Günümüzde, ülkelerin yönetimindeki siyasilere yapılan en önemli çağrılardan birisi de, “ortak akıl” tavsiyesidir.
“Ortak aklı” kullanan siyasilerin ve devlet adamlarının daha “isabetli” kararlar üretebileceği, kararlarını oluşturma sürecine daha çok aklın katılacağı ve alınacak kararlarının kalitesinin de yüksek olacağı düşünülür.
Ayrıca yönetim kalitesi açısından da iki şey amaçlanır bu çağrıyla:
- Karar sürecine etkili olacak veri ve analiz kapasitesi artırılarak, yönetimin daha “verimli” hale getirilmesi,
- Yine, karar sürecine katılımı artırarak, yönetimin daha “geniş zemine” dayandırılması, arzu edilir.
Ancak yönetimler, “ortak akılla yönetim” hedefine bir türlü ulaşamaz ve yönetimden beklenen etkinlik kısa süre kaybolmaya yüz tutar.
“Ortak Akıl ile yönetim” çok makul ve bilimsel bir tarz olmakla beraber, “hızlı ilerlemek” isteyen ve “bürokratik devleti” yenmek isteyen liderlerin, Özal gibi, Erdoğan gibi, “devleti şirket gibi idare edeceksin” sığlığında, birden ortadan kaybolur.
“Ortak aklın yönetime dahil edilmesinde” sürekli sıkıntılar çıkar ve de kurulan sistem çalışmaz.
Görebildiğim nedenler şöyle;
- Çok temel nedenlerden birisi; “otoriter liderlerin ve menfaat gruplarından oluşan siyasal yapıların”, ortak aklı “kendi akılları ile ortaklık gösteren akıl” olarak algılamaları, “ortak olanların harmonik aklının” ortaya çıkması sonucunu doğurur. Aslında bir araya gelmiş ortakların tek bir “akıl türü” vardır. Farklı olanları yanlarına istememektedir. Otoriter siyasi veya devlet organizasyonlarında, “lider durumunda olanlar”, kendi aklına uyum gösterenleri yönetime dahil ederler ve diğerlerini uyumsuz addedip sistem dışına iterler.
- Siyaset ve devlet organizasyonunda otoriter liderler, bir müddet sonra; ortaklıkta baskın olurlar, diğerlerini önemsememeye veya yok saymaya başlarlar. Katılımda etkisizleşenler, yavaş yavaş kenara çekilir ve pasifleşir. Bu sürece girildiğinde “ortakların harmonik aklı”, otoriterleşen liderin “tek aklı” haline dönüşür. Yani, “çok sayıdaki benzer akıl” da tekleşir.
- Türkiye siyaseti ve kamu yönetimi gibi yapılar, “dava parametresi ile aşırı ideolojize edilmiş” siyasi kulvarlar, davalarının sınırlandırdığı “tek akıl tercihlerini” daha başlangıçtan yaparlar. “Akıl konusunda” alternatife de ihtiyaç duymazlar.
- İşte bu “tek akıl” haline dönmüş organizasyonlar, önemli bir güç elde ederse, tek akıl “mutlak akla” dönüşür ve halk bir tarafa siyasi irade başka tarafa bakar hale gelir. Toplumsal bölünmüşlük giderek derinleşir.
Bir de kısaca, Türkiye’deki partilerin durumuna bakalım:
Reklam
- AKP, neredeyse kronik anlamda “mutlak akıl” hastalığına yakalanmış gözüküyor. Artık “dava” kavramını ve onu bezeyen değerleri de geride bırakan AKP; “tek aklın”, “mutlak akla” evrildiği bir noktaya doğru hızla gidiyor dersek, hata etmeyiz. Bu durumdan kurtulabileceğine dair hiçbir işaret de yok.
- CHP; Kılıçdaroğlu’nun son çabalarına rağmen, başı ayrı, uzuvları ayrı “akılla” hareket eden yapısını hala koruyor. Henüz eline bir güç verilmediği ve gücü kontrol etmediği için, bu travmatik durumunun yönetime nasıl yansıyabileceği henüz ölçülmemiş durumda. “Ortaklar yok ortakların aklı da yok” noktasında. Elbette “ortak akıl” hiç yok. “Ekiplerin aklı” var. Kısa vadede büyük değişim gözlenmesi de zor.
- MHP, asla değişim olması mümkün olmayan yönetim biçimine sahip. “Dava”, “lider ve teşkilat” disiplini ile şekillendirilmiş yönetiminin, “itaat” kültürünü aşması zor. “Kurultay” geleneğinin kendilerine ait olduğunu iddia eden “Türkçü-milliyetçiler”, bu demokratik teamülü uygulanıyorlar. Bu nedenle ortak akıl ve ortakların aklı yok. “Liderin aklı” var. Teşkilat ve doktrin ise bu aklı işletir. Kısa ve orta vadede değişim olmaz.
- HDP; silahlı olanların “silahsızların üzerinde”, yerelden-merkeze, son derece etkileyici olan konumu, HDP’nin içinden çıkamadığı kaotik sarmaldır. “Kürtlerden başka” dikkate aldığı toplumsal kesimlerin çok sınırlı oluşu, ülke genelinde ortak aklın oluşması üzerinde büyük etki oluşturmaktadır. Siyaseten başı koparılmış ve ikincil durumdaki birçok kadroları hapse atılmış HDP’nin, “ortak akıl oluşturabilmesi” mümkün olmadığı gibi, HDP yönetiminin dahi toparlanabilmesi çok zordur. HDP’nin etnik ideolojik bakış açısından kurtulamaması ve silahlı yapının oluşturduğu etki, ülke adına ortak akıl üretmesine engeldir. Anlayacağınız, HDP gömleğin ilk düğmesini yanlış yerden iliklemiştir.
- İYİ P, bırakınız ortak aklı, “normal aklı” bile bulamamış durumda maalesef. Çok şey beklenen Akşener’in partiye kabul ettiği kadrolar hem partiyi, hem Akşener’i “darmadağınık etti”. Liderlik ve profesyonel kadro eksikliği de olan İYİ P, Türk siyaseti için “merkez-ortak akıl” için son derece gerekli. Umalım sıkıntılarını aşsın.
- Saadet Partisi, “liderinde şekillenen” ortak aklın, alt kadrolara sirayet etmesinde sıkıntılar görülüyor. “Milli Görüş” giydirdiği duvarlarını toplumun diğer katmanlarına açamıyor. “Milli Görüş” çizgisini topluma uyarlamada henüz başarılı değil. Ortak aklın oluşması için son derece uygun şartlara rağmen, Saadet Partisi’nin başarması gereken önemli işler var. Temel beyi sevenler ile partiye oy verenler arasındaki uçurum bunun göstergesi. “Diğer insanların” kendilerini yabancı hissetmeyeceği bir atmosfer oluşturmaları gerekli. Bu günün işi bu.
Anlayacağınız, “devlet aygıtını yöneten ve yönetecek olan siyasi kadrolar”, henüz “ortak akıl oluşturabilme noktasından” oldukça uzaktalar.
Ancak AK P’nin ilk on yılındaki başarısını da not etmek gerek. 2010 yılına kadar bu konuda AK P oldukça başarılı bir “yönetim modeli” sergiledi. “Ortak akla” neredeyse ulaşılacaktı. Her ne kadar Erdoğan baskın bir lider profili çizmiş olsa da “istişare” nadiren eksik edildi. Ancak güç zehirlenmesi, AK P’nin bu anlayışını giderek yok etti.
Anlayacağınız bu konuda henüz başarılı bir örnek yok.
Elbette; toplumun geldiği sosyolojik seviye, dinin algılanış biçimindeki yanlışlıklar, gelenekler, eğitim ve “içselleştirilmemiş demokrasi anlayışı” gibi faktörler etkili olmaktadır. Ancak, “niyetin” “hedefe” ulaşamamasında yapısal aksaklıkları da dikkate almak gerek.
Meselenin üzerinde biraz dikkatli düşününce, başarısızlığın arkasında “sistemsel bir sıkıntı olabileceği” de görülüyor.
Örneğin; bir “dava” için, bir “ideoloji” için siyasi organizasyon kurmak, ister istemez sizi “tek akla”, otoriterleşince de “mutlak akla” götürecektir. Bundan kaçınılamaz.
Bu ise; toplumu “bütünüyle” kavramayı ve toplumu “bütün özellikleriyle” kavramayı önleyici yapısal bir problem olarak karşımıza çıkıyor.
İdeolojize edilmiş bakış açısı; ya toplumla kucaklaşmanızı önlüyor, ya da toplum üzerinde baskıcı bir rejim kurmanıza neden oluyor.
Reklam
Bu da, toplumun toplam veya maksimum değerlerinin, ülke yönetimine katılmasını zorlaştırıyor. Hatta “mutlak akıl” safhasına geçildiğinde, bu katılım iyice minimum hale geliyor.
Yönetime katılmayanlar; oluşan memnuniyetsizliklere bağlı olarak, birçok alanda direnç noktaları olarak karşımıza çıkıyor ve yönetimin ardında-desteğinde duran kitle sayısı giderek azalıyor. Ayrıca yönetimin “kalitesi” de giderek düşüyor.
İşte bütün bu nedenlerle, farklı anlayışta siyasal yapıların kurulmasına ihtiyaç var.
Herkesi kucaklayacağız, bütün görüşlere kapımızı açacağız demek yeterli olmuyor. Örnek AKP.
Ali Babacan’ın uzun uzun çalışmasının ardında, elbette ki, yönetime geldiklerinde uygulayacakları politikaların belirlenmesi, çalışma gruplarının hazırlıkları yatıyor. Ancak, bundan daha önemlisi “yeni bir siyaset anlayışı” ve “devlet yönetimi anlayışı” belirlenmesi, yapılacakları belirlemeden daha hayati.
İşte Ali Babacan’ın “geç kalmasının nedenlerinin”, mevcut siyaset yapılanmalarındaki bu “çok ciddi” yapısal eksiklikleri de giderecek bir “anlayış” ve “yöntem” bulunabilmesi ile alakalı olduğunu düşünmek gerek.
Yazının başlığında ifade ettiğim “çoklu akıl” buna çare gibi gözüküyor.
“Çoklu akıl kavramının” çok kaba anlamı şöyle:
- Kişisel özelliklerin ve tercihlerin senin olsun, sen ülkeye ne katabilirsin? Bunun üzerinden bir araya gelelim.
- Kişisel özellikler ve tercihler; ne bir araya gelme nedenimiz olsun, ne de ayrılık nedenimiz.
- Ülkemiz için yapacaklarımız ve toplumumuza sağlayacağımız şartlar, bizim kişisel tercih ve arzularımızı da yaşamamıza imkan versin, diğerlerinin de.
- Yönetime doğrudan katılanların kararları; kişisel parametrelere bağlı olmasın, çoğulculuk anlayışına göre olsun.
- Yönetim piramidinin tepesinden aşağıya doğru inildikçe; çoklu akıl daha da çeşitlensin ve yukarısını etkileyebilir bir harmoni göstersin.
- Tepeye tırmanmanın kolay olduğu, ancak yatay karar süreçlerinin, her katmanda çalıştığı bir sistem ve anlayış benimsensin.
- Mümkün olan bütün akıllar, karar sürecine etki edebilsin.
- Çoklu akıl, ideolojilerin esiri olmaz.
- Lider yerine ekip başı vardır.
Elbette; “çoklu akıl modeli” ile siyasi bir yapıyı oluşturabilmek, oldukça zor ve zaman alıcı. Toplumdaki “birliktelik psikolojisinin” çok yıpratıldığı içinde bulunduğumuz bu dönemlerde ise adeta “imkansızı başarmak” gibi.
Ancak bu model yapılanma gerçekleştirilemezse; toplumun bazı katmanları “olmuş” derken, birçok katmanı da “hiç olmamış” diyecektir. Katılımcılık oluşturulamayacaktır.
Ayrıca, kurulacak siyasi yapı; öncelikle kendisini yönetemeyecek, iktidara geldiğinde ise, ülkeyi yönetmekte zorlanacak ve başarısız olacaktır.
Bu nedenle, Ali Babacan; “geç mi kaldı?”, “vaz mı geçti?” , “niye kurulmadı hala?” diye düşünmek yerine, “diğerleri gibi bir parti kursa ne işe yarar ki?” diye düşünmek gerek.
Elbette, Ali Babacan da; “kendisine benzer” bir ülke değil, “hepimize benzer” bir ülke için yola çıktığını unutmamalı ve “çoklu aklı” daha da çoğaltacak, “yürek enginliğinde” olmalıdır.
Bırakalım Ali Babacan rahat rahat çalışsın.
Az daha sabır. Aceleye gerek yok.
Ama iyi yapmak şart.