Türkiye’de siyaset şu an, özellikle de iktidarın söylemleri baz alındığında, gerçeklikten kopmuş durumda, büyük bir sürmenaj yaşanıyor. İktidarın bu post-truth durumu, bir taraftan siyaseti kirletirken öte yandan da üzerinde müzakere edilecek bir zemin bırakmıyor ve bu da geleceği belirsizleştiriyor. Ali Aktaş’la Türkiye’de siyasetin mevcut durumunu, Saadet Partisi’nin AK Parti ile ilişkilerini ve adaylık durumunu konuştuk.
Siyasetin gidişatını nasıl okuyorsunuz? Sedat Peker’in ifşaatları iktidarın çözülüşünü hızlandırdı mı sizce?
Yirminci yüzyıl başından itibaren bakarsak hemen her 2 yılda bir kuşak ve yönelim değişimi görüyoruz. 1980 sonrasında biri askerin doğrudan zorlamasıyla diğeri dolaylı yolla olmak üzere 2 kez revizyonist bir değişime şahitlik ettik. Bugün üçüncü kez siyasetin büyük bir değişime şahitlik ettiğini gözlemliyorum. Genç kuşakların ve geleceğin Türkiyesi’nin bugün ortaya konulan iktidar pratiğinden farklı olmasını isteyen eski kuşakların arayışı var. Bu nehir büyüyor ve artık kendisi statüko haline gelmiş Erdoğan iktidarını sonlandıracak.
Bu aşamada temel ve henüz cevaplanmayan sorun “neyin geleceği”dir. Esasen 2017 Referandumu’ndan bugüne neyin geleceği üzerine arayış var ama henüz uzlaşma yok. Bu da bizim tarihsel kavgalarımız ve sosyolojik fay hatlarımızla ilgili. Bunların ürettiği korkuyu aşacak bir ortaklaşma metni ve iradesi üretilebilirse o sorunun sonuç getirici net cevabını da görebileceğiz.
Sedat Peker ifşaatlarının özellikle AK Parti tabanını, oradaki iktidara karşılıksız avans vermiş seçmen kitlesini etkilediğini düşünüyorum. Bu da zaten devam etmekte olan çözülme sürecine katkı yapmaktadır.
Ali Aktaş
‘TENCERENİN DEVİREMEYECEĞİ İKTİDAR YOKTUR’
Erdoğan’ın bu kadar yoksunluk ve mağduriyetlerin yaşandığı bir süreçte Okluk koyunda yazlık yaptırmasını nasıl yorumluyorsunuz? Erdoğan bunun yol açacağı oy kaybını ve politik tahribatı göremiyor mu?
İktidar kibrinin ve nobranlığın her şeye malik ve her şeye hakkı olan insan tipi ürettiğini biliyoruz. Özellikle uzun süren iktidar deneyimlerinde bu vardır. Cumhuriyet tarihinde gözlemlediğimiz bir şeydir bu. Erdoğan’ın da “eşitler arasında birinci” olarak çıktığı yolda, eşitlerinin neredeyse tümünü tasfiye etmesi sonrası bir tür tek adam rolüne büründüğü hepimizin malumu. Bence o sarayları kendine hak, hazineyi kendine hizmetkâr görüyor. Kendine güveni ve seçmeni manipüle etmekteki başarısı nedeniyle oy kaybı ve politik güven tahribatını aşacağını hesaplıyor olmalı. Ama bu kez bambaşka bir şey var: Ekonomik yoksunluk gitgide büyüyor. Eski bir siyaset adamının dediği gibi “Tencerenin deviremeyeceği iktidar yoktur.”
Büyüklerimizin anlattığına göre Erdoğan, Refah Partisi İl Başkanı iken maaş alan birkaç il başkanından biri idi. Belediye başkanı olduğunda ruhsatsız bir binada oturuyordu. Bugün saraylar yaptırması, lüks yaşamı, her şeyi millet kesesinden müsrifçe harcaması ne denli değiştiğinin en net göstergeleri. O artık nefsinin esiridir. Ve Erdoğan asla düzelmez.
‘ORTAK İYİ DEKLARASYONU’ OLUŞTURULMALI VE BÜTÜN PARTİLER İMZALAMALIDIR’
AKP oyları hızla erirken bu oyların Millet İttifakı’na kaymadığını ya da kısmen kaydığını görüyoruz. Muhalefet nasıl bir strateji izlemeli? Nerede yanlış yapıyor muhalefet sizce?
Ben bunun tarihsel korkularımızla alakalı olduğunu düşünüyorum. 28 Şubat’la beraber zirveye tırmanan muhafazakar-dindar kesimin korkusu, Kürt-Türk, Alevi-Sünni kitleler arasındaki güvensizlik ve endişeler muhalefetin ortaklaşmasını engelliyor. Bunu aşmanın yolu “Siyasal ve Ekonomik Resterosyan Programı” ile bunun elifbasını oluşturacak bir “Ortak İyi Deklarasyonu”dur.
Bu toplumun ortak iyisi nedir? Biz imparatorluğun çatırdamaya başladığı en uzun yüzyıl olan 18. yy’dan beri bunu netleştirememiş durumdayız. Bu durumun güncel siyasete kadar uzanan etkileri var. Tarihsel sorunlar ve tarihi fay hatları hâlâ siyasetimizi tesir altında tutuyor ve seçmen kitlelerinin bir partiden diğerine akmasına mani oluyor. Muhalefet öncelikle bu sorunu aşmalıdır. Ki bunun görüldüğünü ve aşma iradesini Kılıçdaroğlu’nun geçmişe dair özeleştiri içeren mesajlarından okuyabiliyoruz. Lakin söz yetmiyor. Bahsettiğim iki metnin yazılması, imza altına alınması ve de ortak aday/kadro üzerinde ittifak edilmesi de gerekiyor.
Ortak aday olmazsa da ikinci turda ortaklaşılabilecek adaylar listesi düşünülmelidir. Bu, topluma güven verecektir. Belirsizlik büyük endişeler üretmektedir. Ekonomi güven istemektedir. Ağır borçlandırılmış bir toplum için güven verici iktisadi politikalar önermesi çok çok önemlidir. Kanaatime göre proje bazlı siyasal ve ekonomik restorasyon programı eksiği, muhalefetin yanlışı olarak karşımızda duruyor.
‘TUTARSIZLIK VE UZUN ERİMLİ PLANIN YOKLUĞU DIŞ POLİTİKAMIZIN EN ÖNEMLİ ÖZELLİKLERİ HALİNE GELMİŞ DURUMDA’
Türkiye son yıllarda ABD ile ilişkilerindeki zikzaklar çiziyor. Türkiye, Biden sonrası süreçte ABD ile ilişkilerinde bir stratejiye sahip mi sizce?
Sadece ABD değil kendi dışımızdaki her ülke ile ilişkimiz iki konu üzerinden şekilleniyor. Biri bir tür neo-Osmanlıcılıktır. Bu, fırsatı bulununca gelen bir özgüven patlamasıdır. İkincisi ise Erdoğan’ın ihtiyaçlarıdır. Erdoğan iç kamuoyuna birinci saydığım duygularla seslenince başta Batı olmak üzere herkesi asıp kesiyor. Lakin hesapsız politikalar, ülkenin ekonomik durumuna zarar vermeye başlayınca sonucun kendi koltuğu ile ilgili olduğunu görünce ani dönüşler sergiliyor.
Buna “Yeniçeri adımı” da diyemezsiniz zira orda iki ileri bir geri durumu vardır. Bizde ise sağa-sola-ileri-geriye her tür adım var. Tutarsızlık ve uzun erimli planın yokluğu dış politikamızın en önemli özellikleri haline gelmiş durumda. Pandemi sonrası oluşacak sıcak para hareketleri, ekonominin bu para ile görece rahatlatılması ve seçime bu ortamda gitmek Erdoğan’ın en büyük hedefi. Biden ise bu para hareketinin anahtarını elinde tutuyor. İktidarın alttan almak, taviz vermek pahasına o eli tutmaya çalışmasının altında bu yatıyor bence. Biden ve ABD ile olan ilişkilerin belirleyicisi, bahsettiğim muhtemel sıcak para akışıdır. Milleti borçlandırma pahasına görece refah üretme yönündeki kredi musluğunu açma politikaları da bunun öncü adımlarıydı.
Konuya bir diğer açıdan bakarsak; Türkiye, Batı için vazgeçilemeyecek bir ülke. Kavalalı’dan beri “denge politikası” çerçevesinde devam eden bir süreç bu. İki asrı böyle geçirdik. Rusların tarihlerinde hiç olmadığı kadar Akdeniz’de etkin oldukları bir uluslararası konjonktürde Rusya’dan vazgeçen bir Erdoğan’ın ABD’nin reel politik bakan aktörleri nezdinde karşılık bulacağı da açıktır.
‘TÜRKİYE’DE BİR TÜR ‘TİYATRAL DEMOKRASİ’ VAR; GENEL MERKEZ, SEÇMENİN İRADESİNİ GASP EDİYOR’
Cumhurbaşkanlığına adaylığınızı koyacağınızı söylüyorsunuz. En önemli vaadiniz de “E-Devlet Üzerinden Dijital İstişari Referandum.” Doğrudan demokrasiyi gerçekleştirmek amacıyla her önemli konuda vatandaşa başvurmanın zorlukları olmayacak mı?
Adaylığımı açıkladım ve 100 bin imza toplayarak bunu resmileştirmek istiyorum. Ülkeme dair hayallerim ve söylemek istediğim sözler var ve bu imkânı bir siyaset kürsüsü olarak çok değerli buluyorum. Bahsettiğiniz proje ise elbette tek projem değil, hatta en önemlisi de bu değil. Başka projelerim de var. Sorunuz özelinde cevap verecek olursam; Türkiye’de bir tür “tiyatral demokrasi” var. Milletvekili listesini genel merkezler belirliyor ve seçmen aslında seçim günü o listeyi onaylıyor. Dolayısıyla seçmen bu onaylama gününde seçim sandığında sadece 3 dakikalığına söz, yetki ve karar sahibi. Sonrasında sahibi olduğu devlete ve hükumet politikalarına dair görüşü bile sorulmuyor. Hâkim denetiminde zorunlu önseçim, halkın kanun teklifi, azil seçimi ve benzeri uygulamaların olmadığı bir tür padişahlık rejimi var ve bunu değiştirmemiz gerekiyor.
Bunu sağlamak için siyasi partiler ve seçim yasalarında değişiklikler yapmamız lazım. Bununla birlikte gelişen teknolojiyi kullanarak halkın zaten sahibi olduğu devletin politikalarının oluşum süreçlerine interaktif yoğun katılmasını sağlayabiliriz. “E-Devlet Üzerinden Dijital İstişari Referandum” projemiz tam da bunu sağlayacak. Özellikle tartışmalı konularda halkın karar alma süreçlerinde görüşüne başvurma imkânımız olacak böylece. Bu bizi aynı zamanda seçimden seçime dolaylı belirleyici olan seçmenin aktif belirleyici olacağı bir katılım ve sorumluluk sürecine taşıyacak. Böylece iktidarların daha az hata yapmalarını da sağlayabiliriz.
‘SOYLU, MHP İÇİN SADECE KOALİSYON İÇİ PAZARLIKTA BAHÇELİ’NİN ELİNİ GÜÇLENDİREN BİR AKTÖR’
Son süreçte Soylu’nun “affının isteneceği” gündeme getiriliyor. Sizce Erdoğan’ın Soylu’ya karşı tutumu ne olur? Görevden alınırsa bu, AKP ve Cumhur İttifakı içerisinde bir çatlağa yol açar mı?
Süleyman Soylu aksini iddia etse de Erdoğan sonrasına yatırım yapan hırslı bir politikacı. Ben Erdoğan’ın ona daha fazla tahammül etmek istemediğini düşünenlerdenim. Bahçeli’nin desteği ile görevde kaldığını sanıyorum. Bir aşamada görevden alınacaktır. Cumhur İttifakı ise mesela seçim barajı yüzde 5’e düşecek olursa; MHP kendi başına barajı aşabilecek özgüvene kavuşursa ancak dağılacaktır. Aksi takdirde MHP’nin Soylu için ittifakı bozmayacağı düşüncesindeyim. MHP için Soylu, harcanamayacak değerde bir politikacı değil. MHP için sadece koalisyon içi pazarlıkta Bahçeli’nin elini güçlendiren bir aktör.
‘NUMAN BEY’İN ERDOĞAN SONRASI SÜREÇTE HERHANGİ BİR ROLÜ OLACAĞINI DÜŞÜNMÜYORUM’
Siz Numan Kurtulmuş’u yakından tanıyorsunuz, HAS Parti’de birlikteydiniz. Sizce Numan Bey neden son dönemlerde geri planda tutuluyor? Bunun, parti içindeki dengelerle ne gibi bir ilişkisi olabilir?
Numan Bey iyi bir entelektüel olabilir ama çok kötü bir siyasetçi. Ve süreç bize öğretti ki asla liderlik kumaşı yok. Türkiye’nin geleceğinde Erdoğan sonrasında herhangi bir rolü olabileceğini sanmıyorum. Şu anda da Erdoğan “Şurada otur” diyor, oturuyor, “Oradan kalk, buraya geç” diyor, geçiyor. Parti içinde denge sarsıcı bir etkisi olduğunu da sanmıyorum. O denli bir ekibi yok.
‘ERDOĞAN’IN SAADET’LE SEÇİME GİRMEYİ İSTEMESİNİN NEDENİ KİMLİK SİYASETİYLE İLGİLİ’
Saadet Partisi’nde AKP ile koalisyon baskısı nedeniyle bir bölünme ihtimalini nasıl görüyorsunuz? Erdoğan, SAADET ile ortak olmayı neden bu kadar arzu ediyor sizce?
Saadet Partisi’nde bir bölünme enerjisi kaldığını düşünmüyorum. Partiden iki parti çıkması için kadro gerekiyor. Buna yeter bir kadro yok. Erdoğan’ın SAADET ile beraber seçime girme arzusu ise “kimlik siyaseti” ile ilgili. Çünkü o “bir tarafta dindarlar diğer tarafta din düşmanları” ikilemi üzerinden yürümek istiyor. 2017’den beri bunu yapıyor ama bu oyununu SAADET bozuyor. Saadet’i yanına alırsa safı netleştirmiş ve muhalefeti din dışına itmiş olacak. Böylece muhafazakar-dindar ve milliyetçi seçmen tabanının sıkılaştırılmasını sağlayabilecek. Bence hayali bir tür “kutsal ittifak”. Lakin onun hayalindeki bu ittifak bu topraklardaki İslam algısına da ülkenin geleceğine de zararlı. SAADET tabanı asla buna rıza göstermemektedir.
‘ASİLTÜRK, ERDOĞAN’IN İSLAM BİRLİĞİ KURMAK İSTEDİĞİNE İNANIYOR’
Asiltürk’ün, Erdoğan ve hükümetle bağlantılarına ilişkin neler söylenebilir? Asiltürk’ün AKP ile ilişkilerinin hiç kopmadığını ve bir şekilde sürdüğünü dile getirenler var. Asiltürk’ün yeğeninin hükümet ihalesi aldığına dair haberler çıktı ama bu, bizzat ihaleyi veren Jandarma Komutanlığı tarafından yalanlandı. Arada bir çıkar ilişkisi olduğunu düşünüyor musunuz?
Oğuzhan Bey’in doğrudan bir çıkar ilişkisi içine girdiğini sanmıyorum. Erdoğan’a inandığını düşünüyorum. Hatta garip gelecek ama Erdoğan’ın İslam Birliği kurmak için çalıştığına dahi inanıyor. Video konuşmalarında var bu. 60 yıl içinde kıyametin kopacağına son 40 yılın asr-ı saadet gibi olacağına ve önümüzdeki 20 yılda ise kıyamet savaşının çıkacağına da inanıyor. Ve bu savaşta Rusya şemsiyesi altında ABD’ye karşı harp edeceğimizi düşünüyor. Bununla beraber AK Parti’ye oy veren dindar seçmenin muhalefetimiz nedeniyle SAADET’ten uzaklaştığını, muhalefet etmezsek ya da muhalefet tarzımızı değiştirirsek bu seçmenin bize yakınlaşacağına dair kanaatleri var. Bir de artık siyasetle olmayacağını, dini tebliğe ağırlık vermemizi ve bununla yetinerek olacakları beklememizi isteyen görüşleri var.
Ali Aktaş ve Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu
Bence artık Oğuzhan Bey’in siyasetten emekli olması gerekiyor. Saadet Partisi de YİK garabetinden kurtulup parti içi seçimlerle sorumluluğun belirlendiği, partililerin tercihleriyle imtihan olduğu özgür ortama geçmesi gerekiyor. İslam da bizden bunu istiyor zaten. Bizde kurumsal din yok biliyorsunuz. Özgür insan, özgür akıl ve imtihan var. Hepimiz Allah’ın huzurunda eşit uzaklıktayız. Ve en son vahiy alan insan Hz. Muhammed idi. Sonrasındaki rehberimiz Kur’an ve Sünnet’tir. Yolumuz özgürleştirici-özü gürleştirici yoldur.