Bir asırdan daha uzun bir süre önce bazı seçkinlerimizin aklını: “Nasıl demokratik Batı gibi olabiliriz?” sorusu meşgul ediyordu.
Yine yaklaşık bir asır sonra günümüzde ise: “Nasıl bir kere bile demokrasiye geçmeyi başaramayan Rusya gibi olabiliriz?” sorusu meşgul ediyor!
Bugün ölçü değişti.
Örneğin; İran’ın uykularını kaçıran şey artık Moskova’nın sahip olduğu ve Suriyelileri verimli bir şekilde öldüren bir hava gücüne sahip olamamak. Bugün beklentiler ve arzular buna göre şekilleniyor.
Modeller bu şekilde seçiliyor. Bu yüzden, sorunun bu yeni formatının yanıtı ile ilgilenen Yeni Uluslararası Ufuk adındaki İranlı kurum, Beyrut’ta bir konferans düzenleyerek Rus siyaset bilimci Aleksandr Dugin’i konuşmacı olarak davet etti.
İran ve Hizbullah tarafından finanse edilen medya ise bu “olağanüstü konuğu” yere göğe sığdıramadı!
Vladimir Putin döneminde yıldızı parlayan Dugin, merkezinde Rusya’nın eşsizliği düşüncesinin yer aldığı doktrini geliştirmiş bir filozof.
Bugün ise “Putinizm”i geliştirmeyi yani düşüncelerine daha da yakın bir hale getirmeye çabalıyor. Daha da önemlisi bu dünyanın, devletin herkesin konuşmalarını ve eylemlerini gözetlediği totaliter bir yer olmasını istiyor.
İnsan haklarına, insan haklarının evrenselliğine ve hukukun üstünlüğüne karşı çıkıyor ve bunları kaynağı düşman Batı olan düşmanca düşünceler olarak görüyor.
Kendisinin bir palyaço olduğunu söyleyenler çok. Ama diğer yandan birçok kişi de kendisini ciddiye alıyor. Dugin, gençken yani Sovyetler döneminde, eğitim gördüğü üniversiteden atıldı.
Rasyonalist ve modernist filozoflara hayranlığıyla tanınıyor. Ama aynı şekilde Hitler’in de hayranı.
Avrasyacılık ideolojisinin temelini attıkları söylenen 3 entelektüelden etkilenmiş: İvan Allen (1883-1954), Nikolay Trubetskoy (1890-1938), Lev Gumilyov (1912-1992).
Bu entelektüellerin düşünce dünyaları, 19. yüzyıldan itibaren Avrupai ve Slav eğilimleri ile Rus kültürüne eşlik eden bir mesele olan “Rusya’nın medeniyet mesajı” etrafında dönüyordu. En ünlüleri ve 2 büyük şair Nikolay Gumilyov ve Anna Ahmatova’nın oğlu, antropolog ve aynı zamanda katı bir anti-semitist olan Gumilyov başta olmak üzere bu 3 entelektüel, Sovyet cezaevlerinin ve çalışma kamplarının daimi konuklarıydılar.
2001 yılında Dugin’in ortaya koyduğu biçimi ile Avrasyacılık ise; Avrupa ile Asya arasında bir konumda bulunmasının Rusya’ya eşsiz ve Batılı olmayan kendine özgü bir karakter kazandırdığı düşüncesine dayanıyor.
Rusya yalnızca bir ülke değil medeniyettir. Kimliği sadece Rusya Federasyonu’na değil bütün Rus dünyasına aittir. Bu dünyanın düşmanı ise Batı’dır.
Dugin, Moskova’da Mussolini’nin Kara Gömleklileri’nin düzenlediğine benzer bir yürüyüş düzenlemesi ile bilinen aşırı sağcı Avrasya Gençlik Birliği’nin kurucusudur.
Resmi olarak Moskova Üniversitesi’ne eğitim görevlisi atandı. Özellikle Kırım’ın ilhak edilmesinin ardından televizyonda yaptığı “Rus dünyasına ait olmak” başlıklı konuşmasının Putin’i oldukça etkilediği söyleniyor. Dugin, devlet başkanının Rusya’nın etnik, kültürel ve dini üstünlüğüne ilişkin düşüncelerini benimsediğine inanıyor.
Nitekim Putin’e yakın bazı isimler gerçekten de bu düşünceleri benimsiyorlar. Ukrayna’nın bölünmesini ve sömürgeleştirilmesini açıktan savunduğu uzun yılların ardından etkili bir medya yıldızına dönüşmüş bulunuyor.
Dugin, Batı’nın tamamından nefret etmiyor. Onun nefret ettiği Batı’nın liberal ve demokratik yüzü.
Dugin, 20. yüzyılın olaylarından, Faşizm ve Stalinizm’in faydalı olan kısımlarının uygulanması yani milliyetçi bir Bolşevizm inşa edilmesi gerektiği sonucunu çıkarıyor.
2016 yılında Başkan Donald Trump’ı seçilmesini desteklediğinde Rusya ile Batı’yı birbirinden ayıranın hukukun üstünlüğü ve bireysel haklar ile ilgili aydınlanmacı düşünceler olduğunu vurguladı. Dugin’e göre Batı bunlardan vazgeçtiğinde ve liderleri bu düşüncelerin kötü olduklarını anladıklarında mükemmel bir yere dönüşecek ve Rusya ile aralarında hiçbir sorun kalmayacak. Bu yüzden Dugin, Trump’ı seçmiş olduğu için ABD halkını kutlasa da diğer yandan onu oligarşi seçkinlerinden kurtulmaya ve gerçek değerleri yani totalitarizm ve faşizmi benimsemeye çağırdı.
Avrasyacılık; Moskova’nın yönettiği, muhafazakar ve Ortodoks Hristiyan değerler üzerine inşa edilecek büyük bir imparatorluk kurmayı saplantı haline getirmiş. Duginci tasavvurun temelini ise aile ve cinsel doğruculuk oluşturuyor.
Dugin’inki bir medeniyetler çatışması tezi değil. Bilakis, Batı ile savaşmakta yani Dugin’in ifadesi ile “kapitalist ve liberal Atlantik hegemonyası”na ait değerler olan modernite, demokrasi ve evrenselliğe karşı koyma kararlılıkları ile benzer olan medeniyetlere bir araya gelme çağrısıdır. Çünkü Dugin’e göre, dünyanın her yerinde bulunan ve Atlantikçilik ile hegemonyasına karşı olan güçler arasında stratejik ittifaklar kurulmalıdır. Renkli devrimler Atlantikçiliğin hegemonyasını pekiştirmek için kullanılan bir araçtan ibarettir.
Bu nedenler Humeyni İranı bu ittifakta özel bir konuma sahiptir. Dugin, geleneksel ve muhafazakar değerleri kabul edip modernite ile evrensel değerlere düşman olmaları şartı ile solcuları bile bu projesine dahil etmeye hazırdır. Nitekim bugün yaşananlar da budur.
Dolayısıyla Rusya bugün, birincisi Katolik ve Protestanlığa karşı mücadele eden Ortodoks Çarlık, ikincisi kendisini kapitalizm ve çürümekten koruyan Bolşevizmin ardından Batıya karşı üçüncü bir akıma liderlik etmektedir.
Bir özgürlük ve hukukun üstünlüğü bolluğundan mustarip olduğumuz dünyanın bu bölgesinde –Ortadoğu’da- doğrusu bu tavsiyeler tam da ihtiyacımız olan şey! Birinci ve ikinci akımı yıkan 2 hezimetin ardından Rusya’nın bu üçüncü akımının da yenilmesi durumunda halimizin ne olacağını artık siz düşünün?
Geçmişte bazı Arap ülkeleri, Nazi Almanyası ve Komünist Sovyetler ile benzer ittifaklar kurdular. Bu ittifakların ne gibi büyük felaketlere yol açtığı herkes tarafından biliniyor.
Dolayısıyla eğer bugün de gerekçe olarak Siyonizmle mücadeleyi öne süreceklerse geçmişteki felaketlere neden olan ittifakların gerekçesinin de bu olduğunu unutmadığımızı bilmeliler. Ayrıca buna karar verecek olan da Dugin değil Putin’dir. Putin ise herkesin bildiği gibi Suriye’nin hava sahasını İsrail’e açmayı ve hava saldırıları düzenlemesine izin verdi. Tahran, geçmişte daldığımız bataklığa tekrar dalmamızı tavsiye ediyor. Her şeye rağmen bu çamurlu fikirlerin bizim için yine de İran devrimi ve rejiminden daha iyi olduğu kesin. Çünkü en azından kardeşçe duygular da taşıyorlar.
Bu yazı Suud gazetesi Şark’ul Avsat’ta yayımlandı