Ali Şeriati: İnsanın Dört Zindanı

Durali Yılmaz Ali Şeriati'nin, yıllardır İslamcı kesimin okuyup anlamaya çalıştığı 'İnsanın Dört Zindanı adlı eserini özetleyerek yorumladı.

Ali Şeriati: İnsanın Dört Zindanı

İnsan nedir sorusu tarih boyunca cevabı aranan bir sorudur.

Her çağda bu sorunun cevapları inanışlara göre değişkenlik arz etmektedir. Bu sorunun cevabını bulamaz ve insanın nasıl olması gerektiğin, ne olduğu gerçeğini kavrayamaz isek  bugün en çok tartışılan konuların başında gelen eğitim ve öğretim başta olmak üzere; ahlakın toplumsallaşması ve toplumsal ilişkileri düzenlemesi konusundaki tüm çalışmalar boşa gidecektir.

İnsan sorununu çözmeden kendi ihtiyaçlarımızı ve toplumun ihtiyaçlarını bilmeden ileri ve başarılı bir eğitim düzeyine varmamız ve gerek kendimizin gerekse içerisinde yaşadığımız toplumun sorunlarını çözmemiz imkânsızdır. Günümüz insanı bilimi en iyi şekilde bilmesine rağmen içinde bulunduğu toplumun ihtiyaçlarını bilmeyen bir canlıdır.

Bu eksende Dr. Ali Şeriati’nin üniversite öğrencilerine yapmış olduğu konuşmayı içeren İnsanın Dört Zindanı bizlere “beşer” olan canlı ile “insan” arasındaki temel farkları içeren ve “insan”  olmaya giden yolda hangi zindanların bizi beklediğini ve nasıl bir mücadele vermemiz gerektiği konusunda ışık tutmaktadır.

“Beşer” ve “insan” arasındaki fark nedir? Sorusuna yazarın cevabı :

“Beşer ve insan arasındaki fark şudur: “Beşer” dendiğinde kastedilen, varlıkların gelişim süreci sonucunda yeryüzünde gelmiş bulunan, bugün de yaşamakta olan ve bu türden yaklaşık sekiz milyar bireyin şimdi de yeryüzünde eylemde bulunduğu iki ayaklı canlı varlıktır. “İnsan” ise olağan-dışı, üstün ve bilmecemsi gerçek anlaşılır. İki insan kavramı vardır biyoloji konusu olan insan ve dinin ilgilendiği insan. İnsan dediğimizde şu an da sekiz milyar bireyin yeryüzünde var olduğu türün bireylerin birlikte kapsamına alan tanımı kastetmiyoruz. Bu türün bütün bireyleri beşerdirler, fakat bu bireylerin tümü de insan değildir. Her birey bir ölçüde ve bir dereceye kadar insan olabilmiştir ” olmuştur.

Bu süreçte insanın ve toplumun değişen sorunlarına karşı eğitmenlerimizin kendilerini geliştirmesi ve donatması gerektiğini belirten yazar bize şöyle bir çarpıcı örnek vermektedir;

Bir öğretmen öğrencisine “ iki yıldır aynı sınıfta kalmaya utanmıyor musun?” dediğinde Öğrencinin cevabı “ sen utan ki, yirmi beş yıldır aynı sınıftasın” olmuştur.

Kitabın her cümlesi her paragrafı kesinlikle önemli fakat bana göre kitabın en çarpıcı cümlelerini, paragraflarını sizlerle şu şekilde paylaşabilirim

İnsan dört zorlayıcının ( cebrin) etkisindedir, insan dört zindanın tutsağıdır. Bu dört zorlayıcı gücün etkisinden özünü kurtarınca özde insan olabilir ve gerçek anlamı ile insan olmak bu dört zindandan kurtularak özgürlüğün elde edilmesine bağlıdır.

Bir yazar - Merih gezegenine giden bir büyük bilginin dilinden - kitabında Beşer’İ şöyle anlatmaktadır.

Gezgin olarak Yeryüzünden Merihe giden bu bilgin, Merihte inerek caddelerde dolaşmakta iken bir fakültede verilecek bir konferans ilanı görür. Merih bilginlerinin birisi Yeryüzüne yaptıkları son sefer ve dünya canlıları hakkında konuşacaktır. Dünyadan gelen bu bilginde konferansa katılır. Merih gezegeni bilginlerinden birinin kürsüye çıktığına ve şöyle konuştuğuna tanık olur” Evet, sonunda dünyada hayat olduğunu ileri süren bilginlerin görüşleri doğrulandı. Son araştırmalar hayat açısından çok ileri aşamada bulunan varlıkların orada var olduklarını gösterdi. Bunlardan bir tür “beşer” adını taşımaktadır. Sizin bu varlık hakkında zihninizde bir tasavvur bil olmadığı için, bu “beşer” in niteliğini size iyice açıklayamam elbette, ancak özetle olarak söyleyebilirim ki iki deliği, dört tutamağı olan bir kurbağaya benzer. Beşer diye adlandırılan bu canlılar Dünya yüzünde o yandan bu yana, garip ve hiçbir gezegenler topluluğunda benzeri olmayan biçimde harekete geçerler. Bu canlılarda özel bir “ birbirlerini öldürme deliliği vardır. Zaman olur birbiriyle hiçbir bağlantısı olmayan uzak noktalardan harekete geçen ve birbirini hiç tanımayan bu canlılardan büyük topluluklar bir tasarım, düzn, heyecan ve dürtü ile kuşanır ve son derece modern silah ve üst düzeyde donanımla yola düşerler, işlerini-uğraşlarını ve ailelerini bırakırlar, karşılıklı saf bağlarlar, kıyasıya savaşırlar. Önce yiyecek sağlamak için  buna ihtiyaçları olduğunu sanıyordum. Fakat sonra gördüm ki birbirlerini şaşılası çabalarla ve yığınla öldürüyorlar, ardından kalkıp evlerine dönüyorlar. Sonra biri yine çıkıp öne düşüyor, yine bir topluluğu diğerine karşı kışkırtıyor, yine başka bir topluluğa çullanıyorlar. Kısaca bu “beşer” adını alan bu canlı türünün kendine eziyet etme ve öldürme ile dolu bir tarihi var.

Beşer doğanın bir mensubudur. Beşerin tanımı 50.000 yıldır aynı. Sadece silahları değişmiş , yiyecekleri değişmiş, ancak türü ve özellikleri aynen kalmıştır.

İNSAN OLMANIN ÜÇ ÖZELLİĞİ VARDIR

1- Bilinçli ; öz varlığının bilincine olan bir varlıktır.

İnsan kendi bilincine sahip bir varlıktır. Bütün doğada yalnızca bu varlık öz benliğinin bilincine varabilmiştir. Benlik bilinci vardır. Kendisinin farkına varmıştır. Evrenin farkına varmıştır. Kendisi ile evren arasındaki ilişkiyi kurabilmek, idrak edebilmek bilincine sahiptir.

2-Seçme yeteneği vardır.

İnsan seçebilen bir varlıktır. Yani insan doğada ve doğaya karşı üzerinde egemen olan düzene karşı, hatta bedeni ve ruhi ihtiyaç ve zorunluluklarına, doğal gereksinimlerine, güdülerine karşı başkaldırabilen ve ne doğanın onu zorladığı, ne bedeninin ve fizyolojisinin seçmesini gerektirdiği şeyi seçebilir. Bu insan olma sürecinin en üstün aşamasıdır.

İnsan seçebilir, kendisinin refahını, yaşamayı, yeme-içme ve giyinip kuşanmayı ve tüketimi seçmeye çağıran bütün doğal özelliklerine aykırı olarak itiraz edebilecek ve başkaldırabilecek durumdadır, erdemli ve ahlaken düzenli ( zahidçe ) bir hayat sürebilir. Buda yalnız insanın seçebilen bir varlık olduğunu gösterir.

3- Üretici – Meydana getirebilme yeteneği vardır.

En küçük şekillerden en büyük sanayi ve güzel sanatlar ürünlerine kadar insanın yaratılışında bulunan bu özelliği görülür.

Önce küçükten başlar: Dama çıkmayı istemektedir, uçmayı istemektedir, ne var ki doğa  ona kanat vermiş değildir. Önce merdiven yapar ve dama çıkabilir. Böylece alet yapma işine girişmiş olur ve gemi , uçak, uzay gemileri, giderek bunun gibi sanayi eserlerine kadar varır.

Sanayi, Doğayı hükmü altına almak isteyen insanın üreticilik girişimlerinin tümüdür.

İnsanı bilinçli, seçme yeteneği olan  ve üretici bir varlık olarak yadsıyan ( yok sayan) üç öğreti vardır.

1-) Tarihselcilik ( historizm)

Bu görüşe göre; Dilimizi biz seçmedik, ırkımızı biz seçmedik, Gözümüzü açtığımızda bu dili ve tarihi zorunluluk olarak kabul ettik ve bu dil ile konuşuyoruz. Bunu reddedemeyiz. İslam’ı benimsedik ise de biz seçmedik. Tarih seçti, bizim bu seçimde katkımız, katılmamız yoktu.

Bir çevrede doğuyoruz, yetişiyoruz, erginleşiyoruz ki Tarih tarafından şartları belirlenmiş oluyor. Cildimizin rengini biz seçmiyoruz. Geçmişimizi de tarih veriyor, yoksa biz seçmiş değiliz.

2-) Toplumbilimcilik ( sosyolojizm)

Bu görüşe göre; en belirleyici olan toplumdur. Tarihin ve doğanın bir ölçüde etkisi olduğunu kabul eder. Ama gerçekten “ben”i ortaya getiren, benim üzerimde egemen olan toplumsal çevre ve toplumsal düzendir. Her birey toplumun onu ortaya getirdiği gibidir. Şu halde bu kimse insan değildir. Çünkü seçim yeteneği yokur.

Dindar veya dinsiz olma konusunda hangisini seçmeliyim diyen bir insan seçebilme yeteneği olduğundan değil şundan ileri gelir “ Bazı toplumsal etkenler senin dindar olmanı, batıdan gelen, toplumsal düzenimizin içerisine giren ve sen de bulunan bazı etkenler ise senin dinden uzak olmanı isterler. Demek oluyor ki sen bu etkenler arasında oyuncaksın, dini seçtiysen dini - toplumsal etkenlerin sende üstünlük sağladığını dinsizliği seçtiysen dıştan gelen etkenlerin geleneksel etkenlere üstünlük sağladığı anlaşılır. Şu halde sen toplumsal düzenin belirleyici gücü elinde oyuncak gibisin.

3-) Dirimbilimcilik (Biyolojizm)

Biyolojizm insanı fizyolojik ( bedensel) ve psikolojik(ruhsal) özellikleri bütününün temel belirleyici olduğunu ileri sürer. Bu özellikler bütünü çok gelişmiş ve karmaşık bir doku içinde insanı oluşturur ve her birey biyoloji kanunları içinde ve bu kanunlara göre yaşar. Bu görüş, örneğin zayıf kimselerin akıllı, şişmanların sevecen olduğunu ileri sürer.

Demek oluyor ki akıllılık gösterenin bu işte payı yoktur, bu iş beden ağırlığının işidir. Sevecen ve cömert davranan bir kimseye de minnettar olmamız gerekmez, bu da onun midesinin işidir. Kendi insan benliğinin işi olmayıp, biyolojik yapısının biçimi böyle gerektirmiştir. Esasen bize şefkat ve iyilikte davranmaması elinde değildir.

Yazar İnsan olma sürecimizde bizi dört ayrı zindanın beklediğini ve bunlar ile ayrı ayrı mücadele etmemiz gerektiğini belirtiyor. Yazarın ana fikri “ başkaldıran insan” olduğu için bir anlamda bu zindanlara başkaldırmamız gerektiğini anlatıyor.

İNSANIN PRANGALARINDAN KURTULMASI GEREKEN DÖRT ZİNDANI

1-) Natüralizm (Doğa Baskısı)

Doğa’nın bizim zerimizdeki baskısı su ve hava yolu ile olmakta idi. Çölde yaşayanı, çölün havası ve suyu bağlıyor, baskı altında tutuyordu. Deniz kenarında başka koşullar içinde başka türlü olabiliyoruz. Doğuda başka , batıda başka. Dağlık yerlerin koşulları ile ova, çöl koşulları farklıdır ve farklı durumlar yansıtır.

Bugün insanlar hangi coğrafyada yaşarsa yaşasın kendi yaşamı için başka koşullar hazırlayabiliyor, çağdaş ölçülere uygun kentler kurabiliyor. Bu da gösteriyor ki insanın coğrafi durumun veya genel anlamı ile Doğa’nın(Tabiat( baskısından kurtulması mümkündür.

Yalnızca ırmak kıyısında, orman yöresinde ve buna benzer yerlerde, su ve diğer yaşama koşullaı bulunduğu taktirde yaşayabilen, bu koşullar bulunmadığında ölen, bugün otun bile bitmeye korktuğu bir çölde büyük bir sanayi uygarlığı kurulabiliyor.

Doğayı tanıma veya bilim, insana bilimin önderliği ve yaratıcı gücü sayesinde teknoloji meydana getirme imkanını sağlamıştır.

Teknolojinin yalnızca bir ödevi vardır: İnsanı Doğanın bakısından kurtarmak.  Ne varki bugün insanın bugünkü teknoloji düzeyine karşın Teknik’ten yoksun insandan daha fazla çalışmak zorunda olduğunu görüyorsak, bu sanayi düzeni dolayısı ile Burjuvazi ( kentsoylu) düzeni dolayısı iledir ki, tüketimi, anayi üretiminden öne geçirerek kamçılamakta ve ardından da insanı sistemli olarak üretimi artırma boyunduruğuna koşmaktadır.

2-) Historizm (Tarih Baskısı)

Bu görüşe göre herkes ve her “ Ben” tarihin ortaya çıkarmış olduğu bir dokudur. Nasıl?

Her birey tarihin gerektirdiği biçimde oluşmuştur. Benim şu özelliklerim var ise geçmişimde başlangıçtan bugüne kadar süregelen Tarih dolayısı iledir.

Fars islam tarihinin sonucunda duracak yerde, Büyük Fransız ihtilali, Rönesans, Ortaçağ veya bugünkü batı dünyasında yer alsa idim, başka bir dilim, başka düşünce ve duygularım, başka ahlak ve gidişim olacak dır.Ben seçimlerimi kendi isteğim ile mi seçiyorum, Tarihin benim için seçtikleri gibi mi. Şimdi ben Farsça konuşuyorum, ve sizde Farsçayı bizim konuşma ve yazma , anlaşma dilimiz olarak dokuyor ve anlıyorsunuz.

Ne siz Türkçeyi seçtiniz ne ben seçtim. Tarihimiz bu dili bize verdi, getirdi, gözümüzü açtığımızda bu dili tarihi bir zorunluluk olarak kabul ettik. Ve bu dil ile yazıyoruz, konuşuyoruz, bunu reddedemezdik.

Acaba İslamı benimsemiş olmamızın fakat seçmemiş olmamızın tarihsel etkisi nedir. İslamı bize tarih mi seçti, Bizim bu seçimde katkımız, katılmamız yok mu?

İnsan tarih adı altında büyük bir gücün elinde gerçekten oyuncak olduğunu, Tarih bilimi ve Tarih felsefesi ile tarihin akışını, tarihin akışına egemen olan kanunları kavrayabileceğini, tarihin ne gibi etkenleri olduğunu ve bu etkenlerin insan ‘ben’inin ve insanların yapısında, iradesinde, duygu yapısında ne gibi etkileri olduğunu bilebilirse, tarih zindanından kendini kurtarabilir. Tarihe karşı başkaldırmak gerekir.

3-) Sosyolojizm ( Toplum Baskısı )

Beşer gerçekten de doğanın oluşturduğu gibi, gerçekten de Tarih’in onu biçimlemekte olduğu gibidir.Çevresi değişen bireyde de değişiklik olur.

Nitekim hapishane mahkumlarının içerisinden bir grup insan özgürlükleri karşılığında anlaşarak kilim dokuma işine başlarlar.  Birşeyler yapabildiğini, ortaya çıkarabildiğini farkeden insanların ruhu o derece inceltiyor ve duygu veriyordu ki, belki kan dökmekten ve adam öldürmekten zevk alan adam, sanatla uğraştıktan kısa bir süre sonra ruhsal bir güzellik kaanıyor, öyle ki kimi zaman şiir dinlerken göz yaşları yavaşça süzülmeye başlıyordu.

O kadar katı ve sert bir ruh bu kadar yumuşak ve latif olabiliyor. Demekki dış etkenler bu katılığı ona vermiş ve mensub olduğu toplumsal çervre düzeni farklı olduğundan düzeni böyle olmuştur. Şimdi çevresi değişince , yeni çevresi onda letafeti ortaya çıkarmış oldu.

Nitekim 19. Yy toplum bilimcisi İbn Haldun aynı eksende coğrafyanın, iklimin yaşayış biçiminde etkisi olduğunu söylüyordu. Öyleki sıcak iklim insanının sevecen, soğuk iklim inasının savaşcıl olduğunu belirtiyordu.

Söylemek istiyoruz ki bir canlı olarak “beşer “sosyolojizm, natüralizm, Historizm’in eseridir. İnsan olma sürecine girmiş ise , giderek ve aşamalı olarak bu baskılardan kurtulur ve özgür olur.

4-)Kendim .

Zindanların en kötüsüdür. İnsan bu zindanda tutsakların en acizi konumundadır.

Çağdaş insanın bu dördüncü zorba gücün tutsağı durumunda kalışı, birinci, ikinci ve üçüncü zindanlardan kurtuluşunu da yararsız ve anlamsız kılmaktadır.

Çağımızda Doğa, Tarih ve toplum zindanından kurtulan insan anlamsızlık ve boşluk duygusunun bunalımına düşmektedir. Niçin? Çünkü özgür değil, dördüncü zindanın tutsağıdır. Önceki üç zindandan kurtulması ile mutsuzluğu da başlamaktadır. “Ne yapayım bilemiyorum” sendromu kendisini yer bitirir.

Aslında çağdaş insan ne yapacağı konusunda her zamankinden fazla güç sahibidir. Ne var kine yapması gerektiğini de her zamankinden az bilmektedir.

Bu zindanı kendimle birlikte yaşıyorum. Bu sebeple bu zindanın bilincine varma ve onu tanıma bütün diğerlerinden de güçtür.

Bu zindandan kurtuluş bilim yolu mümkün değildir. Şu halde bu zindandan nasıl kurtulmalı Aşk ile. Tasavvufi irfani aşkı veya bunun gibi diğer anlamlarını kastetmiyorum Bunlarda başlı başına başka zindanlardır. Aşkı şu anlamda kullanıyorum: Muktedir bir güç. Hesapçı ve çıkarcı akıldan yüce bir güç gerekir ki benim özbenliğimde, Fıtratımın derinlerinde “ben” de bir güçlü bir patlama koparsın, içimden kendime karşı bir devrim kopsun, yoksa bu iş doğal yasalar ile olmuyor, içten bana karşı bir başkaldırı kopmalı,

Madem dördüncü zindan benim içimde o zaman içten bir patlama geçirmeliyim, tutuşturmalıyım. Bu alan mantık kuralları ile geçirilecek bir alan değildir.

Aşk, beni kendi yaşayışımın üzerlerin tüm çıkarlarımı feda etmeye yöneltir. Hiç bir karşılık beklemeden, doğruyu zarar görmek pahasına söylüyorsam, herşeyimi yitirmek adına bunu yapıyorsam işte burada “ben”i görürüz.

İnsan’ın ortaya çıkış muştusudur bu. Hangi insanın? İçindeki korkunç dördüncü zindandan kurtulabilen İMAN ve aşk güneşi altında insan olma yönüne doğru adım atmaya başlayan insan

Bu aşamada insan kendini feda eder. Başka hiçbir dilde olmayan “iysar” aşamasına ulaşır.

Dr. Ali Şeriati sözlerinin özünü şu şekilde ifade ediyor;

O özgür kılıcı, yaratıcı, bilinçli insan; Doğa, Tarih ve Toplum düzeni zindanlarından bilim ile kurtulur. Dördüncü zindandan ise “din” ile kurtulur.

Burada Rasulullah efendimizin şu hadisi aklımıza geliyor. Ebu Hamza Enes bin Malik(ra) demiştir ki : Rasulullah(sav) şöyle buyurdu :

Sizden biri kendi şahsı için isteyip arzu ettiğini kardeşi içinde arzu etmedikçe hakkıyla iman etmiş olmaz”

Bu ütopya değildir. Her ne kadar metaryalist bir toplumun inanları olarak bugün  bunu hafızalar almıyorsa bile, bu yaşanması mümkün olmayan bir şey değildir. Rasulullah (sav)’in müminlerden istediği bu güzel kardeşlik anlayışı bu kardeşlik anlayışı, bu erdemli hayat, Bu insani hareket, en güzel biçimde asr-ı saadette yaşanmıştır. Hem de Müslüman kardeşlerini en güzel biçimde kendi nefislerine tercih ederek.

“ Allah sizi yeryüzünün halifeleri kıldı ve size verdikleriyle sizi denemek için kiminizi kiminize derecelerle yükseltti. Şüphesiz senin Rabbin, sonuçlandırması pek çabuk olandır ve şüphesiz O, bağışlayandır, esirgeyendir.” (En’am suresi 165. Ayeti kerime)

NOT: burali Yılmaz tarafından değerlendirilen ve Ali Şeriati'ye ait olan İnsanın Dört Zindanı adlı eser, Hüseyin Hatemi'nin çevirisi olup, İşaret Yayınları tarafından 1990 yılında Türkçe olarak yayımlanmıştır.