Aslında işçi ve patron tarihin her döneminde var olagelmiştir. Ama menfaatleri çelişen iki sınıf olarak tarih sahnesine çıkması sanayi devrimi ile birlikte olmuştur.
Kısmen İslam hukuku da diyebileceğimiz İslam fıkhı önceki dönemlerin ürünü olduğu için içinde doğduğu zamanların ürünü olması itibarı ile ve modern zamanlara geldiğimizde fıkıhtaki baskın karakterin kendilerinden öncekilerden devralınan kültürel müktesebatın korunması üzerine biçimlenmiş olması nedeni ile modern zamanlar Müslüman zihnin çağını inanç değerlerine uygun olarak anlamlandıramadığını kabul etmek gerekir. Bunda içtihat kapısının kapatılmasının rolü inkar edilemez. Kaldı ki içtihat kapısının kapatılmasını sadece fıkıh alanındaki üretimin durması ile sınırlı olarak düşünmek de yanlış olur.
Ortalama 15. yüzyıldan itibaren sadece fıkıh alanında değil şer’i ilimlerin bütün dallarında üretim durmuş bulunmaktaydı. Bu aşamadan itibaren ilim geçmişlerin üretimlerini harfi harfine koruma ve onların ayak izlerini takip etmekten ibaretti.
Bu süreci İslam düşüncesinden çok önceki zamanlarda batı düşüncesi de yaşamıştı. Ancak batı düşüncesi İslam düşüncesi ile onun canlı, dinamik ve üretken zamanlarında tanışmış ve bunun sonucu olarak 18. yüzyılın sonlarına gelindiğinde Rönesans’la birlikte kilise iskolastisizminin insan düşüncesine geçirdiği prangaları kırmaya başlamıştı.
Modern zamanlar böyle doğdu, böyle ortaya çıktı. Sanayii devrimi ile birlikte Liberalizm adı altında sermaye sınıfı kendi ideolojisini yaratırken işçi sınıfı da Sosyalizm adı altında kendi ideolojisini üretmekte, sermayenin zulmüne ve sömürüsüne karşı kendi savunma hattını oluşturmaktaydı.
Bu şartlarda Kur’an sürecin neresinde diye soracak olursak Kur’an’ın ezilenden ve sömürülenden yana olduğunu belirtmeye gerek yok. Özelde Kasas suresi 1. sayfa, ona ilaveten Karun tiplemesi ve en genelde Kur’an’ın bütününün ezilenden ve işçi, köylü tüm emekçilerden yana olduğu açıktır:
‘’Ta sin mim
Bunlar apaçık kitabın ayetleridir.
İman eden bir topluluk için Musa ile Firavun’un haberlerinden bir kısmını gerçek olarak sana anlatacağız.
Kuşkusuz Firavun ülkesinde ululuk taslamış, (ayrımcılık yaparak) halkını guruplara ayırmıştı. Onlardan bir kısmının (İsrailoğulları) erkek çocuklarını öldürüyor, kadınlarını ise sağ bırakarak güçsüz düşürmek istiyordu. Hiç şüphesiz o bozgunculardandı.
Biz de istiyorduk ki güçsüz düşürülenlere lutfedelim, onları önderler yapalım ve onları (Firavun’un mülküne) varisler kılmak istiyorduk.
Onları yeryüzünde yerleştirmek, Firavun’a, Haman’a ve askerlerine sakındıkları şeyi onların eliyle başlarına getirmek (istiyorduk).’’ (Bkz. Kasas/1-6)
Bu ayetlerden ezilenlerin iktidarı anlamına gelen bir sınıf devriminden bahsedildiği apaçıktır. Yüzlerce yıldır Kur’an’ı ölülerin ruhuna okuya gelen bir zihniyetten bu ayetlerden bir sınıf devrimi anlamını çıkarmalarını beklemek elbette ki saflık olur.
Karun’a gelince: Kur’an insanlık için öngördüğü hayat felsefesini büyük oranda geçmişte yaşamış Allah elçilerinin yaşantılarından aldığı kesitler üzerinden ifade eder. Bu kesitler aşağıda Kasas suresinden yaptığımız alıntıdan da anlaşılacağı üzere evrensel anlam taşıyan örneklerdir:
‘’Gerçek şu ki Karun Musa’nın kavmindendi, ancak onlara karşı azgınlaşmıştı. Biz, ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarları birlikte (taşımaya) davranan güçlü bir topluluğa ağır geliyordu. Hani kavmi ona demişti: ’Şımararak sevinme. Çünkü Allah şımararak sevince kapılanları sevmez.
Allah’ın sana verdiğinden ahiret yurdunu gözet. Dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana ihsan ettiği gibi sen de insanlara ihsanda bulun. Yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışma. Şüphesiz Allah bozguncuları sevmez.
Karun ‘’Bu servet bana sahip olduğum bir bilgi sayesinde verildi. Bilmiyor muydu ki Allah ondan önceki kuşaklardan ondan daha güçlü ve daha çok servet biriktirmiş nicelerini helak etmişti. Suçluluğu kesinleşmiş olanlara artık günahları sorulmaz!
Karun lüks ve debdebesi içinde kavminin karşısına dikildi. Dünya hayatını isteyenler ‘keşke Karun’a verilenin bir benzeri bize de verilseydi. Doğrusu o çok şanslı’ derlerdi.
Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise şöyle derlerdi: ’Yazıklar olsun size. İman edip iyi işler yapanlar için Allah’ın (vereceği cennet) mükafatı daha üstündür. Ona da ancak sabredenler kavuşturulur.
Sonunda biz onu ve evini barkını yerin dibine geçirdik. Artık Allah’a karşı ona yardım edecek adamları olmadığı gibi kendi kendini kurtarabilecek durumda da değildi’’ (Bkz.Kasas/76-82).
Türkiye İslami hareketi kısmen Soğuk Savaş döneminde Türkiye’de etkili olan Komünist tehdit algısı nedeniyle, kısmen de İslami çevrelerin yüzyıllardan beri süregelen Kur’an’dan kopukluğu, İslam düşüncesinin içine kapanarak taklit bataklığına saplanarak üretkenliğini kaybetmesi gibi nedenlerle maalesef olması gereken yerde mevzilenememiş ve sağa kaymıştır.
Sağ bir anlamda kapitalizm sermayenin işçiyi ezdiği, sömürdüğü ve adına kapitalizm denen bir ekonomik düzene karşılık düşer. Bu komünist, Marksist ve daha genel anlamda sol kesimde dinin kapitalizmle, sömürü ile iç içe bir form içerisinde algılanması sonucunu doğurmuştur. Oysa yukarda verdiğimiz alıntıdan da anlaşılacağı üzere İslam sadece kapitalizm olarak değil, zulüm, sömürü, emperyalist savaşlar vs. olmak üzere insanı insana kul eden, ezen, emeğini gasp eden hiçbir sistemi onaylaması söz konusu olamaz. Bu İslam’ın Allah’ın göklerde ve yerde tek egemen olduğu temel ilkesine ters düşen bir durumdur.
Reel şartlar doğru veya yanlış, haklı veya haksız insanları şu veya bu kutuplara, saflara savurmuş olabilir. İslam hakkında reel duruma bakarak hüküm verilemez. Onun kitabına bakmak gerekir ki Kitap’ta yazılandan bir kesit yukarda verdik. Onu yansız bir bakış açısı ile okuyan herkes görecektir ki Kur’an’ın tümü böyledir.
Bugün İslami kesimde 1 Mayıs İşçi Bayramı ve İşçi Sınıfı lehine yükselen sesler Türkiye İslami Hareketi’nin kendini tashih etme ve ‘’su akar yatağını bulur’’ hesabı kendi asli misyonunun gereği olarak emek-sermaye çatışmasında durması gereken yerde saf tutması anlamında bir işaret fişeği olarak okunmalıdır. Umarız arkası ona göre gelir.