Alevilik, çok farklı biçimlere sahip. Genel manada "Ali'yi sevenler" olarak tanımlarsak çok kapsamlı bir inanç topluluğu olur. Hz. Ali'nin yanında yer alanlar, Muaviye'ye karşı onun yanında duranlar, onu sevenler, tarikat silsilesini ona dayandıranlar, Şiiler vs hepsi Alevi olur. Bu konuda önemli çalışmalara imza atan Ahmet Yaşar Ocak, son kitabı Bektaşilik'te bu bakış açısıyla Kadirileri ve Rufaileri de "Alevi tarikatları"(s.27) olarak tanımlıyor.
Aleviliği aynı zamanda etnisite, inanç ve siyaset ile beraber yorumlayarak daha geniş bir biçimde ele alanlar var. Mesela, 1922 yılında Nusayrilere Alevi adını veren Fransızlar, daha sonra da onların yerel ve özerk bir şekilde "Alevi Devleti" adıyla kurulmalarını sağlar. Bu kadar geniş Alevilik yorumu, adeta bir Alevilik emperyallik arayışını gündeme getirir.
Aleviliği, "Ali meşreplilik" içinde yorumlarsak herkes Alevi haline gelir. Ki bilimsel olarak epeyce yanlış bir tutum bu. Çünkü Ehli Sünnet camiasında Hz. Ali ağırlıklı olarak sevilen bir şahsiyettir. Bütün camilerde adı yazılan dört halifeden biridir. Hz. Muhammed'in damadıdır. Hatta herkes çocuğunun adını Ali koyarken, Muaviye adı nadirdir. Bundan dolayı Alevilik, din sosyolojisi açısından daha özel bir inanç topluluğunu temsil ediyor.
Tarihin çeşitli siyasi, teolojik ve sosyolojik kırılmaları ile beraber Alevilik de oluşmuş ve farklılaşmıştır. Yedinci yüzyılda başlayan siyasal tartışmalar ile Emevi, Abbasi ve Harici çatışmaları sürecinde "imamet", "gaybet", "uluhiyet", "hulul" gibi konularla Hz. Ali'yi aşırı yorumlayan gruplar doğmuştur. İsmailiyye ve imamiyye inanışları tarihsel, sosyolojik ve politik farklılaşmalarla beraber çok farklı Alevilikler üretmiştir. Şiilik, on iki imam ve İsmailiye olarak şekillenmiş. Alevilik bu bağlamda zamanla belirginleşiyor. Mesela Bektaşi üzerinden bir yorum ve Nusayrilik üzerinden başka bir yorum olarak gelişiyor. Türkmenlerin ve kırsallığın sosyolojisinden ve yine Şah İsmail siyasetiyle paralel hale gelenler farklı Alevilikleri üretiyor. Kızılbaşlık formuyla belirginleşenler var. Türkmen, Kürt, Arap gibi farklı etnisiteler ile farklı coğrafyalarda da görülürler.
Bu inanç tarih içinde oluşmuştur. Bu nedenle de tarih içinde çeşitli kırılmalar ile beraber çeşitli oluşumlar ve gruplaşmalar gerçekleşmektedir. Ehli Sünnet gibi sistematik bir fıkhı, akaidi, tefsiri de yok. Bu nedenle oluşmuş bilimsel temelinden bahsetmek de epey zor. Elbette bunun çeşitli nedenleri var. Ancak sonunda ağırlıklı olarak mitlerden, efsanelerden, söylencelerden ve oldukça öznel yorumlardan (batıni hermenötik) meydana gelir. Kimi gizli tarikat nitelikleriyle de bu öznelliği ve bilimsel yoksunluğu daha da artmıştır.
Özellikle inancın nesnel teolojik boyutundan daha fazla öznel kültürel boyutu ağırlık kazanmış. Bu nedenle müzik, şiir ve efsane ile örülü karma (senkretik) inancı doğmuştur. Ritüeller ve inanışlar da buna göre şekillenir. Sema, saz, nefesler, sırlar yaygınlaşmıştır. Spritüal ve mistik yönler belirginlik kazanmış.
Alevilerin farklı inanç grupları ve kimlikleri, onları epeyce parçalı, farklı ve çoğul bir şekle sokar. Bundan dolayı da bütünsel bir Alevilikten bahsetmek zor. Etnisite, inancın öznel kültürel kimliği ve sır niteliği, sosyolojisi ve coğrafyadan aldığı ilhamlarla bu atomize Aleviliği meydana getirir. İnancın söylemsel objektif temelinin yokluğu bunu getirdiği gibi, nesnel toplumsal gerçeklikler de buna yol açmaktadır. Bunun sonucunda Nusayri Aleviliği, Bektaşi Aleviliği ve Kızılbaş Aleviliği şeklinde farklılaşır ve hiçbir zaman da bütün Aleviler ortak bir Alevilik inancı haline gelmezler.
Anadolu-Türkmen Aleviliğini, Türkiye'de en büyük Alevi grubu şeklinde düşünmek mümkün. Bunun Şia ve Nusayrilikle hiçbir sosyolojik ve tarihsel ortaklığı da yoktur. Bu nedenle Fars-Şia ve Arap Alevilik arayışlarının Türkiye'de bir karşılığı da olmaz.
Kaynak: star.com.tr