Bu hafta Kürt meselesi ve siyaset ilişkisi üzerine konuşmak istiyorum.
Malum bu mesele siyasi gündemin sabit unsuru. Türkiye’nin demokratik geleceği bakımından, bu sorun hem bir anahtar hem kilit rol oynayabilecek kritik bir yere sahip.
Konuya dair vieonun linki: https://youtu.be/nh2ATtUAyjk
Muhtemelen hepimizin gözlemidir: İktidar alanında Kürt meselesi bağlayıcı bir faktör. Ulusalcı, muhafazakâr ve devlet üçlüsünden oluşan koalisyonun temel yapıştırıcılarından bir tanesi. Cizre olaylarıyla, Rojava’da PKK’nın yayılmasıyla birlikte Kürt meselesinin kazandığı ivme, tehdit ve tehlike söylemini üreten ve onu doğrulamak için kullanılan en önemli unsur.
Kürt meselesinin muhalefet kanadında da, özellikle HDP dikkate alındığında, benzer bir şekilde son derece etkili olduğunu görüyoruz. HDP’nin hem oy potansiyeli, hem muhalif partilerle ikircikli, sorunlu ilişkisi muhalif alanda Kürt meselesini belirleyici hale getiriyor.
Bu çerçevede üç unsur öne çıkıyor.
İlki, uygulanan asayişçi, otoriter ve baskıcı Kürt politikasının ana nesnesinin HDP olması. Kayyumlar mekanizmasıyla, tutuklanan üyeleriyle, hapse atılan milletvekilleriyle, fezlekelerle HDP temel bir hedef. Öyle bir hedef ki siyasi alandan sadece Kürt meselesinin değil, Kürt temsilinin de silinmesinin peşinde koşuluyor. Böyle olunca, HDP Türkiye’de baskıcı politik durumun en önemli göstergesi haline geliyor.
İkincisi unsur, HDP’nin oy potansiyeli. HDP’nin oyları 2014 cumhurbaşkanlığı seçimlerinden itibaren yüzde 10 eşiğinin üstüne çıkmış bulunuyor, bugün yüzde 11 ila 13 arasında değişen, buradan aşağıya düşmeyen bir düzeyde. Bu da öyle bir sosyolojik olgu ya da seçmen dokusu ki sadece Güneydoğu’da değil, Kürt göçünün olduğu bütün kıyı kentlerde, büyükşehirlerde karşımıza çıkan boyutlarıyla yeni siyasal sosyolojiye işaret ediyor. Bu durum, mevcut siyasi koşullarda HDP’nin belirleyici bir güç olması anlamına geliyor. Bıçak sırtı dengelere bakacak olursak, HDP’siz bir muhalefetin seçim kazanması kolay görünmüyor.
Üçüncü unsur da şu: Oynayabileceği pozitif rol düşünüldüğünde, HDP’nin siyasetin içinde ya da dışında olması, Türkiye’de siyasi alanın genişlemesi ya da daralması ihtimalleriyle paralellik taşıyor. HDP’yi içeren bir Türkiye siyaseti demokratik bir yöne işaret ederken, HDP’nin dışlandığı bir siyasi sistem devletçi, baskıcı bir ima içeriyor.
HDP’nin seçmen dokusu bize önemli bir şey söylemekte. HDP’nin oy potansiyelinin katmanları -Güneydoğu, Adana, Mersin, İstanbul, protest kesim- heterojen bir seçmen kitlesi ortaya çıkartıyor. Bu seçmen dokusu, Kürt meselesinin siyasi alandan kalıcı bir şekilde siyasi sosyolojik bir alana sirayet ettiğini, bu tür bir güce dönüştüğünü gösteriyor. Ve bu, Kürt sorunu ve Kürt sorununun çözümsüzlüğüyle üreyen, tüm ülkenin üzerine çöken bir yapı. Artık pek çok kilidi açmanın, ilerleyebilmenin yolu bu dokunun görünmesinden, bu dokuyla temas kurulmasından geçiyor. Bu da sistemin Kürt politikasıyla nasıl ilişki kuracağının (siyaset üzerinden içeri alarak ya da siyaset dışı yöntemle dışarı iterek) önemine, Kürt meselesini aşan anlamına işaret ediyor.
Olan ne?
Dışlama, dışarı itme, örneğin PKK-HDP özdeşliği iddiası, iktidar koalisyonunun melodisi haline geldi. Buna zaman zaman muhalefet de katılıyor. HDP meselesi, CHP ve İYİ Parti arasında bu çerçevede kilit unsur olmayı sürdürüyor.
İnişler, çıkışlarla…
Bir süre önce, CHP önemli hamleler yaptı. Kürt sorununu meşru, çözülmesi gereken, özellikle bir muhatapla çözülmesi gereken bir sorun olarak tanımladı. Ve bu bakımdan HDP’yi işaret etti. Bu çıkış, uzun süre sonra Kürt sorununun siyasete geri dönüşünün ilk işareti olabilecek bir güçteydi. Sonra tezkere gündeme geldi. Tezkereye hayır deyiş, dış politika babında AK Parti’nin açtığı yola itiraz kadar, aynı zamanda seçmen, bölge bakımından ele alındığında doğrudan Kürt sorununa gönderme yapan, CHP’nin Kürt sorunuyla yeniden ilişkisini akla getiren yönler taşıyordu. Bunlar hiç şüphe yok ki HDP’yi içeri, muhalefet alanına, siyasal sistemin içine doğru çeken ya da bunları ifade eden adımlardı. Nitekim HDP de hatırlayacak olursak CHP’nin çıkışından sonra bir tutum belgesi açıkladı. Burada ilk kez Öcalan’ı telaffuz edilmedi, Kürt sorununun bir yerel demokrasi etrafında çözülebileceğini ve burada temel muhatabın da kendisi olduğunu söyledi. Bu gelişmeler İYİ Parti’yi bile zorladı o dönemde. HDP’nin meşru bir siyasi parti olduğunu söylemek durumunda kaldılar.
Ama gelin görün ki bir süre önce Güneydoğu’da bir ilimizde “Kürdistan burası!” diyen bir vatandaşın karşısında sessiz kaldığı suçlamasıyla, Akşener iktidardan gelen kuvvetli saldırılara maruz kaldı. Böylece bir iniş evresi, siyaset dışılık dalgası başladı. İYİ Parti’nin, HDP’nin PKK’yla ilişkisi gündeme getirildi.
Akşener, bu şekilde, açılan bir siyasi yolun önüne bir tür yeniden bir gedik bir taş koymuş oldu ki, bunun bu kez CHP’yi etkilediğini de gördük. “HDP, PKK’yla ilişkisini kesmeli” tekrar baskın bir söylem oldu muhalefette…
Muhalefetin siyasetle siyasetsizlik arasında gidip gelişinin en hassas göstergesi budur.
HDP, Türk siyasal sisteminin bir parçası mı olacak yoksa asayiş politikalarının hedefi olarak Kürt meselesinin siyasi temsilinin bile kabul edilmediği bir ülkede bunu yaptığı için cezalandırılan bir siyasi parti olarak mı varlığını sürdürecek?
Kürt sorununun ve ülkede demokrasinin geleceği bakımından bu sual, HDP-PKK ilişkisi ve kopukluğu veya irtibatından çok daha önemlidir.
Şu çok açık: HDP ile PKK aynı anne babadan doğmuş iki çocuk. Bunlar arasında ilişki elbette var. Fakat bunlar arasında bir farklı yol arayışı da var.
Bugün Kürt hareketine dikkatle bakıldığında, şiddete meyilli geleneksel anlayış ile silah yerine siyasetin taşıyıcı olmasını arzu ve iddia eden bir arayış ve anlayış arasında mesafenin her geçen gün açıldığı görülür. Son dönemlerde HDP, HDP politikaları siyaseti şiddetin önüne alan ve Kürt sorununun siyaset üzerinden çözülebileceğini iddia eden bir istikamette ilerliyor ve bu seçenek güç kazanıyor.
Peki HDP, diyelim ki bunu yaparken çıkıp “Ben PKK’yı lanetliyorum, ona karşı mücadeleye soyunuyorum” dese ne olur? Olacağı şudur; HDP, HDP olma vasfını kaybeder, HDP Kürtleri temsil etme vasfını da kaybeder, çünkü PKK sadece bir örgüt değildir, aynı zamanda Kürtler için karşı olsalar da bir duygudur. Dolayısıyla böyle bir çıkış, HDP’yi olsa olsa AK Parti iktidarının pasif, küçük, Kürt meselesini temsil gücü olmayan bir asayişçi aracı olmaya iter. Bu, PKK’yı tek güç kılar.
Buna karşılık, HDP’nin siyasal sistemin içerisinde olması, HDP üzerinden Kürt meselesinin ele alınması şiddeti, PKK’yı ikinci plana, geri plana itebilecek ve de Kürt sorununun çözümünde çok önemli araç olabilecek bir husustur.
Sorun değişmiyor: Siyaset mi, siyaset dışılık mı? Siyasetin içinde miyiz, siyasetin dışında mıyız? Siyaset olmadan iktidarı alt etmek nasıl mümkün değilse, HDP olmadan siyaset tasavvuru da mümkün görünmüyor.
______________
(*) Yazar, yazının bi yerinde şöyle diyor;“HDP, … çıkıp “Ben PKK’yı lanetliyorum, ona karşı mücadeleye soyunuyorum” dese ne olur? Olacağı şudur; HDP, HDP olma vasfını kaybeder, HDP Kürtleri temsil etme vasfını da kaybeder, çünkü PKK sadece bir örgüt değildir, aynı zamanda Kürtler için karşı olsalar da bir duygudur. Dolayısıyla böyle bir çıkış, HDP’yi olsa olsa AK Parti iktidarının pasif, küçük, Kürt meselesini temsil gücü olmayan bir asayişçi aracı olmaya iter. Bu, PKK’yı tek güç kılar.”
Bu ifadeler, yazar tarafından normal, makul ve iyi niyet kalıpları içerisinde söylenmiş olabilir, ama bu ifadede dile getirile durumu tahmin etmeye çalıştığımızda, HDP’nin PKK’ya karşı çıkma ihtimalini de suya düşürür. Bir de HDP’nin, PKK’ya karşı çıkma durumu ve lüksünün olup olmadığının bilinmesi gerekir. Normalde yoktur ve bazı sebeplerden dolayı olması da pek mümkün görünmüyor. Zira her ikisinin de sosyolojik tabanı aynı…
HDP bu tabanı kaybetmek istemez ve başka bir yol ve yöntem bulamadığından dolayı o tabanı kaybetmek istemez.
İstemediği için rahat davranabilir, ama Türkiye partisi olma iddiası da boşa çıkar. Onu CHP’de kurtaramaz.
Peki, o taban, HDP makul bir çizgiye evrildiğinde HDP’nin zararına olacak şekilde erir mi? Erirse dahi, HDP’nin makul duruşu ona Türkiye sathında ve sol, sosyalist vb. kesimler nezdinde oy kazandırabilir, onlara başka kesimleri de ekleyebilir.
Bir de soğuk savaş dönemi yapısı olan PKK’nın zahiri olarak süregelen terör operasyonları sonucu geriletildiği bir vasatta, taban aynı diye PKK’ya işaret etmek pek de isabetli değil.
Devir, dil ve söylem değişiyor, devlet PKK’yı bitirme noktasına zorladığı bir dönemde bazı söylemler cazip gelse de gelecekte yer alamayacaktı. (Editör)