Kur’ân okuyanlar bilir, Allah-u Teâlâ toplumsal kötülükleri ve ihanetleri çoğu kere İsrâiloğulları üzerinden anlatır. Kötülük eşittir İsrâiloğulları gibidir sanki. Mûsâ Aleyhisselam’a defalarca ihanet eden İsrâiloğulları’dır. Îsâ Aleyhisselam’ı çarmıha germek isteyen yine İsrâiloğullarıdır.
Bir toplumu bir milleti toptan suçlamak, suçlu kabul etmek insanlık adına mümkün değildir. Bütün söyleyeceklerimi masum ve insancıl Yahudileri bir tarafa ayırarak söylüyorum. Ancak hangi sebepler, hangi inanç ve düşüncelerin İsrâiloğulları’nı bu kötülükleri yapmaya sevk ettiği üzerinde düşünmek gerekir.
Yahudi profili, batılı Hristiyanlar için de pek sempatik değildir. Shakespeare dâhil birçok yazar Yahudi’yi şeytan gibi görür. Tefecilik yapıp insanları sömürmeleri bu unvanı elde etmelerinde büyük etkendir.
Kudüs’e gidinceye kadar bir milleti toptan kötü tanımlamanın biraz haksızlık olabileceğini düşünürdüm hep. Gidince görüyorsunuz kötülüğün ruhlarına nasıl işlediğini. Her bir Yahudi, size öldürülmesi gereken bir düşman gibi bakıyor. Yanlış inancı gereği kendini üstün, sizi köle gören bir anlayışla yapıyor bunu. Haşin bakışlarla “Bu topraklar benim burada ne işiniz var!” diyor. İsrâiloğulları dışındaki hiçbir millet onlar için bir değer taşımıyor. Tanrı onların tanrısı, yeryüzü onların yeryüzü.
Tarihçiler İsrail Devleti’nin kuruluşunu, batının Yahudilerden kurtulma projesi olarak görür. Bağırsak boşaltımı sizin anlayacağınız. Aman bizden uzak olsun diyorlar.
Bugünkü İsrail Devleti 1000 yıllık bir projenin ürünüdür. Kısa vadede yapılacaklar elbette yapılmalıdır; fakat sorunun köklü çözümü için 10 yıllık 100 yıllık projeler üretilmelidir. Yahudiler öyle yaptılar çünkü.
Önce Abdülhamit’i yıkıp Osmanlı’nın yıkılışına zemin hazırladılar. Osmanlı’nın yıkılması ile beraber de akbabalara gün doğdu.
Tarihsel olarak bu çıbanbaşının İslam topraklarına nasıl yerleştirildiği üzerinde konuşabiliriz. Ama bugün için esas konuşmamız gereken çıbanbaşından nasıl kurtulabileceğimiz meselesidir. Ham hayallerle hiçbir şey olmayacağı aşikâr. Dualar da sebeplere bağlıdır. Sebeplere sarılmadan yapılan tembel dualarını kabul âdetullaha uygun değildir.
Nitekim Rabbimiz şöyle buyuruyor:
“Siz Allah’a yardım ederseniz O da size yardım eder…” (Muhammed -7)
“Allah size yardım ederse artık sizi yenecek hiçbir kimse yoktur…” (Âl-i İmrân-160)
1988 yılında umreye gittiğimde Kâbe İmamı ağlayarak Filistin için dua ediyordu. 2018’de yeniden gittiğimde aynı imam yine ağlıyordu. 30 yıl ağlamakla geçmişti. Hem de milyonlarca Müslümanla beraber. Bu kadar güzel insanın bu kadar samimi duaları neden kabul olmadı diye düşündüm. Yoksa Allah ağıt yerine başka bir şey mi istiyordu bizden?
Ömrüm Kudüs sloganları ile geçti. Onlar da bir işe yaramamıştı. Bir bilinç oluşturduğu doğru fakat ortada sonuç yok.
Kur’ân-ı Kerîm Enfâl/60’da savaş kazanmak istiyorsanız sebeplere sarılın diyor. Dua sonra.
Peki sebepler neler?
Savaş; öncesinde siyasi propaganda, sonrasında askeri araç ve stratejilerle kazanılır. Tabii bütün bunları yapabilmek için de ekonomik güç gerekir. Düşmanı yenebilmek için en az onun kadar veya ona yakın bir güce ve potansiyele sahip olmalısınız. Aksi takdirde işiniz Allah’a kalır.
Hz. Peygamber (s.a.s.)’in Hayber’i ve Mekke’yi fethi uzun döneme yayılmış büyük bir stratejinin sonucudur.
Bugünkü mücadeleyi yürütebilmek içinse üç alanda büyük çaba sarf etmek gerekir:
- Sosyal – siyasal
- Kültür ve sanat
- Askeri araçlar ve bu alanlarda başarılı olabilmeyi sağlayacak ekonomik zenginlik
Bugün İsrail Devleti arkasına ABD’yi almış durumda. Amerika’nın yardım yaptığı ülkeler sıralamasına baktığınızda ilk sırada İsrail’in yer aldığını görürsünüz. İlginç olan ikinci sırada Mısır’ın, 3. sırada ise Ürdün’ün olmasıdır. İsrail’e komşu olan bu iki ülke ve diğer körfez ülkelerinin ABD’den aldığı her yardım öncelikli olarak İsrail’e ve onun zulmüne sessiz kalmaları için sus payıdır.
Dünya konjonktüründe İsrail, siyasal olarak büyük bir desteğe sahip, peki biz Müslümanlar için aynı şey geçerli mi? Kim Filistin’in yanında?
Ne yazık ki İslam coğrafyasında coğrafi olduğu kadar siyasal olarak da bir bölünmüşlük var. Bu bölünmüşlüğü ortadan kaldırmak adına atılan her adım Batı tarafından bertaraf ediliyor. D-8’lerden bahseden Necmettin Erbakan iktidardan indiriliyor. Demokratik yollarla ve büyük bir halk desteğiyle iktidara gelen İslami Selamet Cephesi Cezayir’de askeri darbe ile alaşağı ediliyor. Benzer durum Mısır’da Muhammed Mursî’ye yapılıyor. Türkiye ile Suriye devleti arasında gerçekleşen yakınlaşmanın hemen akabinde iç karışıklıklar çıkıyor. Bu tablo karşısında büyük bir siyasal projenin yürütüldüğünü çok açık bir şekilde görebiliyorsunuz.
Biz Müslümanlara gelince, bir kısmımızın bu projelerden haberi bile yok. Bir kısmımızın siyasal bir proje geliştirebilecek kapasitesi yok. Diğer bir kısmımız ise ırka ve mezhebe dayalı ayrılıkları savunuyor. Hâlbuki birleşik güçlerin karşısında tek çözüm, güçlerin birleştirilmesidir.
Kültür ve sanat, Müslümanların en geri kaldıkları konu belki de. Büyük bütçeli Hollywood filmlerinin çoğu Yahudi propagandası yapıyor. Üstelik bu propaganda yapan filmlere daha etkin olmaları için Oscar veriliyor. Schindler’in Listesi, Hayat Güzeldir ve Piyanist filmi bunlardan bir kısmı.
Hitler dönemi yapılanları sürekli gündemde tutmak Yahudilerin mağdur ve mazlum olduğu algısını insanların zihnine yerleştiriyor. Peki, Filistinlilerle ilgili kaç film var acaba? Filistin’e Veda filmi hatırlayabildiğim doğru dürüst tek örnek.
Askeri araçlar ne yazık ki zayıf olduğumuz bir diğer nokta. Bugün nükleer silahlara sahip bir İsrail Devleti ile karşı karşıyayız. Kendi askeri araçlarımızın modernizasyonu bile İsrail’e bağlı.
Ekonomik alanda dünyanın en zengini Yahudiler.
Bu şartlarda Savaşı kazanmak ne kadar mümkün?
Bu işgal ne zaman bitecek?
Kudüs ne zaman özgür olacak?
Filistinli Müslümanlar ne zaman gülecek?
Cevap: Sebeplere sarıldığımız zaman.
İlk işimiz, Filistin dramını bir insanlık problemi olarak dünya kamuoyuna sunabilmek olmalıdır. Dünya Müslümanları olarak içinde yaşadığımız devletlerin siyasi iktidarlarını Filistin konusunda daha hassas olmaları yönünde teşvik etmeli ve bu yönde toplumsal baskı uygulamalıyız. Devletlerin birlikte hareketi mümkün değilse, halkların birlikte hareketini sağlamalıyız.
Daha çok ticaret yapmalı ve daha güçlü ekonomilere sahip olmalıyız. Sahip olunan zenginliklerimizi, bireysel zevklerimiz yerine dünya mazlumlarına destek için kullanmalıyız.