CHP’nin başörtüsüne yaklaşımı ile AK Parti’nin Alevilere yaklaşımı arasında ortaya çıkan bariz fark her ikisinin kendine özgü tarz-ı siyasetinin bütün detaylarını kendiliğinden ortaya koyuyor.
CHP baştan beri temsil ettiği Jakoben siyaset tarzıyla toplum hakkında hiç sorgulamadığı kavram ve kategorilere sahip. Toplum içinden hangi sesler gelirse gelsin, toplumun farklı kesimleri kendilerini nasıl ifade edip tanımlarsa tanımlasın bu tarz-ı siyaset kendi bildiğini okuyup toplumdan kendi kulağının ürettiği sesleri dinliyor onları anlıyor ve onlara göre hükmediyor. Yıllarca başörtüsünün kadınların özgürlüğünü kısıtlayan, onları ataerkil bir iktidar düzenine esir kılan bir bağ olduğu hikayesini dillendirip durdu, mesela.
Bu hikâye sahada başörtüsü kadınları dinleyerek onların kendi eylemleri hakkında ne düşündüklerini sorarak aktardığı bir hikâye değildi. Bu hikâye aydınlanmacı-oryantalist bir bakışaçısının başörtülü kadın hakkındaki fantezisinden ibaretti, ama bu fantezik hikâyeyi doğrulama zahmetine hiçbir zaman girişmedi sol-Kemalist aydınlarımız ve siyasetçilerimiz. Başörtülü kadın bir kurbandı ve kurtarılması gerekiyordu. Kurtarmak için gerekirse bir nesil başörtülü kadını feda etmek gerekiyor idiyse bunu yapmaktan geri de durmadılar. Uyguladıkları anlayışsız ve inatçı yasaklarla yaptıkları bir başörtülü kıyımından farksızdı.
CHP’nin en gözde, en ileri gelen Cumhuriyet yazarı sosyoloğu bile anlamacı sosyoloji geleneği ve seviyesinden hiç nasiplenmemiş olarak Kılıçdaroğlu’nun başörtüsü çıkışı üzerine hemen kafasındaki ezber kavramları, hikayeleri, hiçbir başörtülünün kendini ifadesiyle test etme gereği hissetmeden bir nefeste tekrarladı. Böylece sosyolojinin açıklamacı, indirgemeci sığ sularında kendi kavramlarının karanlığında kaldığını gösterdi. Başörtülülerle konuşmak yerine başörtülüleri nesne gibi konuşma seviyesinde kaldı. Büyük bir sırrı keşfetmiş gibi başörtüsünün aslında “sıkmabaş” olduğunu, “türban” takanların siyasal niyetlerinden falan bahsetti. Kime sordu, kimin ifadesine başvurdu, kiminle konuştu? Sosyoloji hep zihninizdeki köhnemiş önyargıları, teorileri, kategorileri işletmekten mi ibarettir? Yok mu sahada hakkında konuştuklarınızla konuşmak, onlardan dinlemek, onlara kulak vermek?
Açıklamacı sosyoloji zihninizdeki teorilerden yola çıkarak gerçekliği açıklamayı ifade eder. Üzerinde konuştuğunuz sosyal aktörlerin, toplumun, cemaatin, hatta bireyin kendi eylemi hakkında ne düşündüğü, kendini nasıl ifade ettiği hiç önemli değildir. Her ne derse desin sizin zihninizdeki teorinin kapsamına sokulması mümkündür. Anlamacı sosyolojide ise kendi teorilerinizi konuşturmadan önce, hakkında konuştuğunuz insanların kendileri hakkında ne dediklerine kulak verirsiniz. Ne kadar bariz bir fark değil mi? Türkiye’de hakkında siyaset yaptığımız farklı kesimlerin, Kürtlerin, Alevilerin veya başörtülülerin siyasal söylemlerde nasıl nesneleştirildiğine ve kendilerine kimin ne kadar kulak verdiğine bir bakın isterseniz. Anlamacı sosyolojinin mi, açıklamacı sosyolojinin mi işlediğini görürsünüz?
AK Parti baştan beri Türkiye’de hep hakkında konuşulup kendileriyle konuşulmayan kesimleri dinledi. Onlara kendi kavramlarını, kendi kategorilerini atfedip onları kendi kategorilerine indirgemedi. Onlar hakkında konuşmak yerine onlarla konuştu.Kürtlerle, Alevilerle, Romanlarla. Kemalist CHP’nin elit kadroları ise onlar hakkında konuştu, onlar hakkında kendi tanımlarını yapıp onları kendi kavram ve kategorilerinin içine sokuşturdu. Bu kavram ve kategoriler içinde Kürt diye bir kavim yoktu. Onlar dağda yürürken kart kurt sesleri çıkaran Türklerdi. Bugün ortaya çıkan kimlik ve kültür talepleri ise tamamen kötü niyetli bölücü taleplerden ibaretti. Alevilik ise zaten bütün dini talepler gibi geride kalmış olması gereken gerici bir talepti. Alevilik diye bir şey de yoktu.
AK Parti’nin demokratik açılım dönemlerinde bunların hepsiyle konuşuldu. Aslında öncesinde de zaten meseleye vakıftı. Ama devleti yönettiği dönemde onlarla devlet adına konuştu, taleplerini, kendilerini tanımlamalarını doğrudan kendilerinden dinledi.
Özellikle Alevilik konusunda Necdet Subaşı’nın koordinatörlüğünde Faruk Çelik’in de bakan olarak yönetiminde yapılmış olan seri çalıştaylar anlamacı siyaset açısından, Türkiye’de cari siyaset tarzına nazaran çığır açıcı model bir örnek oluşturdu.
Devlet şimdiye kadar varlığını bile inkâr ettiği, en iyi ihtimalle görmezden geldiği bir kesimi muhatap alıp onlarla konuşuyordu. Haklarında kendi resmi tanımlarını yapıp onlara okumuyordu, doğrudan onlarla konuşuyordu. Bunun ne kadar önemli bir şey olduğunu belki gardlarını çoktan sarsılmaz önyargılarıyla almış bazı dernekler takdir etmiyorlardı. Hatta çalıştaya katılanları “düşkün” ilan edenler bile oluyordu. Oysa amaç gerçekten Türkiye’de milletle, siyasal bedenle bütünleşip onun bir parçası kılınmaksa kimin ne dediğine bakmaksızın bir yerden başlamak gerekiyordu.
Muhalefet edenlerin en önemli itirazı bu çalıştayların devlet güdümlü bir Alevilik oluşturmaya çalıştığı yönündeydi. Oysa devlet de tam bu bahanelere mecal bırakmamak üzere alabildiğine anlamacı bir yaklaşımla sadece dinliyor ve anlamaya çalışıyordu. Nitekim tam da böyle oldu. Bütün görüşlere kulak verildi. Aralarında büyük farklar vardı. Aslında bu konuda bir çözüm paketine gitmekte gecikilmesinin en önemli sebeplerinden biri de aralarındaki bu fikir ve görüş ayrılığıydı.
Bazılarının “o kadar çalıştaya rağmen bir adım atılmadı” eleştirileri bu ayrılıkların ortaya çıkardığı karar-verilemezlik durumunu takdir etmeye yanaşmadıklarını söyleyebiliriz.
“Cemevlerinin ibadethane sayılması” talebinin ise devlet tarafından karşılanması imkansızdı, çünkü bu devlete düşmezdi.
Cem ayinini yaptığı cemevlerini ibadethane olarak görene söylenebilecek bir şey yok. Ama devletin cemevini ibadethane olarak tanımasının Aleviliği de ayrı bir din olarak tanıması anlamına geleceğini, dolayısıyla tam da Aleviliği İslam-dışı görmek isteyenlerin eline bir koz vermiş olacağını görmüyordu birileri. Oysa Alevilerin büyük çoğunluğunun en mustarip olduğu algılardan birisi Sünni kesimin kendileriniMüslüman saymamasıydı. Müslüman sayılmamaya itiraz eden Alevilerin cemevlerinin ayrı bir ibadethane olarak kabul edilmesi onların adeta Müslüman olmadıklarının devlet eliyle itirafı anlamına gelecekti.
Oysa Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıkladığı Alevi paketi Cemevlerinin ibadethane statüsünü yine Alevilerin kararına ve algısına bırakarak haklı olarak talep ettikleri desteği vermek suretiyle çok hassas bir ayar da yapmış oldu.
Bu hassas ayar, bir işe yaramadığı iddia edilen çalıştaylarla başlayan, arkaplanında geniş bir entelektüel birikim ve tarz-ı siyaset olan samimi anlama çabalarının da bir yansımasıdır.