği hurafe ve batıl inançlardan temizleme derdindeydi. “Kitaplardaki dini ilkeler, yeryüzünde uygulanmıyor" diyordu. O, İslam'ı yeniden keşfetmeye ve onu yeniden öğrenmeye çağırıyordu. Sadece “Dine Karşı Din” kitabında değil, neredeyse bütün kitaplarında odaklandığı şey, gerçek dinin karşısında dinsizliğin değil, sahte dinin durduğuydu.

Şeriati’ye göre, nasıl ki kader inancı insanın özgürlüğünü ortadan kaldıracak şekilde yorumlanamazsa, dinin hiçbir hükmü de insanın topluma karşı sorumluluğunu ortadan kaldıracak şekilde yorumlanamazdı. Şeriati, bu minvalde İran İslam Devrimi öncesinde bir mektep haline dönüşen Hüseyniye-i İrşad’daki konferansların en önemlisi sayılabilecek ve aynı adla kitaplaştırılan “İslam-bilim” kitabında şunları söyler: “Müslüman toplumlar için istihmarın belki de en tehlikeli aracı 'din'dir. Elbette ki bu, bozulmuş, hakikatten ayrılmış, taşlaşmış, geçmişin kalıntılarından öte bir anlam taşımayan 'din'dir. Sadece hesabı değil, tüm sorumlulukları da ölümden sonrasına aktaran bu din anlayışı, insanî ve toplumsal bilinci de kör etmektedir. Tüm bu engelleri aşabilmek ve istihmardan kurtulabilmek; ne filozof ne entelektüel ne sanatçı ve ne de bilim adamı olmayı gerektirmektedir.”

Şeriati’nin de Kıvılcımlı’nın da işi zordu; her ikisi de salt Marksist ya da Batılı felsefi literatürün yabancı dillerden çevrilip kendi dilimize aktarılmasıyla yetinilemeyeceğini, gerçek bir toplumsal dönüşüm için önce kendi toplumsal gerçekliğini kavramaya çalışmak gerektiğini ısrarla söylemekteydi. Her ikisi de gerçek bir devrimin hayatın gerçekliklerinin ideolojilerin teorik gerçeklerine uymaktan değil, tersine kendi gerçekliğini kavrama ve içinde bulunduğu koşulları idrakle gerçekleşebileceğine inanmışlardı.

Şeriati, Tevhid’in özünün, semboller ve liderler de dâhil olmak üzere birden fazla tanrıya boyun eğmekten (kula kulluktan) kurtulmak ve Tanrı'yı ​​yeryüzünde temsil ettiğini iddia edenlerle insanları kulu haline getirmeye çalışanlardan özgürleşme olduğuna inanmaktaydı. Bu nedenle Şeriati’nin düşünceleri dinî kurumların, ulemanın fikirleriyle kendiliğinden karşı karşıya gelmiş oldu, böylece bu ikisi arasındaki çatışma kaçınılmaz hale geldi.

Kıvılcımlı ise 15 Ekim 1957 yılında Eyüp Camii’nde yaptığı konuşmada da görüldüğü gibi sadece din olgusunu önemsemekle yetinmez, dini toplumsal bir olgu olarak değerlendirmekten yanadır, bu anlamda dine ilişkin müthiş bir vukufiyeti vardır. Ancak Kıvılcımlı için son tahlilde din, yaratıcının elçileri aracılığıyla insanlara ilettiği buyruklardan oluşan bir yaşam biçimi değil, insanın bizzat kendisinin yarattığı bir olgudur. Ama buna rağmen dinler içerisinde İslam’ın en ilerici din, en büyük devrimcinin ise Hz. Muhammed olduğunu dile getirmekten geri durmaz. Konuşmalarında bol miktarda ayet ve hadis iktibas eder, Peygamberlerin ve sahabelerin hayatlarından kesitler aktarır.

Şeriati ise Marksist ve (liberal) burjuva ideolojileri arasında üçüncü bir yol olarak İslam dünyasının önünü açacak ideolojik ve entelektüel bir sistem inşa etmek için gerçek İslam'ın köklerine geri dönmek ister. Ancak mevcut dinî kurumdan tamamen ümitsizdir. Bu yüzden tamamen yeni bir şey, insanların içinden çıkacak ve genç neslin kendi ellerinde yükselen bir düşünce oluşturmayı hedeflemiştir. O, fikirlerini bir kişinin değil bütün insanlığın yeryüzünde Allah’ın halifesi olması ilkesinden hareketle belirler. İnsanların, yeryüzünde hakikati hâkim kılmak ve adaleti tahakkuk ettirme hedefine ulaşmak için irade sahibi olmaları gerekir. O yazılarından birinde, "Allah bize peygamberlerin kıssalarını anlatırken peygamberlerin devrimlerinin meydana geldiği toplumları bir taraftan hâkim sınıflar öte yanda da insanlar (halk) olmak üzere ikiye böler. Allah, bu çatışmada halkın safındadır” der.

Ama her ne olursa olsun her iki düşünür de belirli kesimler tarafından göz ardı edilmiş, ısrarla görmezden gelinmiş orijinal düşünürler ve mücadele adamlarıdırlar. Her ikisi de oldukça dinamik olsa da Şeriati’nin renkli kişiliği onu Kıvılcımlı’dan daha farklı bir yere oturtmamızı gerektirmektedir. Ayrıca Şeriati her ne kadar mücadelesinin meyvesi olan İran Devrimi’ni görmeye ömrü yetmemişse de (Şah’ın ajanları tarafından İngiltere’de katledilmiştir) Devrim büyük ölçüde onun ve takipçilerinin eseridir.

Onun ideolojik eserlerinin yanı sıra “Kevir” ve “Yalnızlık Sözleri” adlı kitapları mistik bakış açısını yansıtan, yoğun bir kişisellik ve duygusallık içeren kitapları da vardır, bu yönüyle İbni Arabi ve Mevlâna düşüncesinden beslendiğini de saklamaz. Bu haliyle paradoks gibi görünse de Şeriati bunu kendince açıklayabilir. Gerçekler her zaman her yerde söylenecek diye bir şey yoktur, bazen hakikatleri değil halkın ihtiyaçları neyi gerektiriyorsa onu söylemeliyiz. Azla yetinmek büyük bir erdemdir, az tüketmek ahlaklı ve insani bir tutum olabilir ama haklarını arayan ve maaşlarına zam işçiler canla başla mücadele ederken bunu söylemek, onlara zarar verir. O nedenle halkın gerçekleriyle hakkın (hakikatin) gerçekleri birbirinden farklıdır.

Son olarak onu çok iyi anlatan bir konuşmasında Şeriati’ye kulak vermek onun mücadelesini anlamak için faydalı olabilir: “Allah’a şükrediyorum çünkü artarda gelen deneyim ve hatalardan çok çektim ve buna rağmen vücudumu kaplayan ve koruyan derim hâlâ kalın ve sert. Bazı psikologlar bir neslin birden fazla yenilgiye dayanamayacağını söylüyor ve burada kendimi buna hazırlıyorum, altıncı veya yedinci yenilgiye. Yenilgi veya zafer... bizim için ne fark eder ki? Bu, tüccarlar, sporcular ve profesyonel politikacılar için çok önemlidir, bizim için ise önemli olan, tüm olasılıklar karşısında Allah’ın bize havale ettiği misyonu yerine getirmektir. Zafer kazanırsak Tanrı'nın kibir, adaletsizlik ve başkalarına zulmetmekten bizi koruyacağını; eğer yenilirsek Tanrı'nın aşağılama, onursuzluk ve teslimiyetten bizi uzak tutacağını umarız."