Albümden çıkan dört günlük savaş

Mensur Akgün'ün yazısı;

Albümden çıkan dört günlük savaş

 

Salgın sadece siyaseti, ticareti, eğitimi değil yaşam biçimlerimizi de değiştirdi.

Benim gibi evden çalışsanız, ders, yazı, toplantı derken vaktin nasıl geçtiğini anlayamasanız bile ihmal ettiğiniz kitapları okumaya, rutin dışı işleri yapmaya zaman ayırabiliyorsunuz. Yıllardır gözünüzde büyüttüğünüz kitap ve belge tasnifini yapabiliyorsunuz. Çalışma odanızın daha işlevsel hale dönüştürülebiliyorsunuz.

Hatta ben kendi mucizemi gerçekleştirip tavan arası ve bodrumdaki kitapları, dergileri dahi gözden geçirdim, sanki bir daha kullanacakmışçasına sakladığımız bir sürü lüzumsuz eşyadan kurtuldum. Hepsinden önemlisi de bodrumdaki rafların arasına sıkışmış geçmişimi, babamın babasının, yani dedemin üstüne adı yazılı albümünü, annemin babasının, yani diğer dedemin ahşap çerçevedeki kılıçlı, dürbünlü, kalpaklı fotoğrafını buldum.  

Yine normal zamanlarda yapmayacağım bir iş yapıp onların bize pek anlatılmayan, sadece laf aralarına serpiştirilen hayat hikayelerinin peşine düştüm. Anne dedeme ulaşmak zor olmadı. Çünkü adını yazınca Google beni doğrudan Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı’nın 2010 yılında yayınladığı Türk İstiklal Harbine Katılan Alay ve Tugay Komutanlarının Biyografileri çalışmasına yönlendirdi.

Kapsamlı ve tarihçilere yol gösterici mahiyette olan bu çalışmanın 303-305’inci sayfaları arasına Albay Ali Tevfik Vardar’ın resmi hayatı sığdırılmıştı. 1880’de doğan 1963’de ölen, Fatih’teki evinde kulaklığı ve gözlüğüyle son zamanlarına yetiştiğim dedem, 1901’de teğmen, 1933’de de albay olmuş. Edirne, Selanik gibi yerlerde çalıştıktan sonra 1915’de İntepe Topçu Grup Komutanı olarak görev yapmış.

Biyografisinden dün başlangıcını kutladığımız İstiklal Savaşı boyunca çeşitli görevlerde bulunduğu anlaşılıyor. 5’inci Tümen Topçu Sahra Alayı’nın 1’inci Topçu Taburu Komutanlığı ve 2’inci Ordu Ağır Topçu Alayı Komutanlığı bana sanki daha önemlileriymiş gibi geldi. Ali Tevfik bey 1938’de emekli olmuş. İkinci Dünya Savaşı sırasında da pek çok meslektaşı gibi yeniden çalışmaya başlamış. 

1945 sonrasında çalışıp çalışmadığını bilmiyorum. Resmi biyografisi o tarihte son buluyor. Gayri-resmi biyografisini de ben hatırlamıyorum. Benim hatırladığım konuşmayı pek sevmeyen, koltuğunda oturarak balkonuna konan güvercinleri seyreden, bakımlı, güzel giyimli, mesafeli bir insandı. Küçük dayımla şakalaştığı, oğullarının ve kızının onu çok sevdiği kalmış aklımda en çok.

Diğer dedeminse resmi bir biyografisi yok. 1899’da doğan 1978’de ölen İbrahim Akgün Gelibolulu bir esnaf. Sonra siyasete giriyor. CHP’li olduğunu biliyorum. Özenle sakladığı fotoğrafları arasında İsmet İnönü ile çekilmiş olanlar da var. Bir ara Belediye Başkanlığı yapmış. Onu ilginç kılan kasaba esnafı profiline pek uymayan fotoğrafları, yarıda kesilen eğitimi ve tabii ki benim dedem olması.

Buraya taşıma nedenimse katıldığı dört günlük savaş. Babaannemin masalsı anlatılarından onun İstanbul’da mühendislik okurken Cafer Tayyar Ordusu için askere alındığını, katıldığı savaşta makineli tüfek subaylığı yaptığını, Bulgaristan’a iltica ettiğinde bir çiftlikte çalıştığını biliyorum. Kendisinden hiç duymamış olsam da bir kömür gemisiyle Bulgaristan’dan döndüğünü ve yeni bir hayata başladığını anlatırdı babaannem belli belirsiz bir hüzünle ama daha çok da gururla. 

Bir de Samiye Hanım kocasının çatıştığı Yunanlılara değil, Gelibolu’yu bombalayan İngilizlere kızardı. Okula gidemediğinden yakınırdı. Belki onun hayatı üstünde bu dört günün fazla etkisi olmadığı, belki de genel tarih anlatısı içinde dedemin yaşadıkları marjinal değere sahip olduğu için. Ben de onun gibi hissetmiş olmalıyım ki dedemin albümünü bulana kadar hayatının bu tarafını hiç merak etmedim. Hep çok uzakta bir detay olarak kaldı onun bu kısa ve talihsiz  askerliği.

Albüm bana Google’da izine rastlayamayacağım dedem yerine Cafer Tayyar’ı arattı, biyografisini buldum, Nutuk’ta kendisinden söz edilen yerleri okudum. Ama asıl sürpriz Pamukkale Üniversitesi Tarih Bölümü’nden Zülal Keleş’in makalesiyle karşılaşmam oldu. Mesleki refleksle birkaç tarih hatası bulsam da, makale dedemin içinde etkisiz bir aktör olarak yer aldığı bir dönemi, İstiklal Savaşı’nın çok konuşulmayan, zaten de çok da başarılı olmayan Trakya cephesini daha iyi anlamamı sağladı.

Sonra bu döneme ilişkin kapsamlı bir literatür olduğunu keşfettim. Artık dedemin Askeri Kanunun 84’üncü maddesine dayanılarak Hicri 1300 ve 1301, Miladi 1899-1900 doğumluların çağrılması nedeniyle askere gittiğini, daha doğrusu gitmek zorunda kaldığını, katıldığı kolordunun komuta kademesinde anlaşmazlık olduğunu, savunma stratejisinin hatalı belirlendiğini, Istırancalar yerine Yunan işgalinin yaygın bir sahada karşılanmaya çalışmasının bozguna yol açtığını biliyorum.

Bozgunun Keleş’in ve diğer tarihçilerin anlattığına göre askeri, siyasi, diplomatik, toplumsal başka nedenleri de var. Belli ki İngiliz ve Fransız istihbaratı da arka planda iyi çalışmış. Bulgaristan ise bambaşka bir yazı konusu. Fakat beni ilgilendiren yenilginin sebebinden ziyade sonucu. Yunanistan’ın 20 Temmuz 1920’de Ereğli, Sultanköy ve Tekirdağ’a asker çıkarmasından sadece dört gün sonra 1’inci Kolordu Komutanı Muhittin Beyin emriyle 49, 55 ve 60’ıncı tümenler Bulgaristan’a giriyor, daha doğrusu iltica ediyor. 

Dedemin de böylece Bulgaristan günleri başlıyor. Albümünde İkinci Dünya Savaşı günlerinden üniformalı birkaç fotoğrafı var. Bazıları babaannemle birlikte, sanırım Bartın’da çekilmiş. Rütbelerden çok anlamam ama yıllar içinde terfi alıp, üsteğmen olmuşa benzer. Cafer Tayyar dönemine ait hiçbir şey yok. İstanbul’da çekildiği izlenimi veren muhtemelen aileye gönderilecek kitap okuma pozlu bir ilk-gençlik fotoğrafından sonra daha yetişkin halleri geliyor. Beni daha fazla araştırmaya, aile hikayesi üstünden tarih öğrenmeye teşvik ediyor.

İtiraf etmeliyim ki Amin Maaluf’u ve Orhan Pamuk’u şimdi daha iyi anlıyorum. Dilim onlar kadar iyi olsaydı ben de Uygarlıkların Batışı, İstanbul gibi kitaplar yazmak isterdim. Tarihi genel anlatıya mütevazı bir epistemik başkaldırı olarak kendi üstümden okumayı seçerdim. Dilim iyi olmadığı için sadece sabrınızı sınayabiliyorum. Şansımı da daha fazla zorlamamam gerekiyor. Yine de vaktiniz olursa bu dönemi, hakkında yazılanları okuyun derim. Gündelik siyasetten sıkıldığınızda, yeni bir şeyler aradığınızda…